Yolunuz bir kitapçıya düştüğünde raflarda birbirine yaslanmış onlarca kitabın içinden seçim yaparken birden fazla şey sizi etkiler. İyi bildiğiniz bir yazarın aradığınız özel bir eseri yoksa ve yeni şeyler okumak istiyorsanız önce kitabın kapağı ve ismi sizi yakalar. Bazı isimler o kadar baskın olur ki kitabı elinize alıp incelemekten, o başlığın arkasındaki hikâyeyi merak etmekten kendinizi alamazsınız. İsimlerine takılıp aldığım pek çok kitap şu an kitaplığımda sırtları dönük bir şekilde misafirlerimin dikkatini çekmeye çalışıyor. Kendinden Kaçamayanın Öyküsü de işte böyle kitaplardan biri olarak hayatıma girdi. Yalın ve hedefi on ikiden vuran bu ismin peşine takıldım önce. Kitapta Hans Fallada’nın öykülerinden oluşan bölüm bittiğinde ise Peter Walther’in kaleme aldığı ve yazarın öykülerine taş çıkartan hayat hikâyesi başladı.
Yazar olarak Hans Fallada adını kullanan Rudolf Ditzen, 1893 yılında Greifswald’de doğdu. Babası ünlü bir yargıç olan Fallada, ilk gençliğinde dünya edebiyatıyla hemhal olarak uykusuz geceler geçirdi. Yazarın hayatı 18 yaşında bir arkadaşını düelloda vurması ile bambaşka bir yöne kaydı. Bu olaydan sonra tutuklanan Hans Fallada, psikiyatrik tedavi altına alındı. Hayatının büyük kısmı alkol ve madde bağımlılığı ile geçen yazar, rehabilitasyon merkezlerinin sadık misafiri oldu. Yaşadığı inişli çıkışlı hayatı şiirlerine, öykülerine ve romanlarına konu etti. İlk dönem eserlerinde bireyselliği öne çıkarak Fallada daha sonra toplumcu eserler vermeye başladı. Nazizm eleştirisi yaptığı Küçük Adam Ne Oldu Sana? romanıyla dünya çapında tanındı. Bağımlılıklarla ve psikolojik sorunlarla geçen bir yaşamın ardından Berlin’de 1947 yılında kalp yetmezliği sonucu vefat etti.
Kendinden Kaçamayanın Öyküsü, Hans Fallada’nın 1926 yılında zimmetine para geçirmek suçundan yargılanmasıyla başlayan sürecin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Fallada için rapor isteyen mahkeme olayı adli tıp doktoru Ernst Ziemke’ye havale etti. Hans Fallada ve çevresiyle detaylı görüşmeler yapan Ziemke, raporunu sundu ve yazar dolandırıcılık suçlamasıyla iki buçuk yıl hapis cezası aldı. Fallada’nın hayatında önemli bir dönüm noktası olan bu olay onun biyografisinde derin izler bıraktı. Kitapta yer alan öyküler Doktor Ziemke’nin adli tıp dosyasında korundu ve 2018 yılında Schleswig Eyalet Arşivi’nde keşfedilip bugüne ulaştı. Dosyada beş öykünün yanında Fallada’nın Ziemke’ye, anne babasına ve teyzesi Adelaide Dietzen’e kendi el yazısıyla yazdığı mektuplar da bulundu.
Kendinden Kaçamayanın Öyküsü’nde yer alan beş öyküden ikisi ilk defa okurla buluştu. Lilly ve Esiri ile Robinson Hapiste adlı bu hikâyelerin dışında kitapta Aşk Denen Şey, Büyük Aşk ve Korkak Pogg yer alıyor. Lilly ve Esiri’nde hikâyenin kahramanı Lilly Margoniner varlıklı bir ailenin şımarık kızı olarak boy gösterir. Çevresindekilere hükmetmeye çalışan genç kızın hayatı 17 yaşında büyük bir olayla tepetaklak olur. Kadın-erkek ilişkilerini irdeleyen öykü temelinde sevginin yanıltıcı yanlarını anlatır.
Aşk Denen Şey ve Büyük Aşk hem hacmi hem de kurgularıyla uzun hikâye ya da novella olarak görülebilir. Fallada, Aşk Denen Şey’de Marie’nin gözünden aşka ve evliliğe bakar. Fallada’nın öyküyü yazdığı dönemde yaşadığı aşk deneyiminin ve hayal kırıklığının yansımalarını taşıyan öykü, aşkın doğasına iner. Gençken tanışan ve aşk yaşayan Fritz ve Thilde’nin başrolde olduğu Büyük Aşk da evlilikle değişen ilişkiyi ve sonsuz aşkın imkânsızlığını aktarır.
Korkak Pogg öyküsü ise Hans Fallada’nın kendi hayatının aynadaki yansıması gibidir. O kadar ki öyküde aşık olduğu İrmgard’a ulaşabilmek için dolandırıcılık yapan Pogg, sorgu sırasında Hans Fallada’nın gerçek hayatta sorgulanırken kurduğu cümleleri kurar.
Robinson Hapiste adlı kısa öykü Fallada’nın hayatıyla ve edebi dünyasıyla önemli paralellikler gösterir. Kitabın sonunda “Kendinden kaçan biri” başlıklı metni kaleme alan Peter Walther, Ziemke’nin raporuna göre bu öykünün önemini şu cümlelerle anlatır; “Fallada’nın insani yakınlığın özlemini çektiğini, psikolojik sorunları nedeniyle kısa sürede bozulan ruhsal dengeyi arzuladığını kanıtlayan ilk belge.”
Aynı zamanda bu kısa öykü içinde modern insanla ilgili bugün hala geçerliliğini koruyan önemli tespitler barındırır; “Günümüz insanı Juan Fernandez adasına terk edilmiş ve orada kendine ‘Robinson evi’ yapmaya uğraşan Selkirk gibi değildir. Bugünün kentlisine bir çiftlik, köylüsüne bir büro yeterlidir. Her ikisine bir hapishane hücresi. İnsan içinden çıktığı ortamın becerilerine sahiptir. Alıştıkları yoldan bir adım sağa veya sola gitmeye çalışanlar vardır. Robinson da toprak kabı fırınlamayı denemişti. Herkes böyledir. Sen, ben hepimiz.”
Hans Fallada’nın edebi eserlerine ilham olan hayatıyla ilgili birbirinden özel bilgilerin yer aldığı kitap, kapağından son sayfasına kadar merak duygusunu ayakta tutarak ilerliyor. Kendinden kaçamayan bir yazarın otobiyografisindeki eksik parçaları tamamlayan öykülerin, bir adli tıp dosyasında unutulup yıllar sonra keşfedilmesi de Fallada’nın eserlerindeki kadersel yaklaşıma ayak uyduruyor. Hikâye içinde hikâyenin vücut bulmuş hali olan Kendinden Kaçamayanın Öyküsü, okuru edebi olarak tatmin etmekle kalmıyor hayatta ve edebiyatta kurgunun sınırları ve iç içe geçmişliği üzerine yeniden düşündürüyor.