Türk edebiyatına hususi bir roman dili getirmiş, Yahya Kemal mektebinin temsilcilerinden Abdülhak Şinasi Hisar’ın periyodiklerden derlenen edebiyat yazıları iki kitapta bir araya getirildi. Bu yazılarda Hisar’ın derinliğini göremedim. Bazı eleştirilerim var.
Abdülhak Şinasi Hisar’ın Edebiyat Yazıları I ve II başlıklarıyla yayımlanan kitapları başta roman olmak üzere şiir ve tenkide dair görüşlerini bir araya getiriyor. Gazete ve dergi sayfalarında kalmış yazılardan derlenen bu kitaplar, Hisar’ın edebiyat mülakatlarını da içeriyor. Kitapların herhangi bir notlamaya tâbi tutulmaması, güncel dile yabancılaşan kelimelere anlam verilemediğinde bazı cümlelerden verim alınamaması kitapların en erken görülebilen noksanları. Muhtemelen Fransız diliyle çok erken yaşlarda muhatap olduğu için, yazarın Türkçesinde bu dilin yoğun tazyiki, tacizi görülüyor. Dizgi hatasından değilse bazı cümleleri anlamak için birkaç defa okumak gerekiyor. Hisar’ın deneme ve romanda tutturduğu dil ve üslubu, gazete ve dergilere gönderdiği yazılarında yakalayamadığını düşünüyorum. Buna bir numune olması bakımından meraklısına “Romancının Şahısları I” yazısındaki “Romancı, kendine içten gelme olmayanı yazamaz. Ancak o da en iyi bir romancıysa, bütün irsiyetiyle münasebetlerinde olduğu, hayatında ülfetlerinde bulunduğu...” sözleriyle başlayan uzun paragrafı okumasını tavsiye ederim. Bu paragraf elbette anlaşılacak, okura bir şeyler söyleyecek ama bu dikenli dilin arkasında Hisar’ın savrukluğu mu Fransızca düşünüp Türkçe yazmanın gerilimi mi var bilmiyorum. Kötü bir çeviri okuyoruz neredeyse, bir Osmanlıca metni sadeleştirmeye çalışan acemi bir Türkolog konuşuyor sanki. Gerideki kısacık alıntı bile bir fikir verebilir. Buna ilave olarak bir hususa daha değinmek icap ediyor. Eski zaman yazarlarının romanları dışında gazetelerde kalan ya da sağlıklarında kitaplaştırdıkları düzyazılarını okumaya ayrı bir önem veriyorum. Bir sanatçının dünyasını bütünleyen yazılar oluyor bunlar. Gel ki Abdülhak Şinasi de bunu göremedim. Birkaç küçük romana, Boğaziçi kitaplarına derin, sarsıcı, büyük bir edebiyat ve dil yükleyen Hisar, nesirciliğinde aynı ihtişamı sergilemekten epey uzak görünüyor. Uzun yıllara yayılmış, birbirini tekrar eden yazılardan bahsediyorum. Neredeyse yarısını bir hikmet barındırmayan aforizmavari paragrafların oluşturduğu bu yazılarda altını çizdiğim birkaç husus oldu. Onları paylaşacağım. Edebiyat Yazıları, sırf kalemi tutan el Abdülhak Şinasi Hisar gibi bir roman ustasına ait olduğu için yayımlanabilirdi. Şöhretini temin eden başka bir kulvarı kendisine açamasaydı bu yazılar ancak bir seçki ile bugüne getirilirdi.
TESADÜFLERE KARŞI İNKİŞAF ROMANI
Türk edebiyatında bir Yahya Kemal mektebi varsa onun en sadık sanatçılarından biri Abdülhak Şinasi Hisar’dır. Bu tayini, Hisar’ın yazılarındaki roman ve şiire dair değerlendirmelerinden dolayı ediyorum. Edebiyat Yazıları’nın en zengin tarafını roman yazıları oluşturuyor. Dergâh senelerinden sonra Türk edebiyatında Proust çizgisini, sezgici edebiyatı romanda önce Hisar sürdürmüştür. Roman poetikasını ortaya koyduğu bu yazılarda romanın en büyük üstadı olarak Marcel Proust’u göstermesi tesadüfî değildir. Hisar, bir okur için roman bilgisi ve zevkini o okurun edebi seviyesinin ölçüsü olarak değerlendiriyor. Ona göre kuvvetli bir romancı yetiştiremeyen edebiyatın zinde ve sıhhatli olması mümkün değildir. Türk edebiyatı tarihinde bitmek bilmeyen ancak 1910’lardan 1940’lara kadar harareti hiç azalmayan tartışmalardan biri de millî roman meselesidir. Hisar da 1931’de yazdığı bir yazıda millî bir romanımız olmalıydı, henüz yazılamadı diyor. Bu yazılarda asıl önemli olan Hisar’ın kendi roman anlayışı ve buna bağlı olarak roman tasnifidir. Ona göre roman genel kuralları olan bir tür değildir. Romanın menşei ve tabiatı buna engeldir. Roman, masalın, şiirin, destan, felsefe ve ilmin mirasyedisidir. Fransızcadan çevrilen eski cinayet romanları Türk okurunun edebî zevkini düşürmüştür. Bunlar “hikâye ticareti” yapan metinlerdir. Romanda vak’a takibini arayan okuru yetiştiren dalgalardan biri bu çeviriler olmuştur. Cemiyet, hayat, his ve fikir bir romanda aranacak aslî unsurlardır, vak’a bunları doğran ancak bir vasıta olabilir. Hisar’a göre bir romanın en büyük meziyeti romana benzememesidir. Bu iddiasını roman sınıflamasında esas alacaktır. Hisar 1943’te yayımlanan bir söyleşisinde romanı, “Vak’a ve tesadüf romanı” ve “İnkişaf ve tahlil romanı” olarak ikiye ayırır. Birinci kısım romanlar Hisar’a göre indî ve keyfî bir planda geçer. Romancı vakaları uydurup karıştırmaktan zevk alır. Bütün kıymetleri tesadüflerden gelen bu metinler “roman kokar.” İkinci sınıftaki inkişaf ve tahlil romanları ise “Şuurlu bir surette insanları, ruhlarını, başlarını, talihlerini, hayatı idare eden umumi kanunları aramak, hiç olmazsa bazı fikir ve hisleri tahlil etmek peşindedir.” Düşündürmek, hayatı derinden duymak ve duyurmak ister.
Hisar’ın edebiyat yazıları içinde tenkit tarihimizden de bahisler vardır. Pek çoğu genel değerlendirmelerden oluşan bu yazılarda bir münekkit olarak İzzet Melih ve Raif Necdet’in tenkit yazılarını işaret etmesi edebiyat araştırmacılarının dikkatini çekmelidir. Şiir bahsinde de Yahya Kemal’in deruni ahenk tasavvurunun peşinden gidercesine şiirin anlaşılan değil hissedilen bir şey olduğunu dile getirir. Ona göre “Anlamamak”ı anlamak ve kabul etmek, şiir meselesini yoluna koymanın anahtarıdır.