Kamuoyu onu ciddi bir yüz anlatımıyla ve önemli konulara ilişkin açıklama yapan haliyle tanıdı. Her ne kadar Batman ve Diyarbakır Valilikleri sırasında sıra dışı bir yönetici olduysa da, onu Türkiye'ye maleden görevi, 17-25 Aralık darbe girişimlerini takip eden süreçte üstlendiği İçişleri Bakanlığı oldu. Efkan Ala'dan söz ediyorum. Bayramın hemen akabinde yayınlanacak bu röportajda siyaset yerine bu sefer, daha az 'politik', daha çok 'insani ve özel' sorular yöneltmeyi yeğledim. Amacım, Necip Fazıl'ın 'çatık kaş, hükümet dedikleri zat' mısraında resmedilenden farklı olan çizgileri yakalamaktı. Efkan Ala ile yaptığım röportajda bu çizgilerden fazlasıyla yakaladığımı söyleyebilirim. Efkan Ala, Oltu'dan Erzurum'a; Erzurum'dan Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne; oradan da kamu yöneticiliğine ve en nihayet bakanlığa uzanan, içinde bolca siyasetin, kitabın, hakikati aramanın olduğu bir yoldan, kendi yolundan bazı bölümleri samimiyetle bizlerle paylaştı.
İsmim, yöremizde çok rastlanan bir isim değildir. İsmimi 'Efgan' olarak yazdıkları, telefonda da Erkan sandıkları çok olmuştur. İsmimi amcam koymuş ve Efkan Efekan'dan esinlenildiğini biliyorum. Soyadıma gelince amcamın diplomasında 'Âlâ' şeklinde yazılmış. Ama bizim nüfus cüzdanımızda 'Ala' yazıyor. Muhtemelen nüfus memurunun ve TDK'nın ortak becerisinden kaynaklanan bir durum.
Ben ilk çocuk olduğum için o kalabalık aile ortamını çoğu kez görmedim. İlkokulu bitirir bitirmez Erzurum İmam Hatip Lisesi'ne kaydoldum. 1976-1977 döneminde İmam Hatip'teki ilk yılımdı.
Elbette. Şehrin bir ucunda, daha çok bizim ilçemizden olanların yaşadığı bölgedeki bir otelde kalıyordum. Okul ise şehrin diğer ucundaydı. Erzurum'un o soğuğunda bir yıl boyunca şehrin bir ucundan diğer ucuna yürüyerek gidip geldim. Sonra, yatılı bölümüne geçtim ve eğitimimi öyle sürdürdüm. Yazları ise, ya ailemin yanında, ya da amcamların oturduğu Zonguldak Ereğlisi'nde geçirirdim.
Ortaokul son sınıf öğrencisi olduğumuz dönemlerde bir gün bir arkadaşımla birlikte Oltu'dan Erzurum'a gitmek üzere iki otobüs bileti aldık. Otobüse binince yanımıza bir kişiyi daha oturttular ve Erzurum'a o şekilde gittik. Halbuki biz iki kişilik bilet almıştık. İtiraz etsek de, bizi çok da ciddiye almadılar. Ama fena halde moralim bozulmuştu. Birçok konuda bu tür haksızlıklar oluyordu. İlçe ölçeğinde bu tür haksızlıklara müdahale edebilmek için kaymakam olmayı aklıma koymuştum. O otobüste yol boyunca, 'Ne olsam da bu tür bir haksızlığa karşı müdahale edebilsem' diye düşündüm. İlçe ölçeğinde düşündüm ve kaymakam olmaya karar verdim. O zamandan itibaren Siyasal'a gitmek benim tek hedefim oldu. Üniversiteyi ise İstanbul'da okumak istiyordum. Nitekim öyle oldu.
Erzurum, maneviyatı ve milli duyguları iliklerine kadar yaşayan bir şehir. Meselâ Ramazan'da Erzurum'a gittiğinizde sadece insanların değil, bütün bir şehrin oruç tuttuğunu görür, o maneviyatı hissederseniz. Erzurum kendinde yaşayanı şekillendirir.
Siyasetle ilgimiz gençliğimizden itibaren oldu. Mesela babam beni İmam Hatip'e kaydettirdikten sonra bir de MTTB'yi gösterdi ve 'Buraya da gelip gidersin' dedi.
