Eyüp Gökhan Özekin: ‘Dindarız ya ondan’ sızlanmasını bırakalım

Ersin Çelik
04:0026/01/2025, Pazar
G: 26/01/2025, Pazar
Yeni Şafak
Ersin Çelik - Eyüp Gökhan Özekin
Ersin Çelik - Eyüp Gökhan Özekin

‘Bir Başka Mesele’nin bu haftaki konuğu “Mehmed: Fetihler Sultanı” dizisinin yapımcısı Eyüp Gökhan Özekin oldu. Film sektörü, Ayşe Barım, Kemalizm ve LGBT ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulunan Özekin, “kültürel iktidar” tartışmasına farklı açıdan yaklaşıyor: “Biz dindar olduğumuz için, Müslüman olduğumuz için tabii bizi buralarda barındırmıyorlar, gibi yaklaşımdan uzak durmalıyız. Hiç kimse senin dindar olmandan dolayı, seni bu sektörde barındırmayacak gibi bir şey yok.”

Türkiye’de bir süredir, merkezinde televizyon dizilerine yön veren isimlerin olduğu tartışmalar yaşanıyor. Çünkü dizi sektörüne yön veren bazı yapımcı, menajer ve oyuncular mesleklerinin yanı sıra ideolojik tavır, hatta politik hamleleriyle de öne çıkıyorlar. Yapımcı Ayşe Barım hakkında ortaya atılan tekelleşme iddiaları, bazı oyuncuların tanıklıkları konuşulurken, Barım Gezi Davası soruşturmasından gözaltına alındı. Biz ise geçtiğimiz hafta, bugün yayınlanmak üzere Eyüp Gökhan Özekin ile söyleşmiştik. Özekin’in birden çok şapkası var. Uzun zamandır aktif siyasetçi ve AK Parti MKYK Üyesi. Sanatla yakında ilgili, Ankara’da bir galerisi var. Sosyal medyada netameli konularda yazıyor, çiziyor zaman zaman gündem de oluyor. Ancak Özekin, şu günlerde çokça izlenen ve beğenilen ‘Mehmed: Fatih Fetihler Sultanı’ dizisinin de yapımcısı aynı zamanda. Benim için meselesi olan isimlerden. Bir Başka Mesele’de Fatih gibi önemli bir liderin ve tarihin akışını değiştiren İstanbul’un fethinin ekranlara yansıtma azmini, dizi ve sinema sektörü, Müslümanların neden bu işlere girmekte geç kaldığını, kompleksleri, ezilmişlik duygusunu, köylülüğü, kentliliği ve gençleri bekleyen sert rüzgarları konuştuk. Bu köşede özetini, sitemizde tamamını okuyabileceğiniz bu söyleşiyi pazar günü sabah 10’dan itibaren Yeni Şafak’ın YouTube kanalından da izleyebilirsiniz. Bir de duyuru yapayım; Bir Başka Mesele’de haftaya bilgisayar ve veri bilimcisi Prof. Dr. Sadi Evren Şeker olacak. Kendisi ile yapay zekayı ve insanlar üzerindeki sonuçlarını konuştuk.
Eyüp Gökhan Özekin

‘DİZİSİ DE BELKİ BİZE NASİP OLUR DEDİM’

Eyüp Gökhan Özekin’in meselesi nedir?

Çok fazla televizyona çıktık, yazdık çizdik diye gazeteci zannediyorlar. Benim hiçbir gün bile gazeteciliğim yok. Hep iş adamıydım. Bir taraftan da siyasete ilgim vardı. Bir prodüksiyon şirketimiz var. Televizyonlara iş yaptığımız. Bir sanat galerimiz var. Daha çok geleneksel sanatlar, Türk İslam Eserleri üzerine çalıştığımız bir sanat galerisi. Son dönemde de biraz daha tematik sergiler yapıyoruz, dönem sergileri. İşte 70'li yıllar ya da İslamofobi gibi. Mühendislik mimarlık şirketimiz var. Ama birçok insan da eleştirir; ‘ticaretle siyaseti birbirine karıştırmamak lazım. Hangi külahı giyiyorsan diğerini terk etmen lazım’ diye. Ama siyasete olan ilgi alanımızı bir türlü terk edemediğimiz için siyasetçi kimliğimizle de anlıyoruz.

Bir tarafta da kültür endüstrisinde varsınız. Tarih dizileri yapmak biraz meşakkatli, zor işler ama son dönemde de büyük bir ilgi var. Fakat Fatih gibi çağ açıp çağ kapatan büyük bir liderin, komutanın hayatını bütün aşamalarıyla dizi yapmak baya cesaret isteyen bir iş. Daha önce de denendi. Film ve diziler yapıldı. Siz şu an o çok izlenen Fatih dizisinin yapımcısı şapkasıyla varsınız. Neydi Eyüp Gökhan Özekin'in derdi de Fatih gibi bir lideri bugüne yansıtma gereği duydu?

