Cihan Aktaş'ın 40 yıllık yazarlık hikâyesi

Ayşe Olgun
Ayşe Olgun
04:0029/12/2024, Pazar
G: 29/12/2024, Pazar
Yeni Şafak
Cihan Aktaş
Cihan Aktaş

Cihan Aktaş, yazarlık serüveninin 40. yılını yazar dostlarının katılımıyla özel bir etkinlikle kutladı. Etkinlikte “Cihan Aktaş’a 40 Çiçek” adıyla 40 yazarın kaleme aldığı kitabın tanıtımı da yapıldı. Kitapta kaleme alınan yazılarda aslında Cihan Aktaş’ın yazarlık portresi ortaya çıkıyor.

Geçtiğimiz hafta Cihan Aktaş’ın edebiyat dünyasında 40. yılını Taksim Camii Kültür Sanat Merkezi’nde bir etkinlikle kutladık. Kutlamanın sürprizi ise Cihan Aktaş için Abdullah Harmancı ile birlikte hazırladığımız Cihan Aktaş’a Kırk Çiçek adlı kitap oldu. Aktaş’ın ailesinden, dost ve arkadaşlarından 40 kalemin anılarının yer aldığı kitaptaki yazılar bir anlamda 40 yıllık yazarlığının da özeti gibi.

1960 doğumlu olan Cihan Aktaş’ın ilk kitabı 1984 yılında okurla buluştu. Kırk senede sadece edebiyat üzerine değil, aktüel, politik, düşünsel konularda da yazmaya devam eden Aktaş’ın yazarlık portresini kitaptaki yazılardan çizmek mümkün.

Öğretmen bir babanın kızı olarak Erzincan’ın Refahiye İlçesine bağlı Kalkancı köyünde dünyaya gelen Cihan Aktaş bir yıl önce ilçeye taşınırlar. Ağabey Ümit Aktaş, kitaptaki yazısında babasının ilçenin ilk kitabevini açtığını söylüyor ve o günleri şöyle anlatıyor: “Ben ve Hülya dördüncü sınıfta babamın öğrencileriydik. Annem ise boş bulabildiği vakitlerde kitap okuyan, kasaba şartlarında kültürlü bir kadındı. Hatta Cihan bir hikayesinde onun daha o zamanlarda Virginia Woolf’un bir kitabını okuduğundan söz eder. O günün şartlarında radyonun da tamamladığı bu kültürel hava ‘kasabadan’ bir ölçüde yalıtık bahçeli bir ev ile kitabevi ve okul üçgeninde, beş kardeşin ilişkilerini aynı zamanda arkadaşlaştıran bir iklimdi. Bir kedi, aylarca süren kar, evin hemen aşağısındaki Gürsel İlkokulu ve yazlık sinemadaki Yeşilçam filmleri bu manzarayı tamamlamaktaydı.”

Cihan Aktaş yazarlık serüvenini anlattı. Cihan Aktaş’a 40 Çiçek kitabının editörleri Abdullah Harmancı ve Ayşe Olgun da kitabın hazırlanma aşaması üzerine konuştular.

İlk roman denemesi ilkokulda olur

Kardeşler eğitimlerini sürdürmek için birbirinden ayrılsa da kitaplar sayesinde kardeşlik bağı, arkadaşlık bağına evrilir. O günleri de yine Ümit Aktaş şöyle anlatır: “ Yatılı okullar ve İstanbul yolculuğu bir süre aramızdaki bağları parçalamış olsa da -ben İstanbul’da üniversitede, Aynur ve Hamdi Suadiye Ortaokulunda, Hülya Elazığ Kız İlk Öğretmen Okulunda Cihan ise Beşikdüzü Öğretmen Okuluydaydı- aramızdaki dostluk ve muhabbet zamanla okuma sevgisinden yazma tutkusuna doğru evrilecekti. İlk mektuplar ve şiirler belki biraz da bunun içindi. Ve hatta Cihan’ın ilk roman denemesi daha da erken, ilkokulda başlayan bir girişimdi.”


İlk kez sadece sesini duyduğum yazar

Naime Erkovan, Cihan Aktaş’ı ilk kez bir panelde gördüğünü daha doğrusu kalabalık yüzünden oturduğu yerden sadece sesini duyduğunu anlatıyor yazısında ve şöyle devam ediyor: “Sadece kelimelerini duyuyor, ona bir yüz çizmeye çalışıyordum. Küçük kız büyümüş gitmişti ama sesinden izler bırakmıştı geride. O yüzden de sadece sese kulak verildiğinde motosikletten kendini bir kitabın aşkıyla atan çocuğu hissetmek hiç de zor değildi. Dinlemeye devam ettim.”


