İkinci Dünya Savaşı’ndan hiç hasar görmeden çıkarak, Orta Çağ mimarisini en iyi muhafaza eden şehirlerden biri olan Brugge, Kuzey’in Venedik’i olarak anılıyor. Şehir, müze müze gezmek için de yürüyerek veya bisikletle sokaklarında kaybolmak için de kanallarını tekneyle turlamak için de ideal.
Nereye gidersen git dertlerin de seninle gelir, işte acısını bırakıp gidemiyor insan tarzı sözlere eskiden tamamen inanırdım, seyahat ettikçe fikrim değişti. Seyahatlerde ev kiralıyorum genelde, airbnb evleri. Derdimi de götürdüğüm yerler, evet. Ama derdime bir de bu göğün mavisinde bakayım, belki farklı bir seyler görürüm dediğim yerler. Yoksa dertsiz insan mı var, derdini bırakıp gezen ya da? Yok, onlar da seninle Prag’da bir köprüden diğer köprüleri seyrediyor, Amsterdam sokaklarını turluyor, lale alırken eline tutuşuyor. Bisiklete binerken zilin sesiyle o da şehrin sokaklarına dağılıyor.
Beş gece kalıp çok sevdiğim küçük bir şehri, Brugge’ü anlatacağım bu hafta. Brugge seyahatimde de ev kiraladım ve o ev olmasa bu şehri bu kadar güzel hatırlar mıydım emin değilim. Önündeki yoldan bakınca sadece çiçekli duvarları görünen o evde sabahları erkenden uyanıp bahçeye çıkıyor, çıplak ayak çiğ düşmüş çimlere basıyordum. Üşümeyi hiç sevmem ama o üşümek bana iyi geliyordu. Sonra kızım uyanana kadar çalışıyordum, bisikletle fırına gidip ekmek alıyordum, kahvaltı hazırlıyordum. Oralıymışım gibi. Derdim yok muydu? Vardı. “Anlatsam oturup ağlarız şuracıkta” diyecek kadar vardı -bence- ama çimler de vardı, çiçeklerle gizlenmiş bahçenin dışında Flamanca konuşarak gecen insanlar (yabancılarla aramda çiçekten sınırlar var diye romantize ediyordum bunu, böyle güzel sınırlar lazım hayatta diyordum) vardı. Kocaman ahşap görünümlü bir kuyruklu piyano duruyordu holde mesela, salonda on iki kişilik antika bir yemek masası, üzerine sarkan şamdanlı ışıklar vardı. Şömine başında kahve içiyordum akşamları. Gece bisiklete atlayıp Brugge’ü geziyordum. Bir yerden sokak köpeği çıkar mı acaba diye korkmuyordum. “Ben aslında severim de sürü halinde olunca çekiniyorum” diye açıklama yapmama gerek olmuyordu. Zaten o gezide “Köpekten korkuyorum” dediğim, diyebildiğim iki köpekli bir kadın, beni uysal köpeğiyle tanıştırmış, diğerine “Sen dur” komutu vermiş ve hayret o da durmuş, uysal olansa bana izin verdiğim kadar yaklaşıp, sonra biraz daha sonra biraz daha yaklaşıp içimi eritmişti.
Sadece gezip görmek için gittiyseniz, beş gece Brugge’de kalmak için uzun bir süre elbette. Birçok tur şirketinin yarım, bilemediniz tam gün ayırıp gece konaklamadan ayrıldığı bir şehir Brugge. Ben size, ikna edici olduğunu umduğum sebepler sunarak, en az bir gece kalmanızı önereceğim. Ama önce Brugge’de görülecek neler var anlatayım.
Aklınızda olsun
*Brugge’de 33 avro karşılığında 72 saat geçerli Musea Brugge Card alabilir, müzelere ve birçok yere ücretsiz girebilirsiniz.
*Brugge’ü gezmek için en ideal zaman bahar ve yaz ayları. Ancak 25 Kasım 25 Aralık arası yani Avrupa için Noel zamanında şehre giderseniz de Noel pazarlarını ve yılın bu zamanı için hazırlanan Light Experience Trail’i yani 2.5 km’lik Işık Deneyimi Yolu’nu görmeniz mümkün.
*Turistik bir aktivite olsa da Brugge’ü daha yakından görmek, şehrin muhteşem mimarisine sudan tanık olmak için mutlaka bir tekne turuna katılmanızı öneriyorum.
*Brugge’de mutlaka waffle ve çikolata yiyin.
*Brugge’e gelmeden önce “In Bruges” filmini seyredin.
*Gelelim Brugge’de mutlaka bir gece kalın dememin sebebine. Brugge, gündüz ne kadar kalabalık olursa olsun gece kalabalıklar çekiliyor ve sokaklar ve atmosferik ışıkla aydınlatılmış noktalar size kalıyor. Buralar fotoğraf çekmek için ideal ve en güzel Brugge fotoğrafları buralarda çekiliyor. Brugge’de atmosferik ışıkla aydınlatılan yerlerin listesi şöyle: Minnewater Gölü, Bonifacius Köprüsü, Gruuthuse Sarayı, Rozenhoedkaai, Markt Meydanı, Burg Meydanı ve St. Salvator Katedrali.
