Fuat Sezgin’in izinde Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli

04:0023/02/2024, Cuma
G: 28/02/2024, Çarşamba
Yeni Şafak
İllüstrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım
İllüstrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım

Temel amacımız ruhumuzu, zihnimizi, dimağımızı besleyen ve bizi biz yapan düşünürlerin maarif, insan, bilgi, ahlak, erdem, toplum, öğretmen ve öğrenci niteliklerine dair fikirlerinin 21. yüzyıla aktarılmasını sağlamaktır. Maarif Düşüncemizin Kuramsal Temelleri adlı çalışmamızı, Fuat Sezgin’in umut, amaç ve hedefine giden yola döşenmiş taşların devamı ve nihayetinde tamamlayıcı bir parçası olarak da görebiliriz.

Prof. Dr. Osman Çakmak Maarif Platformu Başkanı


Son yıllarda Türkiye Yüzyılı vizyonu çerçevesinde milli ve yerli hamleler için devlet birimlerinin yanı sıra sivil kuruluşları da yoğun çaba içinde görüyoruz. Bu sürece Maarif Platformu da farklı şekillerde destek vermeye çalışmaktadır. Bu çalışmalardan biri de kendi yerli kaynaklarımızdan neşet eden milli ve yerli eğitim modeli oluşturma çabasıdır. Bu bağlamda farklı üniversitelerden farklı branşlara mensup 30 bilim insanının ortak çabasıyla ortaya çıkan Maarif Düşüncemizin Kuramsal Temelleri (1. Cilt) kitabıdır. Kitabın ilk cildi toplam 22 bölümden oluşmaktadır.


HEDEF: KÜLTÜR KODLARIMIZIN BESLEDİĞİ KAVRAMLARI KAZANDIRMAK

Bu proje için ilk planda 25 farklı üniversiteden (4 farklı ülke) 42 akademisyen bir araya geldi. Seri halinde birkaç cilt planlanan bu kitabın diğer ciltleri için projenin kapsamı giderek büyüyor. Kopartıldığımız geçmişle/köklerle bağımızın, kültürel ve medeniyet değerleri olarak yeniden kurulmasının yolu, yitik hazinen keşfi; üstü maksatlı olarak örtülen maarif dünyamızın öncüsü alim-filozof bilim adamlarının tanıtılmasından geçiyor. Bu seri tamamlandığında yerli, milli ve manevi değerlerimiz ile beslenmiş bir eğitim sistemi vücuda getirmenin ilk adımı olan nazari (kuramsal, teorik) zemin hazır hale gelmiş olacaktır. Kitabın temel amaçlarından biri; medeniyet ve kültür kodlarımızın beslendiği ve menşei Kur’an, Sünnet ve atalarımızın tarihi kültürel birikimi olan maarif anlayışımız (eğitim, terbiye ve talim) için yerli ve bize ait kelime ve kavramları kazandırmaktır. Kitabın ikinci bir amacı ise milli bir pedagoji için ihtiyaç duyulan muhtevayı oluşturmak.

Bu çalışmanın amacı kitapta şöyle ifade ediliyor: Mevcut zamanı ve zamanın ruhunu dikkate almak suretiyle Batı ve Doğu’nun ilmi birikimlerini sentezleyerek güncel ve işe yarar, müspet, uygulanabilir eğitim politikalarımızın oluşabilmesine katkı sağlamak için kendi tarihimiz, kültür değer ve inançlarımızdan beslenen, tarihe mal olmuş, insanlığa umut vermiş Türk ve İslam düşünürlerinin eğitimle ilgili fikir, eser ve düşüncelerini ortaya çıkarmak ve eğitim literatürüne kazandırmaya çalışmaktır.

Temel amacımız ruhumuzu, zihnimizi, dimağımızı besleyen ve bizi biz yapan düşünürlerin maarif, insan, bilgi, ahlak, erdem, toplum, öğretmen ve öğrenci niteliklerine dair fikirlerinin 21. yüzyıla aktarılmasını sağlamaktır. Bu çalışmayı Fuat Sezgin’in umut, amaç ve hedefine giden yola döşenmiş taşların devamı ve nihayetinde tamamlayıcı bir parçası olarak da görebiliriz. Editörlüğü Prof. Dr. Burhan Akpınar, Prof. Dr. Behçet Oral ve Prof. Dr. Bayram Özer tarafından yapılan bu kitap; Milli Eğitim Bakanlığının başlatmış olduğu, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli oluşturma çabalarını destekleyici bir mahiyet taşımaktadır.


