Milli şairimiz Mehmet Akif’in vefatının 83. Yıldönümü. 27 Aralık 1936 yılında Beyoğlu’nda Mısır Apartmanı’nda son nefesini veren Mehmed Âkif’in hem şiirlerine konu olan hem de yaşamının bir parçası olan doğup büyüdüğü İstanbul dışında izler bıraktığı pek çok şehir vardır. Milli Mücadele’nin 100. Yılında bize İstiklal Marşını hediye eden Mehmet Akif’in hayatında yer etmiş şehirleri konu alan 10 kitaplık bir çalışma yayımlandı. Pendik Belediyesi ile Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı’nın çabalarıyla ortaya çıkan “Akif’in Şehirleri” projesi 25 Aralık’ta düzenlenecek bir panelle okurlara anlatılacak. Akif’in bu şehirleri aynı zamanda görsel olarak da panele paralel bir sergiyle okurlara sunulacak. 10 kitaplık projenin editörlüğünü Medeniyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi hocalarından Turgay Anar üstlendi. Anar, Mehmet Akif’in yazdığı şiirlerin toplandığı Safahat kitabına yansıyan Anadolu ve Avrupa Yakası ile İstanbul, Ankara, Kastamonu, Edirne, Berlin, Anadolu Coğrafyası (Balıkesir, Burdur, Antalya, Konya, Eskişehir, Bilecik), Mısır, Arap Coğrafyası (Beyrut-Şam-Mekke-Medine-Necid), Adana-Antakya olduğunu belirtirken Akif’in bir şekilde uğradığı ve kaynaklara da yansıyan bazı şehirler yeterli malumat olmadığından kitap boyutuna gelemediğini dile getirdi. Bizde sohbetimize doğup büyüdüğü ve vefat ettiği İstanbul’dan başlayarak sorularımızı yönlendirdik. Buyurun
Âkif’in doğduğu Fatih kültürümüz, sanatımız, ekonomimiz ve toplumumuzda yer etmiş önemli semtlerden biridir. Sarıgüzel’de doğan Âkif’in hayatını etkileyen ve kendinden iz bırakan bu semt ilmin merkezi olduğundan burada babası vasıtasıyla istifade etmiş ve eserlerine yansıtmıştır. Her yerin karanlığına rağmen aydınlık yarınlara inanan Mehmet Akif’in sembol olarak kullandığı mekânlardan biri de Fatih Camisi’dir. O, Fatih Camisi’nde içinde bulunduğu ortamı; Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecinde, bir medeniyet değeri olan camiyi, çevreyi ve insanı birlikte ele alır.Fatih Camisi kendisini ikrar eden, tanımlayan ve ayakta duran yükselen müthiş bir heykel gibidir. Müslümanın duruşunu temsil eden caminin görkemli duruşu, insanına da yansımıştır. Ona göre Fatih Camisi, kültürümüzün bir sembolüdür. Âkif, bu camide kendini, aydınlık ruhunu bulmuştur. Adı Âkif ile özdeşleşen Mısır Apartmanı da yüzyıl başlarında Abbas Halim Paşa tarafından kışlık konak olarak inşa edilen İstanbul›un ilk betonarme yapılarındandır. Paşa›nın ölümünün ardından yapı, varisleri tarafından katlara ayrılmak suretiyle apartmana dönüştürülmüş ve elden çıkarılmıştır. Şair Mithat Cemal Kuntay da bu apartmanda yaşamıştır. Mehmet Akif Ersoy, Mısır’dan Türkiye’ye döndüğünde bu apartmanda bir daireye yerleşti ve ölümüne değin burada yaşamıştır. Akif’in Fatih’te Doğu’da doğup Batı’da Beyoğlu’nda vefatı belki de bir tesadüf eseri onun kuşatıcılığın bir göstergesi olarak da okunulabilir. Ancak onun Beyoğlu’na vefatı daha çok kadirbilir dostları Hıdiv ailesinin ısrarı ile olmuştur. Mehmet Akif, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Batılılaşmanın yansımasının görüldüğü Beyoğlu’ndan ziyade Müslüman Türk’ün sesi soluğu olan Fatih’tir.
Âkif, Baytar Mektebi’ni bitirince Orman, Meâdin ve Ziraat Nezareti Beşinci Umûr-ı Baytariye ve Islâh-ı Hayvanât Şubesi memurluğuna tayin edilir. Birkaç ay sonra da Müfettiş Muavinliği’ne getirilir. Âkif, 1893 yılında girdiği memuriyette 20 yıl kadar kalmıştır. Mehmed Âkif’in zaman zaman memuriyet icabı bazen şahsi arzusuyla yaşadığı ve gezdiği şehirler, onun acı çeken, kızan ve sevinen hülasa onu bir insan olarak var eden yönlerini de oluşturur. Mehmet Âkif, değişik görevler sebebiyle farklı coğrafyaları ve kültürleri görme imkânı bulmuştur. Âkif, Baytar Mektebi’ni bitirdikten sonra yirmi ay kadar Edirne’de baytarlık yapmış ve görev gereği yaptığı bu seyahat onu çok etkilemiştir. “…Edirne’de yirmi aya kadar kaldım; ancak pek toy, pek gençtim. Harb-i Umûmî’den kısa bir zaman önce Mısır’a, Mısır’dan Hicaz’a, oradan Medine-i Münevvere’ye geçmiştir. Şam, Halep ve Adana’ya yaptığı seyahatler de Âkif’in görevi gereğidir.1896’da Baytar Miralayı İbrahim Etem Bey ile birlikte ordu için Adana’ya at alımı için gitmiştir. Buralarda halkla iç içe olması, memleketi, köyü, köylüyü tanıması, Âkif’in bu seyahatlerinin en önemli sonuçlarıdır.
