Son dönemlerde haber bültenlerinden internet sitelerine, dost sohbetlerinden sosyal medyaya kadar nereye baksanız karşınıza 'İfşa' kitabı ile karşılaşıyorsunuz. FETÖ ile mücadele kapsamında oldukça 'cesur' ve 'gerçek' bir yaklaşım sergileyen kitabını konuşmak için buluştuğumuz gazeteci Toygun Atilla, sadece kitabını anlatmakla kalmadı, yaşanan süreçlerle ilgili de önemli açıklamalarda bulundu…
• Kitabınız alanında en çok okunanlardan biri oldu ve geçtiğimiz günler itibariyle henüz okuyucuyla buluşmasının üzerinden çok kısa bir süre geçmesine rağmen 4. baskıyı yaptı. İfşa'nın bu başarısını neye bağlıyorsunuz?
Çünkü kitabın yaslandığı tek bir yer var; gerçekler. Herhangi bir siyasi angajmana yaslanmazsanız, bu duyguyu da okura verirseniz, okur bu gerçeğe sahip çıkıyor. Kitabın kısa zamanda bu denli başarıya ulaşmasının altında yatan gerçeklik bu.
• Kitabın devamı gelecek mi?
Bu çok düşündüğüm bir şey. Bu konuda yazılacak o kadar çok şey var ki. Son 15 yılı FETÖ meselesi ile geçen bir gazeteciyim. En son bu kitabı yazarken yaşadığım stresten diş etlerim çekilmeye başladı, alt dişlerim dökülüyor.
FETÖ meselesi bir gazeteci olarak yalnızca benim derdim değil, bu toplumun derdi. Yazmaya devam edeceğim ancak bundan sonra bu konuları yazar mıyım henüz onu bilmiyorum.
• Kitabın bir yerinde Zeki Güven'in örgüt içindeki kritik rolünden bahsediyorsunuz. Ancak Güven, bildiğiniz üzere MİT operasyonuyla yakalandı ve tutuklandıktan çok kısa bir süre sonra hapisteyken öldü. Bu kitabı yazarken yola çıktığınız örnekler ya da davalar sürecinde gözlemlediğiniz kadarıyla örgütün halen içeriye müdahale edebileceğine dair bir izleniminiz oluştu mu?
FETÖ’nün gücü halen var. Kitaptaki Nurefşan örneğinde okuyucular bunu çok net bir şekilde gözlemleyebilir. İçeriye giren kişilerin örgütle bağlarının kopmamasına çok özen gösteriyorlar ve örgütün cezaevinde dahi devamlılığını sağlıyorlar.
Nurefşan örneğinde var. Kadın gözaltı sürecinde örgütten kopmaya başlıyor, tam çözülme aşamasına geçiyor… O sırada cezaevine giriyor ve her şey eski duruma dönüyor. FETÖ’nün 'konuşturmama' konusu var. Tabi bunu Zeki Güven üzerinden söylemiyorum. Öldürüldü mü başka bir şey mi oldu bilemem. Her şey mümkün. Ancak biz gazeteci olarak, elimizde veri olmadan 'niyet okuma' ile gazetecilik yapmamalıyız. Ben bunu yıllar önce öğrendiğim için, Güven’in ölümüne dair elimde somut bir gerçek olmadan herhangi bir şey söylemem doğru olmaz. Eğer oturduğumuz yerden 'Evet FETÖ öldürdü' dersek ve bu da FETÖ ile mücadeleyi sulandırmak anlamına gelir.
FETÖ mensuplarını kazanmanın yolları aranmalı
• Sizin bahsettiğiniz 'kazanma' sürecini nasıl anlamalıyız? Kuleli Askeri Lisesi'nde o dönemde bu yapıya ait olduğu belirlenen öğrencilerin ilişği kesilecekken 'ilerde kazanırız' düşüncesi hakim oluyor. Aradan geçen yıllarda bu isimlerin 'kazanılamadığını', darbeye bizzat iştirak ettiklerini görüyoruz. ‘Kazanma’ riskli bir yaklaşım olmaz mı?