Şöyle; ben, seven insanlar tarafından en çok ‘yapmayın’ denilen işlerden bir tanesi buydu aslında. Dediğiniz gibi daha önce defalarca denendi hem de çok iyi kastlarla, büyük oyuncularla. Hem de büyük yapım şirketleri tarafından denendi. Fakat tutmadı. Profesör Feridun Emecen bizim danışmanlarımızdan, onunla ilk görüşmemizde ‘yani siz mümkünse başka bir iş yapın’ dedi. Fatih Sultan Mehmet’le ilgili insanların beklentileri çok yüksek. Dolayısı ile o beklentileri hiçbir şekilde karşılayamazsınız. Biraz metafizik anlamlar da yüklenen bir karakter. Trafikte giderken arkada Fatih Sultan Mehmet'in tuğrasının olduğu arabalara denk gelirsiniz. Bizim için çok büyük bir önderdir. İnsanların gözünde Fatih o kadar yukarıda bir yerde ki, siz o beklentiyi karşılamıyorsunuz. O yüzden ‘bunu yapmayın’ dedi. Bir sürü insan, ortağım bile ‘abi başka iş yapsak da bu iş yapmasak’ falan dedi. Biz de kendimizi ve birbirimizi motive etmek için; ‘ya 30 küsür defa kuşatılmış İstanbul ama fethedilmemiş. Fatih'e nasip olmuş. Belki bu da bize nasip olur’ dedik. Elhamdülillah öyle de oldu.

Bu felsefe çok iyi…

Tuttu dizi. Bir de biz birazcık daha platform izleyicisinin reyting kategorilerinde, AB diye tabir edilen kategorinin daha çok sahipleneceği formatta yapmaya çalıştık. Onda da başarılı olduk. Yurt dışında da bayağı bir tuttu. İlk defa böyle bir işi İtalya aldı. Tam İtalya ile görüşmeler devam ederken bizim senarist yayınlanacak olan bölüme, ‘Bugün Konstantin yarın Vatikan'ı da alacağız’ falan yazdı. ‘Ya dur oğlum, İtalya ile pazarlık devam ediyor Vatikan'ı daha sonra şey yapsaydık’ falan… O işin şakası. Buradan hareketle tam aklıma gelmişken söyleyeyim; şunu gördük biz, ‘Aman bizi şu kesim beğensin. Aman bizi Avrupalılar da beğensin. Aman bizi Türkiye'deki bize biraz zihnen daha uzak olan kesimler de beğensin’ diye doğru bildiklerimizden taviz vermek yerine, kendi kafamıza göre bir iş yaptık. Kaliteli yaptığımız için de rağbet olduğunu gördük. Bu da bizi ekstra motive etti.

DİZİ SUYA SABUNA DOKUNUYOR

Yani suya sabuna dokunmayan değil aksine dokunayım da bütün taraflardan ses gelsin mi?

Bizim hem karakterimiz gereği hem de Fatih Sultan Mehmet'in kendi realitesi gereği suya sabuna çok fazla dokunan bir dizi bu. Bir de araya biz de kendi suyumuzu sabunumuzu dahil edince işin içine daha da sivri bir iş gibi gözüküyor. Fakat şunu gördük; sen bir işi kaliteli yapıyorsan, mesajlarının daha yumuşak ya da daha sivri olup olmaması ile ilgilenmiyor insanlar.

Kalitesiyle ilgileniyor. O yüzden çok böyle ‘Aman tedbirli olalım. Aman fincancılar ürkütmeyelim’ gibi, hareket etme mecburiyetimiz olmadığını gördük.

Tarih dizilerine bir ilgi var. Hem üretim hem de tüketim anlamında. Değil mi?

Aslında şu an tam öyle değil. Yani hep bir trendler var ya. Bir ara dönem işlerinin çok revaçta olduğu bir dönem geçirdik. Şimdi, işte ‘Fatih Sultan Mehmet işini yapma’ diyen dostlarımızın gerekçelerinden bir tanesi de şuydu; ‘Artık dönem işinden insanlar sıkıldı. Milletin zihninde bayatladı. O yüzden ekstra bir risk. Millet artık dönemi işi izlemek istemiyor.’ Dünyada böyle değil. Dönem işleri daha cazip ve enteresan geliyor. Ama bizim memlekette birazcık dönem işlerinin eski motivasyonun olmadığı bir dönemdeyiz.

İNSANLAR KURU HAMASETTEN YILDILAR

Bunun nedeni nedir? Yapılan işlerin birbirine benzemesi mi?

