"Filistin üstüne binlerce şiir yazıldı, yazılmaya da devam ediliyor. Bunlardan biri de geçtiğimiz aylarda yayımlanan Yetimler Ordusu'dur. Ali Sali’nin şiirlerini yüreğim sızlayarak büyük bir acıyla okudum. Filistin’de, Gazze’de yetim kalan binlerce çocuğun acılarla dolu dünyasını şiire dökmüş. "
Katil İsrail’in soykırım vahşeti tarihin en kara ve en utanç sayfalarından biri olacak. Vicdanı olan hiçbir insan ve toplum İsrail’e nefret duymadan edemez.
Filistin üstüne, Gazze üstüne binlerce şiir yazıldı, yazılmaya da devam ediliyor. Bunlardan biri de geçtiğimiz aylarda yayımlanan “Yetimler Ordusu”dur. (Edebiyat Oramı Yayınları, Mart 2024) Ali Sali’nin şiirlerini yüreğim sızlayarak büyük bir acıyla okudum. Filistin’de, Gazze’de yetim kalan binlerce çocuğun acılarla dolu dünyasını şiire dökmüş. Kitabı “Melek kanatlarıyla cennete giden binlerce Gazzeli bebeğe, Rim’e ve Ebu Ubeyde’ye” armağan etmiş.
Yıllar önce gazetelerin birinde bir haber okumuştum. Haberde “Gazze’de dört bin bacaksız çocuk var” deniyordu. Hani bizde çocuklara bacaksız da denir ya, öyle değil, fiilen bacaksız bu çocuklar. Terörist İsrail’in kurşunlarıyla, bombalarıyla bacaklarını kaybetmiş çocuklar. Giyilemeyen dört bin çift ayakkabı! Şimdilerde belki de dört yüz bin çift olmuştur. George W. Bush’un suratına ayakkabı fırlatan Iraklı gazeteci Muntazer El Zaidi gibi bu ayakkabıları başta Netanyahu ve Biden olmak üzere bu vahşete destek olan tüm dünya liderlerinin suratına fırlatmak gerekir.
BATININ KARA LEKELERİ
1982 Eylül’ünde yazdığım bir yazıda bu çocuklar için şunları demiştim:
“Çocuk mu dedim? Ne çocuğu? Filistinli her çocuk yaşının kat kat üstündedir. Onlar, ‘el-Aşbal’ (Aslan Yavruları)dır. ‘Zahra’ (Çiçek)dir onlar. Filistinliler, şimdinin ve geleceğin savaşçılarına bu adları koymuşlar. Erkek çocuklarına ‘Aslan Yavruları’, kız çocuklarına ‘Çiçek’ diyorlar. Bu çiçekler, Ortadoğu’da kanın ve ateşin, acının ve yıkımın ortasında açmaktadır, binlerce ‘Çiçek’le birlikte. Küçücük yüzünde kocaman gözleri, bakıyor dehşet içinde. Üstünde beyaz gömleği: kara lekeler var, Batının kara lekeleri. Suç izleri yeryüzünün. Kupkuru yarım bir ekmeği tutuyor elinde. Yemiyor sadece tutuyor elinde. Bu kuru ekmeğin üstüne damlıyor gözyaşları.”
Ali Sali, şiirlerinde epik ve lirik söyleyişi ustaca harmanlayarak kendine özgü yalın bir şiir diline ulaşmış şairlerden biridir. “Yetimler Ordusu” ile büyük yıkımları, büyük ölümleri ve acıları tablo tablo gözlerimizin önüne getiriyor şair: “temizleyerek geldiler / zihinlerindeki hudutları / yolda kafalarına örülen / tel örgüleri / ayakları altına serilen / mayınları temizleyip geldiler / serçeler de katıldı / yetimler ordusuna / ebabiller de” (…) “onların da dudaklarında / kadim Filistin türküleri / ellerinde Gazze bezleri / sarmak için bebeklerin / kopan el ve ayaklarını / dudaklarında bestelenmiş / yeni marşlar yeni şarkılar / kazma kürek yapacaklar / ihtimal”
Bütün bu vahşetin zalimleri “lanetlenmiş kavmin melunu” alçaklardır. Kitapta o kadar çok vahşet tablosu var ki dayanılır gibi değil. Tüm bu acı veren tablolara karşın her zaman olduğu gibi şairle birlikte umudumuzu yitirmiyoruz. Çünkü zafer er geç İslam’ın olacaktır: “bu lanet seni bırakmaz / seni bırakmaz / bırakmaz yakanı / melek kanatlarına binen bebeklerin / cennet çayırlarında buluşan / yetimlerin ahı” (…) “eşref-i mahlûkatın kalbinden dilinden başka tüm silahları / geçersiz kılabilirsin / dudaklarda ve kalplerde / kopan fırtınaya tutunmak için / mabede ihtiyaç yok dilinden / ihtiyaç yok kalbinden gayrı meskene / attığın taş imha edebilir / finans merkezlerini lanetli kavmin / silah fabrikalarını”
Yeter ki taş atmaya devam edilsin. Kalbimiz öfkesini ve buğuzunu yitirmesin. Yeter ki İslami bir duruşumuz olsun.