Arkadaşlarımızla da hep bir idealin peşinde olduk. Birbirimize tutunarak savrulmaktan kurtulduk. Sadece Türkiye'ye dair değil dünyaya dair ideallerimiz, hedeflerimiz vardı. Hem liseden hem de üniversiteden edindiğimiz bu arkadaşlarımızla irtibatımız hâlâ aynı yoğunlukta devam ediyor.
Sadece kitaplar değil o dönem çok yaygın olan dergileri de kaçırmazdık. Arkadaşlarla aramızda para hesabı olmazdı. Birisi parasını kitaba veya başka bir şeye harcamışsa parası olan arkadaşının cebinden ihtiyacı kadar olanını alırdı. Bu derece yakın olduğumuz için zorluk çekmedik.
Ben eve gecenin hangi saatinde gidersem gideyim, o andaki halet-i ruhiyeme uygun kitaplardan muhakkak bir kaç sayfa okurum. Benim yatağımın baş ucunda muhakkak birkaç kitap bulunur. Gece saat iki, üç hiç fark etmez.
Kendisini, Türk Edebiyatı Vakfı'nda verdiği bazı konferanslarda dinlemiş olsam da, Cemil Meriç ile 'Kültürden İrfana', 'Umrandan Uygarlığa', 'Bu Ülke'nin bütün meselelerini konuşmak isterdim. Daha doğrusu üstad anlatırdı ben dinlerdim. Farabi'yle hikmeti ve aklı, Gazeli'yle Tehafut'ü, İbn Rüşd ile Tehafüf Ettafüt'ü, İbn Haldun ile medeniyeti… Bu isimler ve eserleri son derece önemli. Meselâ İbni Sina'nın 'Ölüm ve Ruh' üzerine yazdıklarını okuyunca, hayata ve ölüme bakışınız değişiyor.
Bize ilişkin algı biraz da, konjonktür ve üstlendiğimiz görevlerle ilgili. Meselâ Batman ve Diyarbakır'da valilik yaptığımız dönemlere ilişkin algı, statükocu anlayışa rağmen yaptığımız işlerle şekillendi. İçişleri Bakanlığı'nı üstlendiğimiz dönemin şartları ise daha farklıdır. Burada bir darbeye yönelik mücadele söz konusudur.
Hayır, değildim. Üzerimde emeği elbette ölçülemez olan annem benim için 'büyümüş de küçülmüş' derdi. Sakin bir çocuktum. Mesela, düğünler olurdu ve orada oynamam, halay çekmem için ısrarlı olurlardı. Yapamazdım. Yine bol kahkahalı ortamlar da pek uygun gelmezdi bana.
Bugünden baktığımda, hatıralar biriktirdiğimizi anlıyorum. Bizim için bayram, okullar tatil olduğu için anne babamızı görebilmekti öncelikle. Ailemizin yanına döner, büyüklerle ve arkadaşlarla bayramlaşır, sofralara birlikte otururduk. Bayram ayrıca, dargınların barıştığı ve barıştırıldığı dönemlerdi. Hayat, o bayram günlerinde yeniden kuruluyordu sanki.
Biz Yusufeli ile Oltu arasındaki bölgedeniz. Bu bölge, meyve ve sebze bakımından zengin olsa da, toprak azdır. Kaçkarlar'ın güneyi olan o bölgede vadi çoktur. Toprak az olduğu için babam inşaatlarda usta olarak dışarıda gurbette çalışırdı. Mütevazı şartlarda bir aileydik ama babam bütün imkanlarını çocuklarının eğitimi için seferber etmiştir. O yıllarda bir çocuğun bir yıl otelde kalarak ve yemeklerini lokantada yemesini sağlayarak okutmak büyük bir maliyetti. Fakat babam inşaatlarda usta olarak çalışarak bu imkanı bize verdi. Ayrıca, okuma kültürünü de babamızdan aldık.
