
Frankfurt’tan Bakü’ye, Goethe’den Hüseyin Cavid’e, Faust’tan Arif’e bir yolculuk ve Doğu ile Batı’dan İstanbul’a iki farklı bakış.
Ahmet Haşim hastalığına şifa bulmak amacıyla 1930 yılında Frankfurt’a gider. Şehre varır varmaz Goethe’nin evine koşar. Sonbaharın güneşli bir pazar sabahında loş bir sokaktaki loş bir evin kapısına geldiğinde Goethe’yi ölümünden yüz sene sonra ziyaret edecek iki kişi bile bulunamaz diye düşünür . Ancak eve girdiğinde hayretten donakalır. İçeride talebe yaşında çocuklardan, şık kadın ve erkeklerden, yaşlı efendilerden müteşekkil bir kalabalık vardır. Onu daha da şaşırtan bu insanların seyyah veya yabancılar değil hemen hepsinin Alman olmasıdır. Evi bir memur eşliğinde gezerler. Kafileye kılavuzluk eden memur üstü baştanbaşa mürekkep lekeleriyle kaplı eski bir yazı masası önüne gelip de “Goethe Faust’u bu masanın üzerinde yazdı . Bu lekeler Faust’un lekeleridir “ dediği zaman kalabalığın merak ve heyecanı son hadde varır. Herkes nezaketi bir kenara bırakıp o masaya yaklaşmak için kendine bir yol açar…
Geçen yıl Goethe’nin evini ziyaret edip Faust’un mürekkep lekelerini görmek isteyenlerden biri de bendim. Ancak benim Goethe’nin çalışma odasındaki o masaya ulaşmam için birilerini ittirmeme ya da sıra beklememe hiç gerek kalmamıştı. Evin içi, odalar, eşyalar, İkinci Dünya Savaşı’ndaki yıkıma rağmen neredeyse bire bir korunsa da, Ahmet Haşim’in satırlarındaki ‘o müteheyyiç kalabalık’ pek ortalarda yoktu.
Faust Goethe’nin 60 yıldan uzun süre emek verdiği ömrünü adadığı bir eser. Trajedinin ana karakterteri olan Faust felsefe hukuk, tıb ve teolojiyi tahsil etmiş herkesin kendisine üstad ,doktor diye hitap ettiği bir isim. Ancak o bütün bu tahsile rağmen hakikate ulaşamamanın,hiçbir şey bilememenin sıkıntısı içindedir. Sınırlı bilgiyle yetinmez. Hem metafizik alemi keşfetmek hem de bu hayatı dolu dolu yaşamak ister. İşte bir taraftan her şeyi bilme , ilahi sınırları aşma diğer taraftan ise hayatı yaşama isteği Faust’u Mefistofeles’le anlaşma yapmaya iter. Faust’un ruhunun peşinde olan Mefistofeles onu maceradan maceraya günahtan günaha sürükler.
TA UZAKLARDA, ÖTELERDE, TÜRKİYE’DE
Faust hikaye içinde hikaye şeklinde ilerleyen bir eser. Tamamını okuyup, anlayıp, anlatmak zor olsa da herkes orada derin keşifler yapıp , altını çizdiği mısralardan kendine bir demet yapabilir. Benim demetime giren mısralar arasında eserin hemen başındaki iki şehirlinin sohbeti de var:
Bir şehirli
Pazar ve bayram günleri, cengücidal üzerine
Sohbet etmekten daha iyisini bilmem
Ta uzaklarda, ötelerde, Türkiye’de
Kavimler birbiriyle boğazlaşırken
Dikilip pencerede, kadehini diklemek şöyle
Seyrederek nehirde aşağı doğru giden renkli gemileri
Sonra akşam olunca eve dönüp neşeyle
Sulh ve barış zamanlarını takdis etmeli
Diğer şehirli
Evet komşu ben de öyle yaparım
Varsın onlar birbirinin kafasını yarsın
Hatta herşey altüst olsun varsın
Ama evde her şey yerli yerinde kalsın …
BOĞAZ NE BOĞAZ! ALLAH ZEVAL VERMESİN
Şimdi Frankfurt’tan Bakü’ye geçelim ve gelelim Azerbaycan edebiyatında kıymetli bir yeri olan Hüseyin Cavid’in İblis trajedisine.
Bakü’nün İstiklaliyet Caddesi’nde hem mimarisi hem de hikayeleriyle dikkat çekici birçok tarihi bina var. Bu binalardan birkaçının fotoğrafını çekmek için sabahın erken saatinde yola çıktım. Caddenin en gösterişlilerinden İsmailiye Sarayı’nda çekim yaparken hemen yan binanın üzerindeki bir levha gözüme ilişti. Üzerinde ‘Hüseyin Cavid Ev Müzesi’ yazdığını görünce Nahçıvan’da türbesini ziyaret ettiğim Cavid’in evini de görmek için hemen içeriye girdim. Mesai saati yeni başladığından muhtemelen günün ilk konuğu olarak kapıyı tıklattım. Beni güler yüzüyle Arzu Memetli Hanım karşıladı. Dediğim gibi buradaki binaların çoğunun bir hikayesi var. Burası da vaktiyle Azerbaycan’ın ilk kız okuluymuş. 1918-1920 arasında Azerbaycan Halk Cumhuriyeti Parlamentosu’na ev sahipliği yapmış. Bugün El Yazmaları Enstitüsü olarak hizmet veren binanın 3. katı Hüseyin Cavid 1920-1937 yıllarında burada yaşadığından onun adına ev müzesine dönüştürülmüş. Müzenin odalarını gezerken Arzu Hanım bana yazarın çocukluğundan itibaren, ilk gençliği, İstanbul yılları , hayat arkadaşı Mişkinaz Hanım, sürgüne gönderilmesi ve naaşının Haydar Aliyev’in girişimiyle Sibirya’dan doğduğu toprak olan Nahçıvan’ a getirilmesiyle ilgili değerli bilgiler aktardı. Bir yandan da Hüseyin Cavid’in tüm bu süreçlerde yazdığı eserler özellikle de İblis üzerine keyifli bir sohbet ettik.
Hüseyin Cavid de Goethe gibi dünya edebiyatında iblis karakterinden istifade eden isimlerden. 1906 yılında yüksek tahsil için İstanbul’a gelen Cavid’in Türkiye için yazdığı ilk sözler “Boğaz ne Boğaz! Allah zeval vermesin…” olmuş. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu olarak döndüğü ülkesinde kaleme aldığı İblis de işte ‘bu dua’nın bir eseri. Cavid’in İblis’i yazmaya başladığı 1918 yılında Bakü işgal altındaydı. O yıl esir alındı. Kurtulup önce Tebriz’e ardından Nahçıvan’a geldi. Burada bulunan Kazım Karabekir Paşayla sıkı dost oldu. Böyle karışık ve gergin bir dönemde bir yıl içinde İblis’i kaleme alan Cavid eserinde Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu durumu trajedinin ana karakteri Arif’in şeytanla olan mücadelesi üzerinden anlatır. Eser boyunca Arif’in dünyaya sitemini fırsata çevirmeye çalışan iblis onu yoldan çıkartıp tam bir suçluya dönüştürür ve facia İblis’in şu sözleriyle sona erer:
İblis nedir? Cümle hıyanetlere bais…
Ya her kese hain olan insan nedir? – İblis!...
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
İlk yorumu siz yapın.