EDISYON:

Ankara'nın Erzurumlu hocası: Şaban Abak

Hakkı Yanık
04:0015/02/2024, Perşembe
G: 15/02/2024, Perşembe
Yeni Şafak
Şaban Abak
Şaban Abak

Şair ve yazar olmasının yanı sıra insanlığı, nüktedan yapısı ve tanıyana âyan olan zekâsıyla Nasreddin Hoca’yı çağrıştırıyor Şaban Abak. O, bir hoca evet. Ankara’nın Erzurumlu hocası!

Hikâyeci Kâmil Doruk’la gazetenin koridorunda, ana girişe bakan bölümde ayaküstü laflaşıyorduk. Şiir, hikâye, kitap derken söz dönüp dolaşıp Ankara’ya, oradan da bir vesileyle Şaban Abak’a geldi. “Kızgınım Şaban’a” dedi Kâmil ağabey ve ekledi: İstanbul’a gelmiş, bana uğramadı. Tam Ankaralı olmuş!

Edebi yönünü ilk olarak İkindiyazıları’nda tanıdığım Abak, Doruk döneminin kalemlerinden. Erzurumlu. Şair ve yazarlığının yanında bir gazeteci. Öğretmen. Yayıncılığı ve sendikacılığı var. Yedi yıl önce Kayıp Atlar Haritası’yla Türkiye Yazarlar Birliği ‘şiir’ ödülünü alan Abak, yazıp yaptıklarıyla bizim gönlümüzde yer tutan biridir. İnsanlığı, nüktedan yapısı ve tanıyana âyan olan zekâsıyla Hoca Nasreddin’i çağrıştırır. Benim için bir hocadır o, başkentin Erzurumlu hocası!

Şairin yazılarını topladığı, Vatan Hüma Kuşudur, Taze Söğüt Dalından Düdük Nasıl Yapılır?, Karpuz Kestim Yiyen Yok, Tarifi Bende ve Yeni Başlayanlar İçin Sezai Karakoç isimli kitapları Karma Kitaplar tarafından yeniden basıldı. Şiir kitaplarının da basıma hazırlandığını biliyorum.

Tekrar yayımlanan beşli seti okumaya Karakoç kitabından başlamak istiyordum fakat (Abak’ın öne çıkardığı) Tarifi Bende’yi öne aldım.

Eserin zarfına dair söylenecek bir şey yok. Beş kitabın da itinayla hazırlandığı belli. ‘Hoca’yla ilgili kitabın sonundaki iki sayfalık ‘not’ bölümünü sevdim.

Şairin eseri, ismini Kadı Nasreddin Hoca’nın latif hikâyelerinden birinden almış. Metin şöyle: Hoca pazardan ciğer alır. Oradaki biri de güzel bir ciğer yemeği tarifi yapar. Hoca çok beğendiği bu tarifi unutmamak için bir kâğıda yazıp cebine kor. … Ancak eve giderken yolda bir karga ciğeri kapıp kaçar. Hoca cebinden tarifi çıkarıp karganın ardından sallayarak, “Ciğeri kapmış olabilirsin ama tarifi bende!” der (s. 69).

Doğu metinlerinin sembolik bir nitelik taşıdığını dolayısıyla da şerhe, yoruma muhtaç olduğunu çok iyi bilen şair, ismi Bosna’dan Orta Asya’ya kadar yayılan Molla Nasreddin’in latifelerini ele aldığı kitabındaki şerh ve tahlillerinde şaşırtıcı cümleleriyle öne çıkıyor. ‘Tarihî metin ve şahsiyetlerimize bakış’ konusunda bir tarz ortaya koyuyor. Din âlimliği, müderrisliği ve filozofluğu olan ‘Hoca’nın latifelerini, latifelerdeki sembollerden hareketle inceliyor.

Gerçek anlamları bilinen fakat işaret ettiklerine pek âşina olamadığımız bu sembollerin analizi yapılınca karşımıza güldürmekten ziyade düşündüren, yol gösteren, eğiten metinler çıkıyor. Eserinde, yalın bir dil kullanan ve metni boğacak unsurlara tenezzül etmeyen Abak, ortaya koyduklarıyla bir yandan da kendini ‘anlamlandırmak’ istiyor.

Molla Nasreddin Efendi’nin dünyayı şaşırtan gücü nereden geliyor sualinin yazardaki cevabı şöyle: … Hoca, şüphesiz ki mizahı güçlü bir araç olarak, ehlileştirilmiş ve kontrol altına alınmış bir kuvvet olarak son derece ustalıkla kullanan bir aydındır (s. 7). Sıradan bir ‘güldürme’ ustası değil Hoca. O bir “… âlim, mürşid ve mütefekkir”dir (s. 9). Yeri geldiğinde medrese hocası, yeri geldiğinde alperen. O, aynı zamanda bir oyuncu/tiyatrocudur. Oturduğu dalı keser, göle maya çalar, ölmeden önce tabuta girer (s. 15-16).

‘Hoca’nın attan inip eşeğe binmesine getirdiği yorum da hayli değişik Abak’ın. Eşek bir anlatım aracıdır. Attan inip eşeğe binmek Hristiyanlığa mâledilen eşeği onların elinden alma isteğiyle açıklanır. Bu sayede halkla yakınlık da kurulacaktır. Hoca ve eşek birbirine zıttır, dolayısıyla aynı yöne bakmazlar (s. 17).