İkimiz de on dokuz yaşındaydık daha

O küçük kız büyümüş İstanbul’a mimarlık okumaya gelmişti. Aynı okulda güzel sanatlar bölümünde okuyan arkadaşı Hülya Yazıcı ise o yılları şöyle anlatıyor yazısında: “Aynı yaşlardaydık Cihan’la on dokuz yaşlarında siyah çerçeveli gözlükleri, arkadan toplanmış siyah saçlarıyla bir süre önce Trabzon Öğretmen Okulu’nu bitirmiş İstanbul’da kazandığı mimarlık fakültesinde okumaya başlamıştı. Cihan sanıyorum ikinci yılındaydı, o gün o yokuşun sonuna doğru ilerlerken aynı sokakta ikamet ettiğimizi anlamış, tanışmış ve hızlıca arkadaş olmuştuk. O yıllarda insanları birbirine yakınlaştıran en önemli etken, düşünsel bir arayışın benzerliği ve kendini bulma çabasıydı, bizim bir nedenimiz daha vardı ki kültür sanata olan ilgimiz, yazıyla, şiirle, görsel sanatlarla içi içe olmamızdı.”


Makale yarışmasında birincilik alır

Birlikte uzun yürüyüşler yapıp, okudukları kitapları birbirlerine veren iki arkadaş olarak o günlerde Milli Gazete’de bir makale yarışmasına Hülya Yazıcı’nın teşvikleriyle başvuran Cihan Aktaş bu makalesiyle birincilik kazanır ve ardından da Yeni Devir gazetesi başta olmak üzere çeşitli dergilerde yazılar yazmaya başlar.

Cihan Aktaş’a 40 Çiçek kitabında yazan yazarların bir kısmı Cihan Aktaş ile birlikte.

40 yıllık dostluğun başlangıcı

Cihan Aktaş’ı yine ilk kez Yeni Devir’deki yazılarıyla tanıyan ve dostlukları 40 yılı bulan yazar Yıldız Ramazanoğlu ise bu dostluğu yazısında ne güzel anlatıyor: “Cihan Aktaş adını 1985 yılında duydum ilkin. Yeni Devir gazetesinin kuvvetli kalemleri arasında anılıyordu fakat kadın olabileceğini hiç düşünmemiştim. Biz kadınlar bile Osmanlı’dan 80’lere bildiğimiz birçok kıymetli mütedeyyin yazara rağmen hala bilinçaltımızda güzel yazıların sadece yetkin erkeklerin elinden çıkacağına inanıyormuşuz demek ki. Bir de Cihan isminin iki cins içinde kullanılışının yanılgısı elbette.”


Hocalık etmez yoldaşlık eder

Ramazanoğlu, Aktaş’ın aracılığıyla tanıştığı Mustafa Kutlu’nun Dergah dergisinde aynı zamanda ilk hikayesini yayımladığını ve böylece İstanbul’a kalben ilk adımı da attığını söylüyor yine yazısında.

Mustafa Çiftçi ise Aktaş’ın Yeni Devir’de yazdığı yıllarda babasının sıkı bir okuru olduğunu belirtiyor. Yıllar sonra tanıştığı Cihan Aktaş’la ilgili ise şu yorumu yapıyor: “… Cihan Aktaş tam komşu olunacak bir yazarmış. Size rehberlik, ablalık, hocalık etmek niyetiyle değil de yoldaş olmak gayretiyle konuşuyor. Peşimden gel demiyor da beraber gidelim diyor. “


Yazmayı birçok şeye tercih etti

Kızı Merve Divir ise çocukluk hafızasındaki ‘yazar anne’yi şöyle tarif ediyor: “onu en mutlu eden şeyin yazmak olduğunu söyler her zaman. Çocukken ona ‘anne neden diğer arkadaşlarımın anneleri gibi büyük partiler düzenleyip, pikniklere gitmiyorsun? Diye sorduğumda boş zamanlarında yazmanın en büyük tutkusu ve tatmin kaynağı olduğunu, söylediğini hatırlıyorum. Yazmayı birçok şeye tercih ettiğini biliyorum.”


Annemin daktilo sesi

Büyük kızı Meryem Divir ise annesiyle ilgili ilk anıları arasında daktilosunun sesi olduğunu söylüyor ve şunları ekliyor: “Hayal ürünü oyunlarımın arka planındaki film müziğiydi annemin daktilo sesleri. O düzensiz ritmin verdiği güven olmadan nasıl dalabilirdim ki 1001 Gece Masallarından esinlenmiş sihirli maceralarıma. Ara verdiğinde benimle oynardı biraz, sonra kitap okurdu holün bir ucundan öbür ucuna yürüyerek. Ben de eteğine dolanırdım, elimde kitap okuyormuş gibi yaparak.”