Ben 'FETÖ mensupları cezaevinden çıkarılsın' demiyorum, 'yeniden kamu görevlisi olsunlar' da demiyorum. Bilakis, polisiye operasyonlar ve yargı süreci çok daha büyük bir ciddiyetle, sistematik bir şekilde yürütülsün diyorum. Bunun yanında da ben, 'Bu adamların düşünce yapılarının değişmesi' noktasında bir şeyler söylüyorum.
Sonuçta Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayacak bu adamlar. Kimisi 3, kimisi 5 sene sonra içeriden çıkacaklar ve aramıza karışacaklar. Bu adamların örgütün nasıl tehlikeli bir yapı olduğunu iyi anlayıp, toplumdaki diğer normal bireyler haline getirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Adam katı bir şekilde giriyor cezaevine, çıktığında örgütle bağının kopması gerekirken, daha katı bir şekilde çıkıyor. Bahsettiğim konu bu.
Devlet FETÖ konusunda acı bir sürprizle karşılaşmak üzere
• Siz Balyoz, Ergenekon gibi kumpas davaları sırasında da FETÖ döneminde de çok önemli haberler yaptınız. O dönemler suçlu olduğu iddia edilen kişiler için çok yüksek ceza talepleri vardı. Şimdi FETÖ davalarında çoğunlukla 6-10 yıl aralığına sıkıştı verilen cezalar. Kitabınızda MİT'in internet sitesinde yer alan 'İstihbaratta gaye, doğru haber almak ve devleti sürprizle karşı karşıya bırakmamaktır' ifadesine vurgu yapıyorsunuz. Davalarda yaşananları ve verilen cezaları düşündüğünüzde 'yeni bir sürpriz' ile karşılaşma ihtimalimiz var mı?
Devlet, çok acı bir sürprizle karşı karşıya kalmak üzere. Bunun en somut örneği; İzmir’deki askeri casusluk davasındaki verilen cezalardır. Orada, insanların evine delil yerleştiren FETÖ mensuplarına 'görevi kötüye kullanmak' suçundan ceza verildi. Bu adamların ya casusluk ya da komplo kurmaktan çok ciddi cezalar alması lazımken, görevi kötüye kullanmaktan hüküm giydiler. Maalesef bu istisna bir örnek değil. Davaların büyük çoğunluğunda durum bu.
Erzurum'da darbeci bir asker var. Örgütün has elemanı. Ama örgüt üyeliğinden ceza almış Müebbetle yargılanması lazım. Safsaklama var.
Bir sürü suçlu var. En önce gazeteciler suçlu. Davaları özenle takip etmiyorlar. Davanın başına ve sonuna giriyor, aralarda neler oluyor bakmıyorlar. Sistem suçlu. FETÖ ile mücadeleye bir matematik gibi bakıyorlar. '400 adam aldık, 50 adam tutukladık' gibi… Öyle olmaz. Bunların hepsinin ayrı hikayesi var. Orada darbeci de var, casus da var, ajan da... Hepsinin kendine ayrı bir özelliği var. Siz bunu delillendirip, hak ettiği cezayı vermek zorundasınız.
15 Temmuz’u yaşadı bu ülke. Orada şehit olan vatandaşlarımızın sorumluluğu hepimizin üzerinde. Şehit lafı öylesine bir laf değil. Şehit lafını özümsemez ve onların sorumluluğunu üzerinizde hissetmezseniz bu davaları çözemezsiniz.
