Son dönemde gündemde olan MEB’in müfredat değişikliğine yönelik çalışmalar sürüyor. Maarif platformu ise konu ile ilgili ilmi çalışmalarına devam ederken “Eğitimde Maarif Ve Müfredat Yenileme İhtiyacı: Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Üzerinden Teorik Bir Analiz” başlığı ile hazırlanan çalışma Tarih Okulu dergisinde yayımlandı. Eğitim Bilimci hocalar Prof. Dr. Burhan Akpınar ve Doç. Dr. Bahadır Köksalan tarafından hazırlanan araştırma çalışması, MEB’in devam eden müfredat yenileme çabaları, Türkiye'ye ait kültür ve inanç değerleri ve kavramlar ışığında mercek altına alınmış bir analiz sunuyor.
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'in talimatıyla başlatılan müfredat değişikliğine yönelik hazırlık çalışmaları, Ortaöğretim Genel Müdürlüğünün koordinasyonunda 2023 yılının haziran ayında başlamıştı. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, yeni hazırlanan müfredat değişikliği ile “sadeleşmenin” yapılacağını ifade ederken, hazırlanacak müfredatın da milli ve manevi değerlere uygun olacağını belirtti. Tekin, “Bize ait ve bizim değerlerimizle inşa edilmiş, bizim referans değerlerimizin ışığında oluşturulmuş bir eğitim sisteminin inşası için gerekli çalışmaları yapıyoruz” açıklamalarında bulundu.
Bir kısım çevreler ise söz konusu müfredat değişikliğinin bilime ve bilimsel gerçeklere “aykırı” olduğunu beyan ediyor. Yoğun ve yaygın şekilde muhalefet ederek çalışmaları engellemeye çalışıyorlar.
Maarif Platformu ilmi çalışmalarına devam ediyor
Hiçbir bilimsel çalışma yapılmadan sorumsuzca verilen bu beyanatlara karşı Maarif platformu ise sorumlu davranarak bu konuda ilmi çalışmalarına devam ediyor.
Söz konusu yazarlara göre; müfredat şimdiye kadar milli ve yerli bağlamda ele alınması zamanı gelmiş ve hatta ihmal edilegelmiş bir çalışma. Bu çalışmaların eğitimde bağımsızlık anlamına geliyor. Bu yüzden Türkiye’nin zihinsel bağımsızlığına müfredat ve ders kitapları yolu ile etki eden çevreleri “rahatsız” ettiği dile getiriliyor.
Bu itibarla Maarif Platform olarak MEB’in “çağı yakalama” amacı ile “insânî değerler” ekseninde giriştiği müfredat yenileme çalışmalarını Türkiye için zamanı gelmiş en elzem ve zaruri bir çalışma görüyor
Fırat Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burhan Akpınar ve İnönü Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bahadır Köksalan konuya dair soruları cevapladı.
'Proje Türk Eğitim Sistemi’nin 21. Yüzyıl temel becerilerine uyumunda doğru bir adımdır'
Her şeyden önce Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)’in yapacağını duyurduğu müfredat değişimi, aslında müfredatı da içeren köklü bir çat değişim gibi durmaktadır. Önceki bakan zamanında başlatılan, UNESCO tarafından desteklenen ve yaklaşık iki yıldır süren bu değişim çalışmalarına kısmen muttali oldum, Bu sürecin son aşamalarında bir kez katıldığım çalışmalardaki gözlemlerim ile bu çalışmaların kaleme alındığı MEB dokümanı (k12 Beceriler Çerçevesi Türkiye Bütüncül Modeli) üzerinden değerlendirme yapabilirim. Bu değerlendirmelerimi, aslında Maarif Platformu’nun teşviki ile bir arkadaşımla birlikte makale olarak kaleme almıştık. Bu makale “Eğitimde Maarif ve Müfredat Yenileme İhtiyacı: Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Üzerinden Teorik Bir Analiz” ismiyle 2024 Mart ayında Tarih Okulu Dergisinde yayımlanmıştır. Detaylı değerlendirme bilgilerine buradan (plat form web sitesinden) ulaşılabilir.