Nasreddin Hoca latifelerinde düşündürmeye ve ders almaya sevk eden iki unsur net şekilde öne çıkıyor. Bunlar zekâ ve hikmet. Yani o, sadece bir komedyen, bir güldürmece motifi değil. Bu önemli. Şöyle diyor çalışmasında şair: İslâm medeniyetinin ilim, kültür ve sanat dünyasının zirve isimleri birer birer seçilip önce İslâmsızlaştırılıyor, ardından kimliğinin ve temsil ettiği idealin en tali unsuru ana bir sıfatmış gibi o isme eklenip adeta yeniden üretilmiş bir kimlikle yine bize sunuluyordu. … Hoca’ya komedyen, Yunus Emre’ye ‘(h)ümanist’ vb. demek gibi (s. 7).

Hoca üzerine soruları olanların cevaplar bulabileceği bir eser Tarifi Bende. ‘Millî Eğitim’ bu kitabı önce okumalı sonra okullarda okutmalı. Bütün okullar şart değil, metin tahlilinin önem arz ettiği okullar olsa yeter. “Örnek olsun için!”

Abak’tan Hoca başta olmak üzere âlimlerimize yönelik çalışmalarını derinleştirerek gürleştirmesini beklemek hakkımız. Bu kolay. Zor olan kısım bu kâbil eserleri anlamak! Şu soru hep gözümüzün önünde olmalı: Bu eser ne anlatıyor? Cevabı bulmak için güldürmekle gülünç olmak arasındaki ince çizgiyi iyi görerek bir yerden başlamak lâzım...


Kendine yürüyen şair

Dergi fuarında standın arkasında oturuyordu. Önünde dergiler. Selâm verip kendimi tanıttım. Buyur etti, oturduk. Çaylar söylendi. Orada kısa bir sohbet yaptık.

Serap Kadıoğlu, Şiar dergisinin genel yayın yönetmeni. Şairin ikinci şiir kitabı Eksik Gamze, 2023’ün güzünde yayımlandı (Profil Kitap). Kitapta, şiirine pek âşina olmadığım şairin, imzasıyla taçlandırdığı ‘şiirce bir selâm’ı ve iki kanaldan ilerleyen yirmi üç şiir var. Heceyle de yazan -sayılı- şairlerden Kadıoğlu. Bu, ‘serbest’ yanını daraltan bir tercih değil.

Kitaptaki, Sevmeye Besmele’den Başlayanlar İçin başlıklı bölümdeki şiirler bana daha yakın geldi. İlk olarak şunu belirteyim. Kadıoğlu şiiri bir yarım kalmışlık ve eksiklik şiiri. Bunu ben değil, kusurlu güzellik (s. 13), eksik gamze (s. 16), kabuksuz yara (s. 22), kokusuz gül (s. 23), yarım şiirler (s. 33) ve âminsiz dua (s. 49) söylüyor. Kim bilir belki de sadece eksilip yarım kalmaktır insan.

Dizeleriyle çağımızın fotoğrafını çekiyor şair. Mustarip olduğumuz dertlere, derin yaralara işaret ediyor: hep bir şeye yetişme telaşında / her şeye yarım… (s. 13) veya saat sormak için bile / seslenemez olduk insanlara (s. 73).

Kendi içinde gizli bir felsefesi var ve onsuz ilerlemiyor. Birkaç dizeyle örneklendireyim: uzun bir ölümmüş altı üstü yaşamak (s. 14). insan ölünce daha şairdir (s. 17). dünyaya yavaşladıkça kendine hızlanır insan (s. 20). kaçtığımız şeyler içimizde yuva yapıyor (s. 37). insan … yürüdüğü yoldan ağır (s. 62).

Şiire karşı karamsar gördüm kendisini, “gönlümüz yazdadır ama şiir kış biraz” (s. 16) dizesini okuyunca. Öte yandan bazı dizeleri tam hikâye. Mesela, “yorgun salacak’ta ıssız bir akşam / suya uzanırken gökte dolunay” (s. 26) dizeleri.

Şairlik ağır kelime işçiliği gerektirir. Kimi harf harf kâğıda döker emeğini, kimi zihnine nakşeder. Sonunda varılan nokta şöyle olabilir: basit kelimelerden ağır yaralar aldım (s. 43).

Kadıoğlu pek noktalama işareti kullanmıyor. Sanki bütün işaretleri kitaptaki ilk şiir olan Sürgün’de kullanmış gibi! Tam bir renk cimrisi. Belki de zengini demeliyim. Mavi, siyah, yeşil ve beyaz; o kadar.

Altını çizdiğim, kitabın sonundaki boş sayfalara karaladığım birçok dize oldu. Hepsini aktarmak mümkün değil. Birkaçını buraya alayım: bir duanın avucunda kıvranır dünya (s. 14). biz nerede güzelsek orada yenildik (s. 17). kalpte yara kolay da / yarada kalp taşımak ne zor! (s. 24). yurt olurum dedim belki bir gurbete (s. 33). yalnızız evet yağmur bunu hep vur yüzüme (s. 53). ömrüme kefaret bir mısra yeter (s. 21).

“Sonunda kendime yürürken buldum kendimi” (s. 33) diyen şairi ve şiirini takibe devam. Dergiciliğini de!


#hayat
#aktüel
#kitap

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.