Yanı başınızda konuşan bir ses

Alim Kahraman, Cihan Aktaş’ın öykü ve romanlarıyla 1980 sonrası Türk edebiyatında iz bırakan isimlerden biri olduğunu söyleyerek şöyle devam eder yazısına: “Onun hikaye ve denemelerini değerli kılan özelliklerden biri sade ve yüz yüzeyindeyken, hemen yanı başınızdan bir dille konuşuyor olması bana göre. Küçük ve değerli ayrıntılarla, insan deneyimleriyle örülmüş olması. Özellikle günlüklerinde çok açık bu dirim. O insan olarak hırslı biri değil ama azimli bir irade sahibi. Zorluklardan yılmayan, üzerine giderek ve ısrar ederek birçok şeyin üstesinden gelen bir irade!”

Cihan Aktaş’ın kadın meselesi üzerine yazılar yazması peki nasıl bir karşılık buldu? Bu sorunun en güzel cevabını belki de Metin Önal Mengüşoğlu yazısında veriyor: “Cihan Aktaş yazı hayatına kadın kimliğini öne çıkartan metinlerle adım attığında Müslüman çevrelerde bugünkü kadar itibar sahibi miydi, sanmıyorum. Muhafazakar temayülleri hala memleketin büyük çoğunluğu üzerinde egemenlik kurmuş bulunanlar, kadın yazarlarımızın dilini aşırı, feminist bulmayı sürdürüyorlardı. Nitekim abileriyle meşhur edebiyat camiamız uzun zaman ona ve yazdıklarına daima ambargo uyguladılar. Başka mahallelerin çok da başarılı olmayan kadın yazarlarının neredeyse her kitabına büyük bir tutulmayla eğilirken onun kitapları için çözümlemeyi değil polemiği yeğlediler. Öte yandan ‘sol ilahiyat’ tartışmaları yapan çevreler ise gerek düşünce tarihi kitaplarında gerekse derleme çalışmalarda ya fikirlerini çarpıtarak sundular ya da onu tümüyle kitaplarının dışında bıraktılar.”


Entelektüel cesareti ve samimiyeti

Abdullah Harmancı ise Cihan Aktaş’ı on sekiz on dokuz yaşlarında okumaya başladığı Dergah dergisindeki hikayeleriyle net hatırlıyor ve onun öyküleri için şu değerlendirmeyi yapıyor: “Kırk seneyi kapsayan yazı emeği, samimiyeti ve entelektüel cesareti, gerek düşünce gerekse edebiyat alanında Cihan Aktaş’ı vazgeçilmez bir isme dönüştürmüştür.”


Salondaki yazı masası lezzetli sofraları

Sözü evine de gittiğim Cihan Aktaş’ın ev halini anlattığım yazımla bitireyim: “ Evin salonu Cihan Aktaş’ın aynı zamanda çalışma odasıydı. Evini taşısa da o çalışma masası hep salonun bir köşesinde yer almaya devam etti. Bir yazarın sahadan topladığı bilgileri edebi bir metinde nasıl kullandığını Aktaş’dan öğrendiğim gibi en güzel zeytinyağlı enginar tarifini de yine ondan öğrendim. Böylece yıllar içinde Aktaş’ın çalışma odası, kitapları, defterleri dışında mutfakta da harika yemekler yapan biri olduğunu keşfetmiştim. Artık sohbetlerimizin saati belliydi:Akşam yemeği saatleri. Fırında patatesli tavuk ve zeytinyağlı enginara eşi Mehdi Beyin İran usulü yaptığı safranlı pilav eşlik ederdi. Yemeği birlikte hazırlarlar, sofranın toplanması ve çay servisini ise eşi üstenirdi. Bütün bu gözlemlerimden şunu anladım ki eşinin desteği her daim Cihan Aktaş’ın üzerineydi. Aktaş’ın yazar kimliği evin içinde de her koşulda gözetilip kollanıyordu.

***

Kaleminin gücüne yüreğindeki merhameti daima gölge olan Cihan Aktaş benim için sadece iyi bir yazar değil iyi bir insan, gerçek bir dost. Bize olduğu gibi bizden sonraki genç kızlara da yeni pencereler açması dileğiyle..

Daima dostlukla!”


#Cihan Aktaş
#kitap
#yazar
#40 Çiçek