ORTA ÇAĞIN PARLAYAN YILDIZLARI

Kitapta ortaya çıkan dikkat çekici önemli sonuçlardan biri; medeniyetimize ve kültürümüze dayalı maarif anlayışında kullanılan kavramların ve oluşturulan muhtevanın, günümüzde cari pedagoji kavram ve muhtevasına benzerliğidir. Bu zenginliğe rağmen günümüzde milli bir pedagoji oluşturamadığımızı söylemek yanlış olmaz. Ancak Batı’dan ithal ettiğimiz pedagojinin temelleri incelendiğinde medeniyet dünyamızdaki alimlerin/bilim insanlarının fikirlerinin izlerini açık bir şekilde görebilmekteyiz. Bilindiği üzere, Batılı bilim insanları, Doğu’yu özellikle de İslam bilim dünyasını “oryantalizm” disiplini çerçevesinde sistematik olarak asırlar boyunca incelemişlerdir. “Her şeyin miladını kendinden başlatmak” için izlenen bu yolda; çok faydalanmış olmalarına rağmen Orta Çağ İslam medeniyet ve ilmini inkar etmeyi tercih etmişlerdir. İslam ve Türk düşünürlerinin maarife dair kavram ve muhtevasını, refere etmeden lafzen değişiklikler yaparak kendilerine mal etmişlerdir. Bilim tarihçilerinin itirafları incelendiğinde de Batılı bilim insanlarının kaynak gösterilmeden İslam ve Türk dünyasına ait fikirleri kopyaladıkları görülmektedir. Fuat Sezgin hocanın çalışmalarından bu durumu açıkça görebiliyoruz.


İnsan fıtratı merkezli maarif anlayışı ile beslenen İslam ve Türk düşünürlerinin, bu fıtratın değişmez özüne dair tespit ettikleri kavramlar ve oluşturdukları muhteva, çağlar üstü olduğundan geçerliliğini kaybetmemiştir. Örneğin; Orta Çağda özellikle İslam aleminde; insanın zihni, duyguları, aklı, ahlakı ve düşüncesinin İslam maarif anlayışı ile eğitilerek şekillendiği söylenebilir. Kitapta bunların örneklerine çokça rastlamak mümkündür. Aşağıda bunlara birkaç örnek vermekle yetinilmiştir:


Kimyanın kurucusu Cabir bin Hayyan aynı zamanda bilimsel düşüncenin, deneyciliğin kurucusudur. Müşahede ve gözlemi ilk defa sistemleştiren, kimyaya ölçme ve tartmayı kazandıran kurucu bilim adamlarındandır. Fuat Sezgin, İslam dünyasında bilimsel gelişmelerin bu denli yüksek olmasını şu şekilde açıklar:

“Bilgiye verilen ehemmiyet, eleştirel/tenkit yaklaşımının varlığı, olaylar ve olgular arasında nedensellik ilişki arayışı, tekâmül düşüncesinin varlığı, gözlem, deney ve tecrübeye verilen önemdir.”


Bu bağlamda asıl araştırmamız gereken konu Ortaçağdaki bilimsel sıçramayı gerçekleştirirken hangi eğitim ve öğretim yöntemlerinin kullanılmış olduğudur. O ruhu ve anlayışı günümüze nasıl taşıyacağız? Bizim bağımsız ve milli bir pedagoji anlayışı (sistemi?) kurabilmemiz bu sorulara vereceğimiz cevaplara bağlı görünüyor. Ancak bize ait bir pedagoji anlayışı oluşturmak için elimizde yeterli muhtevanın olması gerekir. Bunun için gerekli olan bilgi ve birikim ana kaynaklarımızda mevcuttur. Yapılması gereken bu muhtevayı organize etmek ve kullanmaya hazır hale getirmektir. Bu sebeple, yürütülen projenin sonuçlarının sanılandan daha büyük olduğunu zamanın göstereceği söylenebilir. Bu minvalde daha çok çalışmanın yapılmasını sağlamak için kitabın/projenin yeterince tanıtılması gerektiği inancındayız.

İllüstrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım

BİLİM TARİHİNİN GİZLEDİKLERİ

Maarifimizin Kuramsal Temelleri-1 kitabında yer verildiği gibi mevcut kaynaklarımız bilimsel deneyciliğin ve raporlamanın, ölçmenin temelinin Cabir Bin Hayyan tarafından atıldığına pek yer vermez. Yine ders kitaplarımız bilimsel sorgulama ve bilimsel düşüncenin İbni Heysem’in sistemleştirip geliştirdiğinden; Farabi’nin varlık, bilgi, ahlâk felsefesine ilişkin görüşlerinin batıda ulaşılan seviyenin üstünde olduğundan da yeterince söz edilmez. ABD menşeli, çağdaş ve modern olarak nitelenen “öğrenci merkezli eğitim”in temelleri, çocuğa göre eğitim ve muhataba göre eğitim, anlayışlıyla John Dewey’den asırlar önce Farabi başta olmak üzere birçok İslam ve Türk düşünürü tarafından ifade edildiği de yeterince bilinmez. Aynı şekilde Kindi’nin asırlar önce, bilimsel çeviri ve transferin metodolojisini oluşturup ve uyguladığına da Batı menşeli (çarpıtmalar ile beslenen) kaynaklarda yer verilmez.

İhvan-ı Safâ grubunun felsefeyle dini, akıl ile nakli telif etme konularında esaslar ortaya koyduğunu; bilgi felsefesi ve bilginin sınıflaması konusunu çağının ötesine taşıdığını ve Batıya bu konularda üstatlık ettiğini de son zamanlarda yapılan çalışmalardan öğrenmekteyiz. “Ben ancak öğretmen olarak geldim” diyen Hz. Muhammed’den irsiyet alan İhvan-ı Safa’nın vaz ettiği, öğrenme ve çevre prensipleri; öğrenmede tecrübe, öğretim ilkeleri de bunlara eklenebilir. Ne yazık ki, bugün tüm bunları Batı kökenli kaynaklardan öğrenmekteyiz. Bu muhtevanın oluşmasında İslam ve Türk alimlerinin katkı sağladığı genellikle bu kaynaklarda açıkça ifade edilmez.

Klasik kaynaklarımız incelendiğinizde Kabisi’nin eğitim fıkhı/hukuku, öğrenci, veli, öğretmen ilişkileri ve hakları; öğretmen nitelikleri, sınıf yönetimi konularının bilimsel temellerini çok önceden ortaya attığını görürsünüz. Göreceğiniz başka şeyler de vardır:

Modern Batı eğitiminin temellerini oluşturan “öğretim ilkeleri” ile gelişim ilkelerini ilk kaleme alan Gazali’dir. Öğretim ilkelerini, bugünküne oldukça benzer şekilde daha asırlar önceden ortaya koyan ise İbn-i Haldun’dur. Keza İbn-i Sina’nın, bireysel farklılıklara uygun eğitim verme anlayışını, öğrenme tarzlarına ve öğrenci özelliklerine uygun bir eğitim tarzını benimsediğini de görebilmekteyiz.


BATI GÖZLÜĞÜYLE YAFTALANAN BİLİM İNSANLARIMIZ

Bilindiği gibi Yusuf Has Hacib, eğitim yoluyla mutluluğun/saadetin kazanılmasının yollarını anlatmaya çalışmıştır. Diğer taraftan, Yusuf Hac Hacib’in, modern eğitimin icadı sanılan, “yaşam boyu öğrenme” ve “mesleki eğitim”e çok önceden el atıp bunlara dair önemli ilkeler vaz etmiş olması da, Batı pedagojisinin, referans vermeden, aslında içinde Müslümanların da olduğu insanlık birikimine eklenmiş olduğunu göstermektedir. Keza Fahrettin Er-Razi’nin, matematik, tıp, astronomi gibi bilimsel yazıları ile günümüz eğitim sistemlerinin temel açmazlarından olan “insan yetiştirme sistemine” dair fikirleri de asırlardır görmezden gelinmiştir. Bugün eğitimin toplumsal görevlerinden olan, yaygın eğitim, halkı aydınlatarak sosyal sermaye oluşturmada, Ahi Evran ile Hacı Bektaş-ı Veli, Batılı meslektaşlarından yüzlerce yıl öndedir. Yine sadece şeyh, derviş ve hoca olarak lanse edilerek eğitimci kimliği göz ardı edilen Mevlana’nın, Batı eğitiminin ana açmazlarından olan duyuşsal (duygu, kalp, his, hissiyat) ve ruhsal eğitime dair ilke ve uygulamalarına da yeterince yer verilmez.

