Usta şarkıcı Mazhar Alanson’un “Sanatçının Öyküsü” kitabı minik okurlarıyla buluştu. Alanson, “Sanatçılar, dünyaya farklı bir pencereden bakan ve güzellikleri bize sunan insanlardır. Bu hikâyede bir sanatçının doğuşunu anlatıyorum” diyor.
Bazı şarkılar vardır, insanın hayatına ayna tutar. Hangi yaşta dinlersen dinle, seni çocukluğunun dar sokaklarına, saklambaç oynarken devirdiğin lambalara ya da yağmurda içeri kaçıp sobanın başında kuruyan ayakkabılarına götürür. Mazhar Alanson’un şarkıları benim için hep böyleydi. “Benim Hâlâ Umudum Var…” diye başlayan bir şarkı vardı Mazhar Alanson’un, sanki çocukluğuma uzanan ince bir ip gibiydi. Yaz tatillerinde komşunun balkonundan duyulan bu şarkı, bizim apartman önünde ip atlarken kurduğumuz düşleri tamamlar gibiydi. O zamanlar ne umudun ne de sevincin sınırlarını bilirdim; her şey sınırsız, hayat masal gibi gelirdi. “Ah Bu Ben”i dinlediğimde, içimdeki o haylaz kız çocuğunun sesini yeniden duyarım. Sanki yıllar geçmemiş, kırdığım vazo hâlâ annemin fırçalarıyla yankılanıyor.
Mazhar Alanson’un aynı isimli şarkısından hareketle hazırlanan “Sanatçının Öyküsü” kitabını imzaladığı gün, D&R Bağdat Caddesi’nde yine aynı çocukluk hissiyle buldum kendimi. Kalabalık, şarkılarındaki o ince duygunun ete kemiğe bürünmüş hali gibiydi. Uzun bir kuyruk oluşmuştu, kimileri Mazhar Alanson’a kitaplarını imzalatıyor, kimileri ise yıllar öncesine ait albümleriyle anılarını tazeliyordu. Çocuklar ellerinde kitabı sımsıkı tutarken, ebeveynlerin yüzünde nostaljiyle karışık bir heyecan vardı. Mazhar Alanson, her biriyle ayrı ayrı sohbet ediyor, kimi zaman bir şaka yaparak ortamı neşelendiriyordu. Sanki yalnızca bir imza günü değil, eski dostlarla buluşulan sıcak bir sohbet akşamıydı. Şarkılarının büyüttüğü nesiller, şimdi kendi çocuklarıyla birlikte ona gelmişti. Bu bağ, yalnızca müzikle değil, anılar ve duygularla örülmüştü. O an düşündüm. Mazhar Alanson sadece bir sanatçı değil, hayatlarımızı şarkılarıyla anlatan bir hikâye anlatıcısıydı. Aynı isimli şarkısından hareketle hazırlanan “Sanatçının Öyküsü” kitabı da gökyüzünü izleyen, akşam olunca da kabilesindekilere gördüklerini anlatan ve onların hayatına renk katan bir sanatçının macerasını anlatıyor. Kitap hissetmenin, düşünmenin, kelimelerin ve şarkıların ne kadar önemli olduğunu fısıldıyor. Onur Ayboğa’nın resimlediği, eserin yayın editörlüğünü Gülnar Mızrak, grafik tasarımını ise Burcu Bayam üstlenmiş.
Bir sanatçının doğuşu
Çok çok eskilerde bir kabile varmış… İnsanlığın ilk günlerinde… Bu kabilede herkes sabah erkenden avlanmaya çıkar, gece geç vakitte dönermiş. Yalnız içlerinden biri, bunlarla avlanmaya gitmezmiş. Ormanlarda aylak aylak dolaşır, kuşları dinler, çiçekleri koparır, gökyüzüne bakarmış. Akşam döndüklerinde hepsi yorgun argın olurken, o gördüklerini anlatırmış. Kabile üyeleri dinlerken birbirlerine sokulur ve yorgunluktan uyuyakalırmış. Ama her seferinde kabile ona kızar, ‘Bu adam çalışmaz mı? Hep düşünür mü? Bir kuş ölmüş diye üzülür mü?’ derlermiş. Derken fark etmişler ki, onun anlattıkları olmadan eksik kalıyorlar, bu yüzden ona avlanmaya gitmek yerine dolaşıp hikÂyeler toplamasını söylemişler. Bu hikâye, Mazhar Alanson’un çocuklar için yazdığı kitabın temelini oluşturuyor. Alanson, sanatçının doğuşunu ve kabile üyelerinin bir sanatçının katkısını nasıl fark ettiğini sembolik bir şekilde anlatıyor.
Sait Faik Abasıyanık’tan ilham aldım
Alanson, “Sanatçının Öyküsü” şarkısının sözlerini yazarken Sait Faik Abasıyanık’ın “Sivriada Geceleri” öyküsünden ilham aldığını dile getiriyor. “Bu hikâye beni ilk yaptığım bestelerden birine götürdü. Hiç aklıma gelmezdi bu bestenin bir gün bir masal kitabına dönüşeceği. Ama bunu gerçekleştirmişler ve gerçekten çok güzel bir iş ortaya çıkmış. Kitabın temelinde, ‘Sivriada Geceleri’ hikâyesi var. Bu hikâyede bir sanatçının doğuşunu anlatıyorum. Hikâye, ilk bakışta tembel ve hiçbir şey yapmıyor gibi görünen bir karakterin, aslında toplum için ne kadar önemli bir rol üstlendiğini fark ettiriyor. Kabile üyeleri, onun çalışmasını ve herkes gibi avlanmasını istiyor. Ancak gece olunca, onun anlattığı hikâyeler olmadan eksik kaldıklarını hissediyorlar. Bu yüzden ona diyorlar ki, ‘Sen avlanmaya gelme, gez dolaş, gördüklerini topla ve gece bize anlat.’ İşte bu, sanatçının toplumdaki yerini sembolik bir şekilde ifade ediyor” sözleriyle anlatıyor. Alanson, “Sanatçı, başta tembel ya da gereksiz gibi görünse de aslında topluma bir şeyler katandır. Hikâyelerde bu eksikliği ve tamamlanışı göstermek istedim. Çocuklara pozitif bir mesajla sanatçının rolünü anlatmak istedim” diyor ve ekliyor: “Sanatçılar, dünyaya farklı bir pencereden bakan ve güzellikleri bize sunan insanlardır. Tabii ki dünyada birçok sanatçı var; iyisi de var, kötüsü de. Ama mesele, çocuklara iyi ve güzel olanı göstermek. Onlara ilham veren, pozitif mesajlar taşıyan hikâyeler anlatmak. Sanatçının rolünü bu şekilde anlamalarını sağlamak istedim. Bu masal kitabı, çocuklara hem bir sanatçının topluma nasıl değer kattığını anlatıyor hem de onları daha olumlu, daha güzel bir dünyaya teşvik ediyor. Çocuklarımızı güzel şeylerle tanıştırmak ve onların hayatlarına olumlu dokunuşlar yapmak hepimizin sorumluluğu.”