Bu değerlendirme özet olarak şu şekildedir:
“Adı henüz net olmadığı için şimdilik Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli olarak adlandırılan proje, Türk Eğitim Sistemi’nin 21. Yüzyıl temel becerilerine uyumunda doğru bir adımdır. İlham kaynağı ABD olan proje, bireyin bütüncül gelişimi bakımından birtakım yenilikler içermektedir. Projenin, eğitimde sistem, program, ders kitabı ve ortam tasarımı noktalarındaki ithal görüntüsü kabul edilebilir olsa da bu durum, bireyin kimlik ve sosyal aidiyetiyle alakalı sosyal-duyuşsal ve eğilimlerle ilgili olarak kabul edilemezdir. Dolaysıyla iyi niyet ve büyük çaba ile ortaya konulan Türkiye Yüzyılı Maarif Model’de, adına yakışır şekilde, yerli ve milli dokunuşlara ihtiyaç vardır. Çünkü salt ithal model ve içerikle milli ve yerli zihinler inşa edilemez. Zira yabancı kavramlarla milli düşünülemez ve yerli ürünler ortaya konulamaz. Projenin sosyal ve beşeri içeriğine milli dokunuşlar yapılmaz ise, gelecek nesiller, 21. Yüzyıl becerilerine sahip olsa da, milli kimliği, yerli rengi ve sosyal aidiyeti olmadığı için küresel endüstri ve ekonominin becerili işgücüne dönüşebilir.”
'Eğitimde yerli ve milli bir arayışı ifade eden değişimler kaçınılmazdır'
Eğitimde de, diğer tüm olgular gibi “sırrı tekâmül” ilkesi caridir. Bu ilke gereğince kâinattaki yaratılmış her şey ve olgu, mükemmele doğru akış halindedir. Yani değişim, kâinatın bir sırrı olup, Sünnetullahtır. Değişmemek veya sabitlik, Kâinattaki bu akışa ters düşmektir. Buna mukabil, Yaratıcı ve kısmen de onun insan fıtratına derç ettiği öz (fıtrat), bu değişimden bağımsızdır. Yani değişim, akış ve sabitlik arasındaki salınımda var olan bir denge halidir. Burada önemli olan değişimin gerekçesi, zamanı ve sıklığıdır. Bu meyanda eğitim; sistem olarak ara sıra ve ama müfredat gibi alt boyutlar sıklıkla (5-6 yılda bir) değişmelidir. Bilim, teknoloji ve sosyal alanlarda yaşanan değişimler ile Türkiye’nin son yıllarda kalıbına sığmayan dinamizmi, bu değişimin gerekçeleridir. Dahası, eğitimde değişim, “mevcutla yetinmeme” demek olduğundan ve mevcut eğitim sistemimiz ile müfredatımız ( ki çoğu bize ithal veya devşirmedir), Türkiye’nin son yıllardaki yerli ve milli rüzgârına eşlik etmekte yetersiz kalmaktadır. Bu itibarla eğitimde yerli ve milli bir arayışı ifade eden değişimler kaçınılmazdır.
'Türkiye’de müfredat değişim zamanı gelmiştir'
Kapsamlı olarak son değişim 2018 yılında yapıldığında göre Türkiye’de müfredat değişim zamanı gelmiştir. Dolayısıyla MEB’in zamanlaması doğru, çaba ve gayretleri takdire şayandır. Aynı şekilde MEB’in aslında ABD’nin kendi toplumu ve çocukları için 21. Yüzyıl tasavvuru olan k12 yeterlikler/beceriler çerçevesi şablonu da isabetlidir. Zira bu şablon ABD’nin eğitimde çağı okumasının yansımalarıdır. Türkiye eğitimde çağı yakalamak istiyorsa bu ve benzeri şablonları dikkate alabilir. Ancak bu şablonda (k12 beceriler çerçevesi) yer alan bilgi ve becerilerin, tür, içerik ve sunuluş olarak aynen taklit edilmesi, ithal edilmesi birkaç bakımdan doğru değildir.
Öncelikle eğitim veya müfredat içeriği pozitif bilgiler ile Çağa ait beceriler aynen alınsa da, bu ithalatta ruha, duygulara ve sosyal boyutlara ait şablonlar aynen alınamaz. Zira ABD veya başka bir ülkenin eğitimdeki gelecek tasavvuru, örneğin kimlik ve kişilik inşası Türkiye ile tıpa tıp aynı olamaz. Bu durumda toplumlar arası ontolojik ve epistemolojik farklılıklar zamanla aşınır ve çocuklarımız, kimlik, kişilik ve aidiyette ABD şablonuna benzeyerek, “kendisi kalamazlar”. Bu durum ABD’de yaşatılan “eğitimle merkezi ABD olan bir dünya uygarlığı kurmak” fikrine hizmet eder. Doğru olan deney ve gözlem ürünü pozitif bilimsel bilgilerin alınıp, yerli ve milli kaplarda sunulmasıdır. Zira “bilgi” objektiftir, objektif olmayan ve ideolojik olan bunun sunuluş dilidir. Örnek olarak bilgi aktarımında özne ya da fail tabiat (doğa) olarak sunulduğunda, pozitivizm, materyalizm ve darwinizme kapı aralanırken; bilgi de özne yada fail Yaratıcı olarak sunulduğunda, başka mecralara kapı aralanır.