• Kitapta 'itirafçılarla' ilgili de önemli ayrıntılar var. 15 Temmuz’un hemen ardından itirafçılık furyası patladı. Sonrasında bunun bir örgüt taktiği olduğu üzerinde duruldu. Bu kitabı yazarken binlerce sayfa 'itiraf' okudunuz. Siz itirafçılığı nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlk başlarda itirafçıların verdiği ifadelerin büyük çoğunluğunda yurt dışına kaçmış örgüt mensuplarının isimlerinin verildiğini gördüm. Bunlar hakkında ifade veriyorlardı. Aslında size verdiği yeni bir şey yok. Bu bir taktikti ve kısa sürede deşifre oldu bu yaklaşım.
Sonrasındaysa samimi itirafçılar çıktı. Fakat onları da örgüt bir süre sonra yeniden kuşattı ve onlar da itiraflarını geri aldılar. O zaman tekrar başa döndük. Adam 'ben bunu baskı altında verdim' diyor ve o geçerli oluyor. Eğer devletimiz bu mücadele sağlam deliller altında ilerlemezse ileride ciddi sıkıntılar yaşanabilir. Zaten Avrupa'da bu konuda bize karşı geçmişten gelen bir önyargı var.
FETÖ'den itirafçı oldular MİT'teki görevlerine devam ettiler
• MİT içindeki FETÖ mensuplarının darbeden çok daha önce bir şekilde 'belirlendiği' ve kızak görevlere çekildiği biliniyor. Teşkilat neden bu isimleri doğrudan atmadı da kızak pozisyonlara göndermek gibi bir yol tercih etti?
• Herkesin merak ettiği bir dönemde Fettah Tamince ile görüştünüz ve hakkındaki iddiaları bizzat ona sordunuz. Bu görüşmeye dair neler söylemek isterseniz?
Tarafsız bir gazeteci olarak kapısını çaldım. O da aslında 'gazetecilik geçmişime onay vererek' beni kabul etti. Aklımdaki soruları sordum, verdiği cevapları kitabıma yazdım. Ama bana doğru gelmeyen ifadeleri vardı.
2004 yılında Yener Süsoy ile röportajında FETÖ için 'idolüm' demişti ama demediğini iddia etti benle görüşmesinde. Yener Süsoy vefat ettiği için benim ona bunu sorma şansım yok. Ancak Tamince'nin aradan geçen 15 yılda 'idolüm' dediği iddiasına dair bir tekzip ya da yalanlaması da yok. Ben de bunu oraya koydum. Gazetecilik böyle bir şey. Sadece karşıdaki ismin söylediklerini yazmak değil.
FETÖ'cü olduğunu bilinmesine rağmen Pasaport Şube'ye verildi: Örgüt mensuplarını elini kolunu sallayarak kaçtı!
• Tamince, ya da kitapta ismi geçenler, kitap çıktıktan sonra sizi aradı mı? Ya da yayının ardından 'keşke bunu yazmasaydın' şeklinde bir uyarı aldınız mı?
Hayır kimse aramadı. Keşke bunu yazmasaydın, şu kısmı neden yazdın diyen de olmadı. Bir tek eleştiri almadık olumsuz. Gerçek böyle bir şey çünkü.
• Kitabınızda bahsettiğiniz isimlerden biri de Sami Uslu. FETÖ'cülüğü ayyuka çıkmış bir isim. Öyle ki Kastamonu'dan İzmir'e atanıyor. Örgüt mensubu olduğu anlaşılınca daha 32 gün geçmişken o görevden alınıp, Pasaport ve Güvenli Belge Daire Başkanlığı görevine veriliyor. Onun bu göreve gelmesiyle birlikte FETÖ mensupları elini kolunu sallayarak ülkeden kaçıyor. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sami Uslu olayı aklımızda alay edilmesidir. Bu mücadelenin iyi niyetle düşünürsek 'amatörce', kötü tarafından bakarsak halen FETÖ'cüler tarafından yönetildiğinin bir göstergesidir.