*Gece herkes gittikten sonra, Brugge sokaklarını doğal ışık altında görme deneyimini kaçırmayın. Brugge’ü gündüz sevmediyseniz, bu saatlerde sevmeniz ve şehrin tadını çıkarmanız çok mümkün.
Orta Çağ mimarisini en iyi muhafaza eden şehir
Brugge, Belçika’nın batısında Brüksel’e bir saat mesafedeki bu şehir Flaman bölgesinin de başkenti ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan hiç hasar görmeden çıkan şehir, Batı Avrupa’da Orta Çağ mimarisini en iyi muhafaza eden şehir olarak da anılıyor, Kuzey’in Venedik’i olarak da. Brugge, müze müze dolaşmak için de, yürüyerek ya da bisikletle sokaklarında kaybolmak için de ya da kanallarını tekneyle turlamak için de ideal bir şehir. Buraya bir not bırakayım; müze gezmeyi seviyorsanız 72 saat geçerli Musea Brugge Card’ı satın alabilirsiniz.
Brugge’un çok iyi korunmuş tarihi merkezi 15. yüzyıldaki haliyle, Arnavut kaldırımlı sokakları, Gotik mimarisi, meydanları, taş köprüleri, dar sokakları, kiliseleri ile aynen duruyor.
47 melodik çanı içeren kule
Brugge’un 83 metrelik bu en uzun çan kulesi, Markt Meydanı’nda bulunan Belfort. Kulede 47 melodik çanı içeren bir carillon (çan takımı) var. Çan takımı çarşamba, cumartesi ve pazar günleri öğlen 11 ila 12 arasında çalınıyor. Yaz mevsiminde ise özel carillon konserleri yapılıyor. 366 merdiveni tırmanmayı ve 2023 itibarıyla 15 EUR olan bilet ücretini ödemeyi göze alırsanız yukarıda muhteşem bir Brugge manzarası sizi bekliyor.
Küçük ve sade bir bazilika
Kutsal Kan Bazilikası, orijinal adı ile “Basilica of the Holy Blood” nispeten küçük ve sade bir bazilika. Burayı Hristiyanlar için önemli ve ziyarete değer kılan şey, Hz. İsa’nın kanını içerdiği söylenen bir şişeye ev sahipliği yapması. 12. yüzyılda kalma Romanesk tarzdaki bazilikanın içinde bir de şapel mevcut. 5 EUR giriş ücreti olan hazine odası dışında kilisenin diğer tüm bölümlerini gezmek ücretsiz.
12. yüzyıldan kalma bir hastane
12. yüzyılda kurulmuş olan St. John Hospital, Church of or Lady Kilisesi’nin yanında yer alıyor. Hastane, günümüzde müze olarak ziyaretçilere açık. Oldukça güzel bir müze olsa da bu müzeyi gezmeseniz bile hastanenin bahçesini görmenizi öneriyorum.
Avrupa’nın en çok fotoğraflanan bölgelerinden biri
Markt meydanına göre çok daha küçük olan Burg Meydanı da yine muhteşem mimariye sahip yapılarla çevrili. Meydana gelmişken mutlaka burada bulunan Stadhuis ve Kutsal Kan Kilisesi’ni ve Avrupa’nın en çok fotoğraflanan bölgelerinden biri olan BlindEzelStraat’ı görün.
Aşk Suyu ve Aşıklar Köprüsü
“Aşk Suyu” anlamına gelen Minne Water Gölü’ne ulaşmak için Brugge merkezden 15-20 dakika yürümek gerekiyor. Güneyde Aşıklar Köprüsü ve Kuzeyde Sashuis arasında yer alan göl ve yanındaki park Brugge’deki turist kalabalığının ardından dinlenmek, yürüyüş yapmak, çiçeklerle süslü köprünün üzerinde fotoğraflar çekmek için harika bir yer. “Church of Our Lady” isimli kilisenin hemen yanında yer alan Aziz Bonifacius Köprüsü Brugge’un en çok fotoğraflanan köprüsü.
Cıvıl cıvıl Markt Meydanı
Markt Meydanı, Brugge’ün ana meydanı. Çan Kulesi’nin hemen dibindeki meydan neredeyse her zaman cıvıl cıvıl. Meydanın ortasında 14. yüzyılın savaş kahramanları Jan Breydel ve Pieter de Coninck’in heykelleri bulunuyor. Etrafı ise muhteşem binalar, ki içlerinde Belediye Binası, Cranenburg evi ve Historium gibi yapılar da bulunuyor, restoranlar, cafelerle çevrili. Meydandaki banklara oturup insanları seyredebilir, faytona veya meydandan kalkan şehir otobüslerine binip Brugge’u gezebilirsiniz.