YOK BİRİ ÜZERİNE
N. N. Koçi’nin kitapta yer alan kişisel bilgisi şöyle: “1992’de Adapazarı’nda doğdu. Hukuk öğrenimi gördü. Ahlâk hukuk problematiği bağlamında ceza hukukunun işlevini tartıştığı teziyle lisansını tamamladı. Sektörel yayınlarında redaktörlük ve editör olarak çalıştı. Şiir ve denemeleriyle çeşitli dergilerde göründü. İlk kitabı Dama Dama Dama (şiir) 2017’de Noktürn Yayınları tarafından yayımlandı.”
Şairin “Dama Dama Dama” adlı kitabından, bu kitap sayesinde haberim oldu. “Yok Biri” (Orlando Art Yayınları, Nisan 2024) N. N. Koçi’nin ikinci kitabı. Şiirler arasına görseller konmuş. Resimleyen: Sinan Orakçı. 199 adet basılan kitap, tek tek numaralandırılmış. Bana ulaşan 26 numaralı kitap.
Kitabı beğeniyle okuduğumu hemen belirteyim. Koçi’nin muhalif duruşu ve muhalif dili, şiirine estetik bir yapı kazandırmış. Şunu da ayrıca belirteyim: İkinci Yeni etkisinin, özellikle Ece Ayhan etkisinin en aza indiği şiirlerdir Koçi’yi şair kılan.
Bu vesileyle şunu vurgulamak istiyorum: Garip şiiri gibi, İkinci Yeni şiiri de çoğaltılmaya müsait bir şiirdir. Ne yazık ki son dönem şiirimiz İkinci Yeni tuzağı ile malûl durumda. İkinci Yeni şiiri sürekli çoğaltıldığı için özgün sesler çıkmıyor. Okur da aslı varken niye çoğaltılmış (kopya) şiiri okusun ki? Şiir okurunun azalmasının bir nedeni de bu.
N. N. Koçi, tarihin derinliklerinden, özellikle mitolojiden hareketle bugüne eleştirel bir bakış getiriyor. “Arışık” şiirinden bir bölüm: “anneme söylüyorum oralı olmuyor –anne çaldılar trenimi / jeanne d’arc, michael kohlhaas ve normal hiyerarşisi / böyle kurcalandı işte çocukluğum evet / çomaklarla iğdiş edilen yeniyetme bir petek / ferrarimi beton yuttu, ya da yutmadı ama bir kere düştü kiriş / bum baba bum bum baba ne pipime devlet / artık yüzüne vuramıyorum merve’nin memelerinin eskidiğini”
Tedavülde olmayan kelimeler de var kitapta: gubaz, arışık, lâşe, heretik, ongun vb. Bunlar için açıklamalar konsa iyi olurdu. Lügat karıştırarak şiir okumak da ayrı bir uğraş erbabı için.
“Yok Biri” başlıklı şiirinin son bölümü:
“Kroniklere not düşmedim döndüğümde / Çünkü boştu heybem ve yalnız mağluplara özgü / Bir madalya iliştirmiştim yakama / Kapkara bir alın ve defne tâcımla / Küsüp yüzümü sırsız aynalara döndüm / Bir cinayetin daha üzerime kalmasından korktum / Ellerimi göğsümde gizlemeye kalktım sonra / Bütün kötü şairler adına / Gökyüzünden ak gerdanlı bir güvercin dilendim / Bağışlanayım için kanından bir damla sulanmak için / Onu kurban kıldım kötü şiire / ve ongun ebedî barışa”