Tam bir gerekçesi olmayabilir. Ya da birden fazla gerekçesi olabilir. En büyük gerekçelerden bir tanesi bence şu; İnsanlar özellikle pandemi ile bu platformları tanımaya başladı. Başka uluslararası işlere daha fazla vakit ayırmaya başladılar ve oranın bütçeleri çok çok daha yüksek. Dakikaları çok daha kısa. Adam bir senede 10 bölüm çekiyor ve çok daha fazla bütçeyle çekiyor. Dolayısıyla senin iki buçuk saatlik bir bölümünü, 45-50 dakika ile karşılıyor. Senin işte10x para birimlik bütçen var, adam bir bölümü 100x harcayarak yapıyor. Oradaki dönem işi birçok şeyde senin buradaki işinden çok çok daha yukarıda oluyor. Bir diğeri de insanlar kuru hamasetten yılmış olabilirler. Yani işte sürekli özlü sözler söyleyen, manidar sözler söyleyen elinde kılıçlı adamlar nutuk çekiyor mesela… Bu milleti çok motive etmiyor olabilir. Ama dünyada da tam aksine dönem işlerine bayağı bir rağbet var.

Bence risk tarafında şu da var; Tarihi anlatıyorsunuz ve yeni nesil de tarihi okuyarak değil de izleyerek öğrendiğini sanmaya başladı. Gençler ‘şu dizide de vardı ya’ diyerek tarihten örnekler veriyorlar.

Müspet anlamda da menfi anlamda da büyük bir konu. Bir kere bu insanların çoğu gerçek insan. Yani bizim dizide canlandırdığımız karakterlerin tarihte gerçek bir karşılığı var. Allah'a iman eden insanlarız, ahirette biz bunlarla karşılaştığımızda mahcup olma ihtimalimiz var.

KARAKTERLERE AHİRETTE MAHCUP OLABİLİRİZ

O kadar derinlikte düşünüyor musunuz?

Mecbur düşüneceksin. Sen Müslüman adamsan öbür tarafı düşünmek zorundasın. Orada da kendimize bazı hafifletici sebepler bulabiliyoruz. Suçu senariste atıyoruz kendi vicdanımızda. Fatih karakterini güçlendirmek için filanca karakteri düşünmemiz lazımdı dolayısıyla Fatih'in torpilini umuyoruz ahirette. Mesela bizim bir Selçuk Hatun karakteri vardı. Fatih Sultan Mehmet'in halası. Okumalara göre çok düzgün bir kadın. Bizim senaristler kadını hain ettiler. Selçuk Hatun ahirette karşımıza çıkarsa ne diyeceğiz? Şöyle bir durum var, anneniz, teyzeniz ya da birileri dese ki; hayırdır inşallah oğlum rüyamda Hazreti Hamza'yı gördüm. Yüzde doksan dokuz Anthony Quinn’i görmüştür. İnsanların zihninde o karakter hangi isimle canlandı ise zihinlere öyle kazınıyor. O yüzden böyle bir sıkıntı var. Ama müspet anlamda, ilgi uyandırma açısından faydası olabiliyor. Yani birçok insanın konunun aslında öğrenmek için okuma yaptığını görüyoruz. Çünkü şimdi orada bir şeyler var, bu doğru mu değil mi? Ya da bunun daha derinlemesine detayı nedir bunu merak ediyor? İşin manevi boyutunda kar zarar terazisine kendimize çıkarttığımız zaman, ecnebilerin ‘wishful thinking’ (hüsnükuruntu) dediği şeyi yapıyor olabiliriz belki ama. Biz birazcık hayırlı kısmın faydalı kısmın daha fazla olduğunu düşünüyoruz. Öyle ümit ediyoruz. Yine de tarih, bizim dizi de dahil olmak üzere dizilerden öğrenilmez. Tarihi doğru bir şekilde öğrenmek için mukayeseli okumalar yapmak lazım. Biz belki bir teşvik vazifesi görüyoruzdur, bir motivasyon veriyoruzdur ama hani mecbursunuz bazı konularda artı veya eksi, tarihte birtakım değişiklikler yapabiliyorsunuz. Çünkü siz televizyonda izleyiciye hitap eden bir projesiniz. İzleyicinin beklentilerini çok göz önünde bulundurmanız lazım. Bazı konularda anakronizm riskinden dolayı Fatih'in bu zamanın fehimine bu zamanın zihinlerine çok aykırı gelebilecek bazı şeylerini çok çıplak bir şekilde göstermemeyi tercih ettik. Çünkü biz bayağı bir okuma yaparak bir şey anlayabiliriz ama ilk televizyon izlediğinde bir insan, i̇şte yurt dışında da satılıyor. Fatih'in o kararını anlamlandıramayabilir.

KURTÇU DOĞAN’I ÖLDÜREMEDİK

Dizideki bir karakter üzerinden bariz örnek var mı?