Türk edebiyat ve kültür tarihinin önemli isimlerinden biri olan Mehmet Âkif, şair-yazar, mütefekkir ve mücadele adamıdır. Siyasî ve fikrî mücadelelerin en yoğun olduğu bir dönemde yaşayan Âkif’in fikrî şahsiyeti de en azından edebî şahsiyeti kadar dikkate değerdir. Milletimizin askeri, sivili, köylüsü ve kentlisi ile tek vücut olduğu Millî Mücadele’de herkes üzerine düşeni yapmaya çalışmıştır. Mehmet Âkif, vatanı söz konusu olduğunda kendisinden beklenen faaliyetleri hep yapmıştır. Birinci Cihan Harbi yıllarında Avrupa, Anadolu ve Arap diyarlarında farklı şehirlere gitmiştir. Millî Mücadele başlayınca Burdur milletvekili olarak hizmet etmiştir. Burdur milletvekili olarak Kastamonu’ya gitmesi, oradaki halkı milli mücadele lehine aydınlatması istenince yollara düşen Âkif, yaşanan çalkantılı dönemde kendisinden beklenenleri hakkıyla yapmış, insanımızı aydınlatmış, halkı millî birlik ve beraberliğe çağırmıştır. İmzalanan Mondros Mütarekesi’nden sonra vatan topraklarının birer birer işgal edilmesi Âkif’i derin bir ıstırap içinde bırakmıştı. O, Millî Mücadele’nin manevî kumandanlarından olup ülkenin işgali üzerine yaşanan zulmü halka anlatmaya gayret etmiştir. Ülkenin kurtuluşu için çıkar yolu azim ve kararlılıkta, gerekirse silahlı mücadelede gören Âkif bu düşüncelerini ifade etmiştir.
Halka güven telkin eden ve halk tarafından sevilen Âkif, Millî Mücadele kadrosu içinde yer alarak şehir şehir dolaşıp etkili konuşmalar yapmıştır. Balıkesir, Burdur, Antalya, Konya, Eskişehir, Bilecik onun halka hitap ettiği şehirlerden bazılarıdır.
Mehmet Âkif camilerde vaazlar verir. Millî Mücadele’ye katkısı olabilecek bazı şehirlere gider, orada nabız yoklar ve o kentlerde verdiği vaazların yanında konferanslarla, çeşitli konuşmalarla halkta o dönem yaygın bir kanaat olarak beliren Kuvâ-yı Millîye’nin İttihatçı bir hareket olduğu fikrinin doğru olmadığını anlatır.
Milletçe birlik ve beraberliğin her kademede tesis edilmesinin, bütün yüreklerin aynı şekilde ve heyecanla atmasının güçlü bir devlet olabilmek önemli bir şehir olan Ankara yeni devletin, kendini kurmaya ve derleyip toplamaya başladığı sırada birçok aydın vatansever gibi Akif’i de misafir etmiştir. Akif, Ankara’da Tacettin Dergâhına yerleşmiş, bir yandan İstiklal Savaşı’nın ruhunun devamı için yapılan çalışmaların karargâhı olan Tacettin Dergâhı bir “edebî meclis,” bir “sohbet meclisi” olmuştur. Bir çeşit destan hayatı yaşayan Akif’in hayatında önemli yer tutan Tacettin Dergâhı deyince dervişler, ayinler hatıra gelmesin; eşraftan birinin selâmlık dairesi... Ufak bir köşk gibi muntazam yapılmış, içi dışı boyalı, döşenip dayanmış basit bir yer. Ayrıca unutmamak gerekir ki, Âkif İstiklâl Marşı’nı bu dergâhta yazmıştır. Bu yönüyle bu yapı, millî unsurları dikkate alanlar için son derece önemli bir “hafıza mekânı”dır. Millî heyecanı koruyacak, millî azim ve imanı manevî alanda besleyerek zinde hâlde tutacak bir millî marşın Âkif tarafından yazılış ve kabul edilişini yakın arkadaşlarından Mithat Cemal Kuntay şöyle anlatır: “İstanbul’da bazı gazeteler manda isterken Âkif’in göğsü Ankara’da yazacağı İstiklâl Marşı ile dolu idi. Yalnız, marşın sesini Ankara’da buldu.”Âkif’in dergâha yerleşmesi ile birlikte dergâh, adeta dost ve ziyaretçi akınına uğramıştır. Dergâha gelen misafirler arasında Münir Bey (Wasington Sefiri), Mısırlı Hilmi Bey, İzzet Paşa (Esbak Sadrazam), Hüseyin Kâzım (Şeyh Muhsin-i Fâni), Fatih Hoca (Rasathane Müdürü), Hikmet Bey (Esbak Maarif Vekili), Doktor Adnan Bey (Esbak Dâhiliye Vekili) gibi eski dostları da bulunmaktadır. Bu itibarla Tacettin Dergâhı Âkif için sadece bir ikâmetgâh değil aynı zamanda dostları için bir “Edebî meclis,” bir “sohbet meclisi” durumundaydı. Onun edebî, fikrî ve kültürel konuşmalarını dinlemek, dini, millî ve mûsikî konularındaki sohbetlerinden istifade etmek isteyenler buraya koşarlardı. Ordumuzun durumu, cephelerdeki son gelişmeler hakkında bilgi almak isteyenler Âkif’in ikamet ettiği dergâhtaki sohbetlerine katılırlardı. Odalar, ziyaretçilerle dolup-taşar; sohbet gecenin geç saatlerine kadar uzardı.