Kitapta geçen, Nasiruddin Tusi, Sadrettin Konevi, Sa’di-i Şirazi ve Yunus Emre gibi zatlara karşı, bizim ana yanılgılarımızdan birisi de metafizik fobisine tutulmuş Batı gözlüğüyle, bunları, şeyh, derviş, hoca, şair yaftasıyla göz ardı etmiş olmamızdır. Bunun tipik örneği, ahlak gelişiminde Piaget ve Kohlberg’i öne çıkarıp, muhteşem bir ahlakçı olan Kınalızade’yi bilmememizdir. Aslında bunların inter-disipliner kimlikleriyle aynı zamanda muhteşem birer eğitimci olduklarını da bu kitaptan öğrenmekteyiz. Aynı durum, eğitimin sebebi olan “öğrenme” konusunda ilkeler vaz eden İmam-ı Rabbani, yine eğitimin temel aktörleri olan öğrenci ve öğretmene yönelik yönlendirmelerle dikkat çeken Taşköprülüzade ve Kâtip Çelebi için de geçerlidir. Dahası, bu durumun, Doğu ile Batı bilimini sentezleyen ve bu yüzden “iki kanatlı” vasfına sahip, eğitimde deney, gezi ve gözlemin ilkelerini yazan ve kullanan İbrahim Hakkı hazretleri için de geçerli olmasıdır. İşte bu kitap, bütün bu eksiklik ve çarpıtmaları görme imkanı sunmaktadır.


YERLİ VE MİLLİ MODEL İÇİN REHBER NİTELİĞİNDE

Burada her türlü takdiri hak eden husus kültür köklerimize dair yapılan bu kapsamlı projenin neler yapabileceğimizi de bize göstermesidir. Bundan sonra yapılması gereken ortaya konulan eğitim gerçekliklerinin eğitim dünyamıza değişik boyutları ile yansıtılması olmalıdır. Bu proje ve kitap boyutundaki hazırlık ilmi/ kültürel organik alan çalışmaları için bir veri tabanıdır, temel ve ön argümanlardır. Buradan hareketle özgün kavramsallaştırmalar, münhasır modeller, tezler ve literatür üretilerek; mevcut modern kavram/görüş/model ve eserlerle mukayeseli çalışmalara başlanması ve kazanımların ders kitaplarına ve müfredata yansıtılması sürecine geçilecektir. Yapılan eleştirel çalışmalarla, yer yer hesaplaşmalarla uyum modları yakalanacaktır. Önümüzde zorlu ve bir o kadar da önemli aşamalar durmaktadır. Yine benzer şekilde pedagojik uygunluğun güncellemesiyle birlikte, uygulanabilirlik yolunda önemli adımlar atılacaktır.


Demek oluyor ki; “Maarif Düşüncemizin Kuramsal Temelleri” çalışması eğitim sahasında yapılacak çalışmalar için dikkate alınması gereken, bir müracaat ve referans kaynağıdır. Hemen müteakip adımda ise bu eserdeki tespit ve bulguların önem ve öncelikli olarak müfredatta kabul gören bir ağırlıkta yer alması, gerekleriyle birlikte uygulanmaya geçilmesidir.

Bu kitabı, Bakanlığın “yerli ve milli kendi modelimize geçeceğiz” ilanını yaptığı ve bu amaçla araştırmalara başladığı günlere rastlamasından dolayı, zamanı gelmiş bir çalışma olarak görüyoruz. Evet henüz yolun başında olduğumuzu kabul ediyoruz. Çalışmalarımızı gereğine uygun olarak derinleştirerek, hayatın içinde, her mecrada karşılık bulacak şekilde güncelleyerek içerikler üretmek, uygulamaya dönük daha ileriye taşımak yükümlülüğü vardır. Başlamak yolun yarısı derler, o olduğuna göre vur kazmayı dağa Ferhat, çoğu gitti azı kaldı…


* Maarif Düşüncemizin Kuramsal Temelleri-1

Pegem Akademi Yayıncılık



#Fuat Sezgin
#Maarif
#Türkiye Yüzyılı