Kurtçu Doğan diye bir karakterimiz var bizim. Kurtçu Doğan aslında tarihte falakaya çekildikten sonra Fatih'in dünyasından uzaklaştırılıyor. Bir rivayete göre köyüne dönüyor sürülüyor, kendi memleketine dönüyor. Bir rivayete göre ölüyor. Sistemde kaldığına dair kuvvetli bir rivayet bulamadık. Ama adam çok sevildi.

Şimdi bana sorsanız; ‘dizideki en sevdiğiniz karakter kim?’ diye. Kurtçu Doğan derim…

Böyle bir durumda Ersin Çelik’in böyle tarif ettiği bir karakteri, yüz binlerce insanın böyle tarif ettiği bir karakteri hadi köyüne gönder. Gönderemezsin.

BİZ SEYİRCİDEN ÖNCE ÇEKERKEN AĞLIYORUZ

Bu da bir reyting kaygısı değil mi?

Bir tarafında bir tarafından reyting kaygısı. Öbür taraftan, ekibin tamamını tanırsanız bana hak verirsiniz. Elhamdülillah özel bir ekibimiz var ve manevi motivasyon anlamında çok sağlam bir ekip. İzleyici ya hani sahnelerde, biz izleyicinden birkaç kat daha fazla ağlıyoruz. İlk tasarlarken, yazarken, çizerken, çekerken, montajda kurguda otururken. Ona müziğe eklerken. Her defasında böyle gözlerimiz şişiyor. Çok motive oluyoruz ve hayırlı bir şey yapmaya çalışıyoruz. Bu hayırlı bir işi yaparken insanlara bunu güzel bir ambalajla sunmak mecburiyetimiz var. Reyting anlaşmamız yok kanalla. Çok yüksek de gelse, çok düşük de gelse maliyetlerimiz değişmiyor. Aldığımız paralar değişmiyor. Reyting derken biz bunu menfaat olarak okumuyoruz. Biz bunu vermek istediğimiz mesajları ne kadar daha fazla insana ulaştırırız. Ne kadar güzel ambalajlayabiliriz. Şimdi Kurtçu Doğan’ı öldüremedik, köyüne de gönderemedik. Akşemsettin’in kapısına gönderdik orada bir tövbe etti, rehabilite oldu. Çok enteresan, bir cenazeye gidiyorum. Taziye vereceğim, tabut orada, cenaze sahibi diyor ki; ‘Kurtçu Doğan ölmeyecek değil mi?’ Şimdi böyle bir durumda sen nasıl öldüreceksin?

Ersin Çelik

‘DİNDARIZ YA ONDAN’ SIZLANMASINI BIRAKALIM

Sizin ideolojik saikleriniz de var. Politik tavrınız, duruşunuz da var. İslami camia açısından baktığımızda çok başarılı olunan bir alan değil. Dizi, sinema, belgesel ya içerik üreticiliği… Çeşitli denemeler olmuş. Geçmişte merhum Yücel Çakmaklı’nın Milli Sinema akımı var. Fakat bir de ‘bizden olmaz, biz yapamayız. Bu sektör başkalarının elinde’ kompleksi malum. Nasıl değerlendiriyorsunuz, yaptığınız işin başarısıyla da ele aldığınızda?