N. N. Koçi, umut vadeden, şiir yüklü genç bir şair. Bundan sonraki şiirlerini merakla bekleyeceğim.
YAZGIÇ’IN KISA ÖYKÜLERİ
Suavi Kemal Yazgıç’ın “Kahramanın Sonsuz Kısa Yolculuğu” (Hece Yayınları, Mart 2024) adlı öykü kitabını okurken aklıma geldi: Malarme’nin “Şiir fikirlerle değil, sözcüklerle yazılır” sözünden hareketle Cemal Süreya, “Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı” der, “Folklor Şiire Düşman” yazısında. Bu sözü öyküye tevil edersek: “Günümüzde öykü de geldi cümleye dayandı” diyebiliriz. Bugün bizde de Batı’da da tek cümlelik öyküler yazılıyor.
Olay öyküsü ya da klasik öykü dönemi kapanmasa da durum öyküsü, diğer adıyla modern öykünün günümüzde revaçta olduğu da bir gerçek.
Elli dört öykünün yer aldığı kitap “Hayat Belirtisi” adlı öyküyle başlar “Nefes” öyküsüyle biter. Hayat belirtisi her zaman heyecan verir insana. Yolda yürürken metruk bir binanın taş duvarından hayata merhaba diyen bir ota, asfaltı yararak adeta yüzümüze gülen ve “direnmenin” ve “direncin” küçük bir uygulamasını sunan şu sarı çiçek açmış ota ne demeli… “Duvarda taşların arasında işaret çakan küçücük bir bitki. Katı, sert, kunt gibi kelimelerle tarif edeceğim taşların arasında; çölde vaha misali bekleyen üç beş yapraktan ibaret bir hayat belirtisi.” (9) diyor, yazar.
Hayat, kuşkusuz nefeslerden ibaret, son nefese kadar. Son nefesin verileceği yeri ve zamanı kimse bilemez. Ama bilinen bir şey var; o da hayatın nefes tüketmek sanatı olduğunu bilmemiz. Vakit öldürme sanatı olduğu gibi nefes tüketmek de bir sanattır. Önemli olan nefesimizi ne adına tükettiğimizdir.
GÜNLÜK HAYATA DAİR
Suavi Kemal Yazgıç, bu kısa öykülerinde günlük hayatta farkında olmadan yaptığımız edimleri fark edilir hâle getiriyor. Söz tasarrufunu imgesel söyleyişle gerçekleştirirken, bazı davranışlara, olgulara yeni anlamlar ekleyerek düş yetimizi harekete geçiriyor.
Metinlere öykü değeri katan, çoğu istem dışı olgulardır; bilinç kaymaları, atlamaları ve boşlukları buna dâhil edebiliriz. Gaflete yakalanan ama ona teslim olmayan insanı buluruz bu öykülerde.
İnsanın gölgesinin kendine yük olması kimin aklına gelir? Edip Cansever’in “Masa Da Masaymış Ha” şiirinde geçen “Uzandı masaya sonsuzu koydu” dizesinde olduğu gibi kendi yükümüzü gölgeye yükleyerek yükümüzden kurtulmak istesek de yük yük olmaktan çıkmadığı sürece ağırlığı altında ezilmeye mahkûmuz. “Büyük Yük” adlı öyküde olduğu gibi: “Gölgem ağırlaşıyor. Yaz ufku tahakküm altına aldıkça onu taşımak daha da ağır bir mesai gerektiriyor. Gün geçtikçe ağır bir çuvalı peşimden sürüklemeye benziyor gölgemi yanımda götürmek.” (27)
“El vurup yaramı incitme tabip” hesabı tıbbın tahlillerle teşhis koyamayacağı, gideremeyeceği sancılar da vardır. “Mışıl mışıl uykumdan uyandıran ve geceyi zindana çeviren, bana çığlık attıran bunlar” diyor, öykü kişisi. Ne EKG ne röntgen ne kan ne idrar tahlili “Sancılı Cümleler”deki sancıyı ortaya çıkarıp gideremez.
Uzaya gitmek yerine Yozgat’a gitmeyi tercih eden, hafıza hapishanesinden kurtulmak isteyen, pek çok roman kahramanından izler taşıyan, kimi zaman Julian Sorel, kimi zaman Gregor Samsa, kimi zaman Mümtaz, Jan Valjan nefesi alıp veren öykü kahramanının oldukça renkli, ilginç hallerine tanık olmak isterseniz, okuyun “Kahramanın Sonsuz Kısa Yolculuğunu”.