Köyde küçük bir kütüphanesi vardı. İmam Gazali'nin İhya'sı Necip Fazıl'ın kitaplarını okurdu. Ayrıca babamın sandık dolusu roman ve hikaye kitapları da vardı. Billur Köşk, Binbir Gece, Şahmaran gibi. Onlar akıcı ve sürükleyici olduğu için ben onlara yönelirdim. Malkoçoğlu, Sunguroğlu'nun romanları olurdu. Babam o roman ve hikaye kitaplarını okuduğumu gördükçe, 'Oğlum ben onları okudum. Onlarda bir şey yok. Al sen bunları oku' deyip Necip Fazıl kitaplarını verirdi. Mesela 'Son Devrin Din Mazlumları'nı. Evimiz iki katlıydı. Ben de, birinci kata inip o hikaye ve romanları; ikinci katta da babamın okumamı tavsiye ettiği kitapları okurdum.
Babamdan öğrendiğim en önemli şey, bilginin servet olduğu. Babam neyi var neyi yoksa, bizim eğitimimiz için ortaya koymuştur. Çünkü çocuğunuza bırakacağınız en büyük servet, eğitimi için yaptığınız harcamadır.
Eşimle üniversite yıllarında bir konferansta tanıştık. Daha sonra evlenme kararı aldık. O da Siyasal'ı evliyken bitirdi.
İzutsu hakkında bir konferanstı. (Gülerek)Dediğim gibi yazarların bizim hayatımıza çok fazla katkısı oldu.
Ben Avrupa yakasında yurtlarda kaldım. Ancak O dönemde evde kalan arkadaşlarımızın yanına gittiğimiz de olurdu. Okul sonrası ev hayatına geçtik.
(Gülerek) Ev işleri ile aram pek yoktu. Hatta bir gün arkadaşlara jest olsun diye erkenden yemek yapayım diye mutfağa girdim. Malzemeleri koydum. Patatesle birlikte şeker pancarı da ilave ettim. Ancak aradan hayli bir zaman geçti ve şeker pancarı pişmek bilmedi. Patates neredeyse eridi ama o bir türlü pişmiyordu. Eve başka bir arkadaş geldi. Ne yaptığımı sorunca ben de sürpriz yemek yaptığımı ama şeker pancarının bir türlü pişmek bilmediğini söyledim. Arkadaşım tencereye eğildi ve bu şeker pancarı değil turp koymuşsun dedi. Benim o dönem ev işleriyle ilgimi gösteren bir örnektir bu.
Bazen balık çorbası yaptığım olurdu. Şimdi de maalesef evde yemek yemeye bile zaman bulamıyorum.
Kitaplar benim için bir liman
Cemil Meriç'in benim dünyamda özel bir yeri vardır. Bütün kitapları önemlidir. Ama 'Bu Ülke' farklı bir yere sahiptir. İlk okumalarımızda, aksiyon tarafıyla Necip Fazıl, ayrıca Kemal Tahir, Peyami Safa, Sezai Karakoç, Alev Alatlı okuduk. Osmanlı modernleşmesinin önemli isimleri de keza dergileri de takip ettik. İslam düşüncesinin zirve isimleri, İbni Haldun, İbni Rüşd gibi medeniyetimizin köşe taşlarını okuduk. Bu isimleri okumadan, İslam düşüncesinin kavramadan Osmanlı'nın neden beş yüz yılı aşkın süre ayakta kaldığını da Batı aydınlanmasını da anlayamayız. Okumak, genel anlamıyla benim için bir limandır.
Üstad Cemil Meriç'in dediği gibi ne Batı'yı tanıyoruz ne de Doğu'yu tanıyoruz en az tanıdığımız da kendimiz. Kendimizi anlamak için bu çabaya sahip çıkmamız gerekir.
Türk Sanat Musıkisi de bizim medeniyetimizin zirvelerindendir. Bana göre Klasik Türk Musıkisi, sadece bizim kendi kültür hayatımıza değil, dünya kültürüne çok önemli bir katkımızdır. Abdulkadir Meragi'den, Itrî'ye, Dede Efendi'ye, Tatyos Efendi'ye kadar hatırı sayılır bir repertuarım vardır. Mesela Muallim İsmail Hakkı Bey'in 'Gülşende yine âh ü enin eyledi bülbül/ Bir nakş okuyup savt-ı hezâr eyledi bülbül/ Olmaz deheni yâre müşâbih deyû gonce/ Gül mushâfını açdı yemin eyledi bülbül' eserini dinleyince, huzura gark oluyorsunuz.