Sohbetin başında da değindik ya; hani sen iyi bir şey yaparsan bunun algısı başka türlü oluyor. Çocukluğumda bir Nejat Uygur tiyatrosunda gitmiştim, çocukları da sınıftaki öğrencilere canlandırıyordu. Orada hiç unutmadığım bir replik var. Bir tanesi diyordu ki diğerleri diğer için; ‘tabii zengin çocuğu ya… Biz ezik büyüdük ya…’ Sürekli onu tekrar ediyor, bir konu oluyor; ‘tabii zengin çocuğu ya… Biz ezik büyüdük ya…’ Bu çok gereksiz çok faydasız hatta çok tehlikeli bir bakış açısı. Bizim, ‘Tabii biz Müslümanız ya… Biz ezdik büyüdük ya… Onlar daha güçlü, onlar bize bu şekilde iş yaptırmaz.’ Hala üstümüzden atamadık. Bu arada hani seküler dediğimiz, ya da işte bizden uzak dediğimiz insanlar senin amcanın oğlu, benim dayımın oğlu. Uzaydaki insanlar değil onlar ya. Bizim de bir gün seküler olma potansiyelimiz var. Sekülerin de bir gün mütedeyyin olma potansiyeli var. Bu öyle çok aşılmaz duvarlar bilmem neler, İslam tarihinde bile yok. Sahabe ile savaş eden adam daha sonra Müslüman olup sahabenin komutanı oluyor. Çok örnek var. Dolayısıyla bizim böyle kompartmanlarla düşünüp ‘biz ve onlar. Onlar şöyle biz böyleyiz’ gibi bakmamamız lazım. Özellikle de bu sektörde ya da akraba sektörde başarılı olmak isteyen arkadaşlar için, ‘Biz dindar olduğumuz için, Müslüman olduğumuz için tabii bizi buralarda barındırmıyorlar’ gibi yaklaşımdan acayip uzak durmalıyız. Her gün mesajlar geliyor. Birileri bir yerden dahil olmak istiyor. Kimisi oyuncu olarak kimisi senaryo gibi… Biraz önceki ifadedeki gibi bir başlık gördüğüm zaman çok rahatsız oluyorum. Sen bir kere sen diyorsun ki; ‘Ben yeterince özgüvene sahip değilim. Başarabileceğimi düşünmüyorum ama sen bana bir alana aç.’ Senin dindar olman ancak ve ancak pozitif bir şey olabilir. ‘O ne güzel dindarmış’ derim. Bizim gibi bir sürü yapımcı var. Hiç kimse senin dindar olmandan dolayı, seni bu sektörde barındırmayacak gibi bir şey yok. Ben AK Parti’liyim. MKYK üyesiyim. Oyuncularımızın çoğunun, biz bu konulara girmeyiz ama hayat tarzından şeyinden biliyoruz bizim partiye rey vermiyordur. Benim ölçüm nedir? Saygısızlık yapıyor mu? Militanlık yapıyor mu? Sosyal medyada saçma sapan şeylere giriyor mu, girmiyor mu? Şimdi sağlıklı insanlar için seküler bir yapımcı ise dindar oyuncu da aynı kategoridedir. Mesela bir oyuncu vardır ve çok iyi oyuncudur ama maalesef tırnak içinde namaz kılıyordur. ‘Ne yapalım, keşke namaz kılmasa ama iyi oyuncu’ der alır. Senin iyi olmak mecburiyetin var. Sen i̇yi değilsen, sırf dindarsın diye ya da sırf seküler, işte solcusun diye seni aldıkları zaman aslında sen kendi değerlerine zarar vermiş olursun. Çünkü orada 400 kişi çalışıyor ve birisinin işi kötü aksıyor. Bakıyorlar ‘gördün mü dindar işte bu’ diyorlar. Onu dedirtmek lazım. Bizim müzikleri dinledin mi abi sen?

MİLİTAN İSLAMCILIĞIMIZ İZLEMEME SEBEBİ OLMUYOR

Dinledim evet. Çok iyi...

Kendi ürettiğimiz müziklerin dışında, ‘Bir Sabah Gelecek Kardan Aydınlık’ efendime söyleyeyim ‘Bilal Öldü Derlerse Sakın İnanma Ana.’ İlk gençlik yıllarımızdaki ne kadar böyle bizi motive eden marş varsa hepsini koyduk. ‘Kanımız aksa da zafer İslam’ın’ diyor Fatih Sultan Mehmet iki bölümde bir. Bu iyi bir iş olduğu için bizim bu kadar tırnak içinde militan İslamcılığımız birçok sekülerin, laik kesimin izlememesine gerekçe olmuyor. Ya da İspanyol, İtalyan filanca memlekette bunu satın alıyor. İyi iş çünkü. Tıpkı bizim ‘Rambo’yu, ‘Rocky’i bilmem neyi izlediğimiz gibi. Rambo dediğin o zamanlar yani kaliteli işler, o zaman standartlarına göre. Benim babam ülkücüydü, ötekinin babası milli görüşçü, İslamcı şucuydu bucuydu. Ama izledik. Çünkü i̇yi işti. Sonuna kadar ideolojik mesajlarını verebilirsin dünya görüşün çok köşeli olabilir. Bilmem ne olabilir. Tek bir şart var kaliteli ve iyi iş yapmak zorundasın. Bernard Lewis okuyoruz biz. Adam kötü bir insan bana göre. Yazdıkları bizde ufuk açıyor. Ya da bunların filmlerini izliyoruz. Yani o yüzden o Müslüman kompleksini bırakmamız lazım.

Sanki böyle bir kırılma da var gibi mi?

Bir taraftan var ama bir taraftan hala gördükçe böyle en alerjik reaksiyon geçirdiğim bunlardan bir tanesi. Çok fazla rastlıyoruz maalesef; ‘zengin çocuğu ya bize ezik büyüdük ya’ diye özetleyebileceğimiz tavrı. Şimdi buraya geldik mesela şu stüdyoya girinceye kadar işte bir yerlerden geçene kadar gördükçe insan mutlu oluyor. Hem güzel tasarlanmış hem işte belli ki masraf edilmiş cihazlara. Yatırım yapılmış. Herkes çok disiplinli çalışıyor. İşte stüdyoya bakıyorum çok başarılı. Demek ki yapılabiliyor. Yani kimse yarın bir gün i̇şte, ‘biz televizyonculuk yapacaktık ama Müslümanız diye şöyle de oldu’ diyemez. Bak yapılıyor işte. Tabii bazı açmazlarımız, bazı sınırlarımız yok mu, var.