Eğitim bir toplumun geleceğe dair niyet ve ideallerini yansıtan bir insan yetiştirme tasavvurudur. Müfredat, bunun plan ve projesidir. Bu itibarla k12 denilen 21. Yüzyıl bilgi ve becerileri, bizim çocuklarımızda da elbette ki gereklidir. Zira bunlar, insanlık ortak birikiminin mirası ve Çin’de bile olsa gidip alınması gereken Müslümanın yitik malıdır. Ancak bu evrensel ve bilimsel bilgi ve becerilerin kendisi değil, veriliş şekli, zihin ve davranışların yönünü belirlediğinden, bunların mutlaka yerli ve milli bir kapta sunulma mecburiyeti vardır. Çünkü eğitim, bazı boyutları evrensel olsa da, özünde kültürel olup, millidir. Bu yüzden topyekûn ithal edilemez ve ancak kendi gerçekliğimiz doğrultusunda inşa edilir. Aksi halde ithal ve yabancı kavramlarla milli ve yerli zihin inşa edilemez. Bu durumda öğretmenlerimiz, başkalarının gerçekliğini sınıflarda dağıtan “distribütöre” dönüşür; zekâ ve kapasitesini sınıf lehine kullanamazlar ki, büyük bir israftır.
Dahası topyekûn ithal ikameci eğitim ve müfredatla çocuklarımıza yerli ve milli rengi veremeyiz; tipi bize benzeyen ve ama zihniyet olarak bize benzemeyen nesiller zuhur eder. Bu ise Türkiye’nin son yıllarda ve özellikle de bağımsızlığın garantisi olan savunma sanayinde başardığı yerli ve milli hamlelerin devamına imkân sağlamaz. Zira yerli ve milli sanayi ancak ve ancak aidiyeti yerli ve milli olan zihinler tarafından kurulup, geliştirilebilir. Bunun örnekleri için tarihimize bakmak yeterlidir.
'UNESCO desteği ile ABD’den ithal edilen kalıplarla çoktan oluşmuş'
Mevcut Milli Eğitim Bakanımızı müsteşarlığı döneminden beri izlemekteyim. Entelektüel, yerli ve milli hassasiyeti yüksek bir mütefekkir olduğunu biliyorum. Aynı şeyi Bakan yardımları ve üst düzey bürokrasi için de söyleyebilirim. Nitekim bu yöndeki hassasiyetin müfredata yansıtılma çabalarına da şahidim. Ancak sorun, bu yöndeki çalışmaların önceden başlaması ve yerli ve milli hassasiyetin müfredata sonradan giydirilmesi çalışmalarıdır. Zira şablon UNESCO desteği ile ABD’den ithal edilen kalıplarla çoktan oluşmuş. Bunlara, bunların yapı ve insicamını bozmadan yerli ve milli dokunuşlar yapmak, mümkün ama kolay değildir. Dolayısıyla müfredatlar mevcut haliyle, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” (eğer ismi bu olacaksa) taşıyamaz. Çünkü müfredatlar MEB’in ilgili dokümanı baz alındığında geliştirilen müfredatlar, teorik anlamda ne yeni ve ne de millidir. Zira bu dokümanda yeni keşfedilmiş gibi sunulan “bütüncül” kavramına dair, küll-cüz ilişkisi bağlamında varlığın ve dolayısıyla da insanın bütünselliği fikri asırlar öncesine dayalıdır. Yine aynı dokümanda vurgulanan teori ile pratik, bilgi ile becerinin buluşturulması fikri İslam’da ilim ile amel birlikteliği olarak vurgulana gelmiştir. Kanaatimize göre yeni olan ise, eğitimi bu denli endüstrinin ve ekonominin emrine amade kılmaya heves etmektir.
Daha da açıklayıcı olsun diye MEB’in gerçekleştireceği müfredat değişimine yönelik yayımlanan doküman baz alınarak aşağıdaki sorular sorulabilir.