Bakın siz darbenin belki de en kritik ismi olan Adil Öksüz'ün yakalanması için bir ekip oluşturuyorsunuz. Başına FETÖ’cü getiriyorsunuz. Bu adamları bu görevlere getirenler hesap verdi mi? FETÖ ile mücadelede yanlışların hesabı verilmedi, halen de verilmiyor.
Yeni bir darbe ihtimali var mı?
• FETÖ'nün halen Türkiye’de 'bir şeyler' yapma ihtimali var mı?
FETÖ halen bir şeyler yapıyor Türkiye'de. Sadece toplum FETÖ ile mücadele edildiğini düşündüğü için bu gerçeğin farkına varamıyor. Kitabı yazma gayelerimden biri bu. Diyorum ki 'Dikkat, tehlike var!'
FETÖ ile mücadele konsepti siyaset üstü bir bakış açısı ile değerlendirilmeli. Sonuçta bu ülkenin sorunu. Onun için bütün siyasi partiler bu FETÖ konusunu ciddiye almak ve mücadelenin doğru ve etkin bir şekilde yürütülmesi için çaba sarfetmek zorundadır. Bu, ülkenin geleceği için gereklilik. Devlette de devamlılık esas olduğuna göre, FETÖ mücadelesi siyasilerin günlük politikalarının ötesinde bir Milli Güvenlik politikası olduğu özünsenmeli.
Mücadelede bilim-akıl-hukuk üçgeni kurulamadı
Bizim, ‘Şimdi bunu nasıl çözeriz?’ diyerek bilim-akıl ve hukuk üçgeninde bu sorunun çözümünü aramamız lazım. Bilim de yok, hukuk da, maalesef akıl da. Bu üçü yokken mücadele olmaz. FETÖ hain ve kahpe bir örgüttür. Ancak FETÖ ile mücadele sadece ‘FETÖ hain’ diyerek yürütülemez. Mevcut durumda örgütle mücadelede sistem yok. Emniyette de, yargıda da birkaç ismin çabası ile ilerliyor.
Almanlar, Nazilerle nasıl mücadele etmiş bu incelenmeli. Orada Nazi Partisi’ne üye olan ayrı, adam öldüren ayrı ceza aldı. Herkes, içinde bulunduğu duruma göre ceza aldı. Sistem var, yazılı kaideler var. Onun dışına kimse çıkamıyor ve Nazi ile bağı olan herkese o sisteme göre hesap soruluyor. FETÖ ile mücadele olsa yukarıda saydığımız isimlerle ilgili birçok sorunun da cevabını alırız. Örgütle mücadele düzgün bir şekilde yürütülememesi nedeniyle FETÖ bundan güç devşiriyor.
Mücadele 15 Temmuz’un tüm algısını yerle bir edecek şekilde ilerliyor
İş öyle bir noktaya ilerliyor ki; benim en büyük korkum iki, üç sene sonra '15 Temmuz darbesini devlet kendi kendine yaptı ve kendi halkını bombaladı' diye bir argüman gelişir ve buna bütün toplum inanır. Avrupa'da, ABD'de yaptıkları bu. Yöneticilerin bunu görmesi lazım. FETÖ dendiğinde artık insanlar inanmıyor.
Siz topluma FETÖ’yü anlatamadığınız için Fuat Avni gibi, Kaç Saat Oldu gibi hesaplar türüyor ve toplumu kendi istedikleri yönde dinamize ediyor. Siz FETÖ’yü anlatamadığınız için de insanların diğer tarafa geçmesinin önünü alamıyorsunuz. Bunu çok iyi analiz etmemiz lazım. Neden FETÖ’yü topluma anlatamıyoruz sorusuna dolu dolu bir yanıt vermemiz lazım.
• FETÖ'nün en güçlü olduğu kurum günümüzde neresi sizce?
Örgüt TSK içerisinde halen çok güçlü. En güçlü olduğu yerin Türk Silahlı Kuvvetleri olduğunu söyleyebilirim.