İşte Muhteşem Yüzyıl'da reytingi arttıracak bazı serbestlikler bizde olmuyor. Bariyerlerimiz var. Dizide Fatih'in hanımlarından bir tanesiyle en ileri gittiği tabiri caizse şey; manalı manalı karısına baktı ve ‘bu akşam iftarı beraber yapalım mı’ dedi. Tamam bu kadar yapabiliyorsun.

Bu kadarını yapmak yeterli ve anlaşıyor değil mi?

Bahane değil. Bediüzzaman Hazretlerinin bir ifadesi var; ‘helal daire keyfe kafidir’ diye. Helal dairede de bir şeyleri yapabiliyorsun. Maksat hasıl oluyor. Evet anlık olarak o anda belki reyting öbür türlü daha çok geliyor, çünkü insanlar müstehcenliğe bakıyorlar ya da işte cazibesi var. Reytingimizin daha yüksek olacağını bildiğimiz halde bu konulara girmiyoruz. Ama mesajımızı verebiliyor muyuz, beğeni alabiliyor muyuz, bize yetiyor.

AYŞE BARIM’I HERKES BİLİYORDU

Sektörle ilgili bazı tartışmalar var ya bugünlerde… İşte adamcılık, tekelleşme vesaire…

Çoğu doğru bu arada. O hanımefendi (Ayşe Barım), menajerlik şirketinin sahibi. Biz ondan hiçbir oyuncu almadık talepte de bulunmadık. O bayağı fanatik biri ideolojik olarak. Bizim de ideolojik motivasyonumuz çok yoğun. Herkesler de çalışırız, herkesle dostluk kurabiliriz. Ne bileyim bizim 25 yıldır muhasebe müdürümüz vardır CHP seçmenidir. Alevi bir ablamızdır. Çok ahlaklıdır, dürüsttür. Bizi ilgilendirmez onun partisi, mezhebi bilmem nesi. Ama o menajer abla gibiler biraz öyle değiller, onlar çok şeyler.

Sektörde biliniyor mu?

Tabi tabi. Size bir sır vereyim diye anlattığım bir şey değil. Ayşe Barım’ı herkes bilir. Hatta bizimle çalışan, çalışmaya başlayan siyasal ve sosyal çevresinden olan insanlara bile, ‘böyle bir iğrenç adamlarla nasıl çalışırsın’ falan lafları etti.

BİZİM MAĞDUR OLMA HAKKIMIZ YOK

Sizin açınızdan bir mağduriyet söz konusu mu?

Hiçbir mağduriyetim yok. O kim de beni mağdur edecek. Ben bu mağduriyet kısmından rahatsızım. Bizi ancak kendimiz mağdur ederiz. Yirmi küsür yıldır iktidar olan bir siyasal bölgedeyiz. Bizim artık mağdur olma hakkımız yok yani. Biz ancak kendi özgüven eksikliklerimiz de mağdur olabiliriz. O ablanın beni mağdur etme ihtimali yok da aleyhimizde attı tuttu falan. O çok fanatik ama bu konunun ideolojik bir başlık altında konuşulmaması gerektiğini düşünüyorum. Ayşe Barım meselesinin…

Hangi başlık altında konuşulmalı?

Sektörel yozlaşma ile ilgili bir şey bu. Hani ahbap çavuş ilişkileri, ‘Şu oyuncuyu oynat, bu oyuncuyu oynatma. Şu oyuncu oynatırsan beraber seninle komisyon karıştırırız’ falan filan gibi hikayeler anlatılıyor ya. Müslümanlara karşı yapılmış olan bir şey değil bu. Kendinden olup olmamak, kendi menfaatinin olup olmaması, çıkaranın olup olmaması ile ilişkili şeyler bunlar. Öteki de seküler oyuncu, bunun bünyesindeki de seküler oyuncu. Ama bu kendi bünyesindeki diğerinin ayağını kaydırıp getiriyor. Buradaki temel motivasyon ideoloji değil, menfaat. İdeolojik olarak fanatik, bu doğru. Bizim tarafa karşı ciddi bir öfkesi var.

Rekabet Kurulu da bir soruşturma başlattı. Tam olarak neyi soruşturacak?

Ben baktım yirmi küsür firma var. İçlerinde çok düzgün çalışanlar da var. Eminim o rekabet kurulu akla karayı ayırt edecektir.

KEMALİZM DOZER GİBİ EZİP GEÇTİ,

KÖY ÇOCUKLARI YENİ YENİ KENTLİ OLUYOR

İslami camianın edebiyatla, sanatla, kültürle işte sinemayla, mizahla mesafesi ya da o alanlarda olamama gibi bir problemi vardı. İşte darbeler var, yönelememişler. Sizin değerlendirmeniz nedir?