'İyi niyet, büyük çaba ve gayretlerin neticesi olan bu proje'
Yapılan bütün yatırımlar ve gösterilen devasa çabalara rağmen, bugün adeta bir sorun yumağına dönüşmüş olan Eğitim Sisteminin değişim ihtiyacı açık ve anlaşılabilirdir. Dolayısıyla, özellikle uygulama süreci bakımından oldukça yavaş kalan Eğitim Sisteminin için, değişim, yönü ve usulü doğru olmak kaydıyla kaçınılmazdır. Kaçınılması gereken ise, eğitimde değişimin, evrensel değişim dinamikleri ile milli gereklilikler arasında dengeyi gözetmemektir. Bu itibarla, MEB’in 2024 yılında gündeme alacağını beyan ettiği müfredat değişimi, Türkiye’nin eğitimdeki arayışı bakımından doğru bir adımdır. Bu adım özellikle, pozitif bilimlere ait 21. Yüzyıl gereklerini, eğitimimize kazandırması bakımından kıymetlidir. Ancak, bilimsel pozitif bilgi ve beceriler ithal edilebilirken, bu bilgileri kodlamada işe dâhil olan kültür ve inanç umdelerinin ithal edilemez olduğu unutulmamalıdır. Kumaş ithal edilse de, elbise milli bünyeye göre dikilmelidir. Bu yönüyle maarif ve müfredatta, bazı boyutlar ithal edilebilirse de, sosyo-kültürel boyutlar asla ithal edilemez, ancak üretilebilirler. Zira Türkiye, tarihi, coğrafi, kültürel, ekonomik, sosyolojik, politik ve nihayet eğitim kültürü bakımından ABD’den ciddi biçimde ayrışmaktadır. Topçu (2016), eğitim üzerinden bu ayrışmayı, “milli mektep, zihniyet, müfredat, metot, psikolojik temel ve hatta binasıyla diğer milletlerinkinden ayrıdır” şeklinde dile getirmiştir. Zira her kültür ancak ve ancak kendi öz dilinde (yerli kelime ve kavramlarla) yaratıcı düşünebilir.. Bu malzemelerin ithal edilmesi veya devşirilmesi, milli ve yerli yaratıcı düşünmeye fayda sağlamaz. Eğer böyle olsaydı, sömürge geçmişine sahip ve bir asırdır kendisini sömüren “gelişmiş” toplumların diliyle eğitim yapan ülkeler, bugün yaratıcı düşüncede ilk sıralarda olurlardı.
Diğer taraftan, içinde “beşeri ve sosyal değerler” barındıran Sosyal-Duygusal Öğrenme Becerileri ve Eğilimler bakımından Türkiye ile ABD birbirine yakınlaştırmak (eğer mümkün ise), doğru bir amaç mıdır? Tarihimizde ve tabi ki bugün de, adı geçen konularda hiç yerli referans kaynağı yok mu ki, kimlik inşası gibi oldukça milli olması gereken konular bile ithal edilsin?
Son tahlilde, amacı ve bilimsel içeriği 21. Yüzyıla yakışan, iyi niyet ve büyük bir çabayla ortaya konulmuş olan bu müfredat değişimi planı veya projesine, sosyal ve beşeri boyutlarda yerli ve milli dokunuşlar yapmak gereklidir. Yoksa iyi niyet, büyük çaba ve gayretlerin neticesi olan bu proje, insanı teknik bir unsura (Topçu, 2016), becerili bir robota, renksiz bir işgücüne dönüştürebilir. Bu dokunuş, kimliği inşa eden “sosyal-duygusal ve “eğilimler” konularını (en azından bir kısmını), yerli ve milli referanslara dayandırmak şeklinde olmalıdır. Yoksa zihni ve kimliği yabancı kelime ve kavramlarla inşa edilmiş, evrensel değerler adıyla sosyal aidiyeti renksizleştirilmiş bir insan tipi tezahür edebilir. Tipi bize benzese de, zihinsel anlamda devşirilmiş bu birey, küresel güçlerin emrine amade, becerili bir işgücüne dönüşebilir. Zira iki asırdır yaşadıklarımız, gelişmiş ülkelerin eğitim modellerini cömertçe paylaşmalarından kuşku duymamızı haklı çıkartmaktadır. Çünkü bu ülkeler, eğitim modelleri ihraç ederek, aidiyeti zayıf, ucuz ve kontrol edilebilir becerili işgücü üretmeyi, üçüncü dünya ülkelerine havale etmektedirler.