Çok doğru ama bir de ekonomik gerekçeler çok önemli. Şimdi ‘derdi maişet’ diye bir şey var. Ay başını denkleştirmeye çalışıyorsun. Köy çocuğusun, bilmem nesin. Senin rafine zevklere ayıracak paran yok. Senin geçim derdin var. Sonra bakmakla yükümlü olduğun insanlar var. Bir kere birkaç nesil kentli olmak gerekiyor bu işlere motive olmak için. Sen daha yeni gelmişsin kente ve kültürünü daha yeni tanıyorsun. Bu çok doğal bir şey. Neden efendim Kemalist kesim, seküler kesim bu konularda bizden daha ileride de biz daha gerideyiz? Çünkü onlar uzun zamandır Ankara'nın ve İstanbul’un sahipleriydi. İşte siyasal iktidar, siyasal iktidar veya işte askeri vesayet ya da işte bürokratik oligarşi her ne dersiniz deyin. Yakın bir zamana kadar siyasi parti noktasında CHP çok fazla iktidara gelmese de bütün sosyal iktidar falan bunlardaydı. Sermaye doğrudan doğruya onlarda. Şimdi sen 1930'lardan itibaren Ankara'da yer etmiş bir aileyle 1990'da Ankara'ya, İstanbul'a gelmiş bir ailenin bu konulara ilgisini mukayese edemezsin. Hat sanatları, hilye-i şerifler vesaire… Hep İslami sanatlar. Bunların en büyük koleksiyonerleri bildiğimiz seküler ailelerdir. İşte o çok büyük İstanbul sermayesi dediğimiz aileleridir. Çünkü onların böyle rafine zevkleri ayıracak hem paraları var. Hem bu konulara ilgi duyacak kadar kent kültürüne, kentliliğe adapte olmuşlar. Dünyada bir sürü müze gezmiş, sergi gezmişler bilmem ne yapmışlar. Sen şimdi, Kemalizm üzerinden dozer gibi geçmiş. Kentlerden özellikle İstanbul ve Ankara'dan İslam sökülüp atılmış bir nevi. Türk musikisi yasaklanmış. Eski yazı yasaklanmış. Dindarlık, muhafazakar değerler birçok değerler köye kalmış. Sen şimdi sıfırdan o köylü çocuklar tekrar işte büyüyorlar, üniversite okumaya büyük şehirlere geliyorlar. Sonra evleniyorlar sonra bilmem ne yapıyorlar da şimdi yeni yeni onların çocukları işte biraz maddi durumu toparladı. Arabası yoktu bir sürü insanın. Arabası yokken sen bir tabloya bilmem neye bir araba parası veremezsin. Evde anne kızar bir kere.

Millet ekmek bekliyor. Bir sürü bu gerekçeler var.

Annem, ‘bütün paranı kitaba yatırıyorsun’ diyordu…

Bir de zaten üniversite okumaya gidip de okuyup yazanlar da komünist falan oluyordu. İşte ‘fazla okuma kafan karışır’ bilmem ne. Hep biz buralardan geldik. Şu anda kötü bir durumda değiliz. Yarın bir gün daha da iyi durumda olacağız. Birkaç nesildir kentli oluyoruz. Bizim çocuklarımız bizden de daha iyi durumda olacaklar.

ESTETİK ZEVKLER KENTLİLİKLE OTURUYOR

Merhum Teoman Duralı Hoca, ‘kentli olmak için üç nesil geçmesi gerekiyor’ diyor.

Teoman Hoca öyle diyor. Kendisinden, fikirlerinden pek hoşlanmayız ama Celal Şengör ‘5 nesil’ diyor. Ama birkaç nesil gerekiyor tam bir kentli olmak için. Kentli olmak neyi getiriyor? Bir kere çekinme, utanma, ‘konu komşu ne der’ var ya. Çok sağlıklı şeyler bunlar. Estetik zevkler birçok şey aslında kentle birlikte oturuyor. Bir de şöyle bir şey var; bizim bir avantajımız da imparatorluk bakiyesi olmamız. Bu bir nevi işte geldiğimiz etnik veya kültürel kodlardan, o küçük kaplardaki sularımızdan çok daha büyük bir havuzun suyuna sahip olmaya geçmek gibi bir şey. Aynı şey köyle kent arasında da öyle. Orta Asya'ya gidiyorsun orada Türk orjinli yemekler yiyorsun. İşte Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi denilen bölgede Kürt yemekleri, Arap yemekleri yiyorsun. Hiçbirisi Türkiye'de yediğini yemekler kadar lezzetli değil. Ama Türkiye'de de işte Kürdün yaptı yemeği yiyorsun çok lezzetli, Arabın yaptığı yemeği yiyorsun. Çünkü burada o emperyal havuzda herkesin beğenileri, herkesin pozitif gördüğü ne varsa sentezleniyor ve ortaya çıkan ürün öyle oluyor ki; sırf Gaziantep mutfağın yeryüzündeki birçok ülkenin birçok kültürün mutfağından daha zengin ve daha lezzetli. Sırf Kayseri mutfağın, Konya mutfağın, Bursa mutfağın. Bolu. Saydıkça sayarız. Adamların bir ülke hatta bir kıta mutfağı var. Senin bir şehrin onlardan daha zengin. Aslında köyle kent arasındaki fark da bu. Osmanlı bakiyesi ile ele aldığın zaman kenti, senin dergahında, senin musikinde, estetiğinde tarihi anlamda da böyle günümüzdeki modern anlamda da böyle. Birdenbire çok zenginleşiyor. ‘Yeni nesil bu anlamda zincirini kırıyor, kültüre iktidar konusunda’ dediniz. Sen artık o takımla antrenmanlara çıkıyorsun. Şampiyonlar Ligi'nde oynayan takımla idman yapıyorsun. Şampiyonlar Ligi'nde oynayan takımın tesislerinde, onların tribün ambiyans dahil oluyorsun falan. Bir anda performansın artıyor. Bizim çocuklarımızı yeter ki dünyada estirilen yeni faşizm rüzgarlarına kaptırmayalım çocukları.

BATI’NIN DİNDARLARI İLE İTTİFAKLAR YAPACAĞIZ

Neler onlar?

En başta LGBT. Aile değerleri ile aile karşıtlığı arasında çok ciddi bir savaş var. Şimdi bizim dizimize, ‘La Casa de Papel’ dizisinden bir oyuncu transfer ettik. Luka Peros. İlk iki sezon İspanyol televizyonuna yapılmıştı La Casa de Papel. Çok iyiydi yani. Sonra bunun Netflix bunu çok beğendi, devraldı ve geçmesiyle beraber karakterlerin yarısı LGBT oldu bir anda. Ondan sonra 2 sezon biz tövbe estağfurullah diyerek izledik. Öyle bir faşizm var ki, konsol oyunu oynuyorsun. Bir öncekini oynamışsın çok beğenerek, onun yeni oyunu çıkmış alıyorsun, abi karakter LGBT çıkıyor bir anda. Bir arkadaşımız var profesör, inançsız. Bayağı da muhalif. Bizim siyasal düşüncemize çok aykırı. Diyor ki, ‘TRT Çocuk izletiyorum çocuklara. En risksiz o. Çünkü çocukların LGBT olmasını istemiyorum.’ Çünkü o hani küresel kanallar var ya, oralarda böyle ince ince işliyorlar. Çok mayınlı bir arazi. Yarın bir gün, Avrupa'nın, Amerika'nın, Güney Amerika'nın oranın buranın dindarları ile kendi inanç şeyleri ile ittifak edeceğimizi düşünüyorum.

AİLE DEĞERLERİ İÇİN SAVAŞLAR ÇIKACAK

Yeni ideolojik kamplaşmaların gerekçesi mi olacak?

Fiili savaşların olacağını düşünüyorum. Family Values (aile değerleri) dedikleri kavram üzerinden. Çok keskinler yani bu konuda. Türkiye'nin de çok özel bir kıvamının olduğunu düşünüyorum. Dünyada bu LGBT ve türevi rüzgarlara, neoliberalizme karşı olanlar aynı zamanda mültecilere de karşı. İşte biraz daha vicdansızlar. Sağcı dedikleri tipler. Daha ırkçı, aynı zamanda İslamofobik, farklılıklara falan hiç saygı duymayan. Onlar da ayrı bir hasta. Bir taraftan da ‘Herkes insan. Herkes eşit, mültecilere de yazık’ falan diyenler de özellikle Avrupa'da, onlar da LGBT aktivisti aynı zamanda. Ayrı bir hasta. Sadece Türkiye ve Tayyip Erdoğan'ın temsil ettiği siyasi çizgi hem mültecilere sahip çıkıyor hem LGBT faşizmine karşı duruyor. Hem farklılıkları problem etmiyor ve herkese kucak açıyor hem de bir LGBT olmamayı kabahat olarak gören bu yeni sol liberal rüzgarlar karşısında direniyor. Bu sadece Türkiye’de var. Geçen biraz baktım bir miktar Brezilya'da da böyle bir kıvam olduğuna dair şeyler gördüm. O yüzden Türkiye’nin bu iki kamp arasındaki soylu ve organik duruşu özellikle bu çok önemli. Bizim fabrika ayarlarımız. Kendimizi sıkarak, kendimizi programlayarak böyle olmadık. Bizim medeniyetimiz böyleydi zaten. Bunun çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. O yüzden çok umutluyum. İşte çocukları kaptırmamak lazım bu rüzgarlara. Yoksa bizim çocuklar bizden iyi olacaklar.



#Eyüp Gökhan Özekin
#televizyon
#medya
#Ersin Çelik