Yunanistan’a gönüllü avukatlık yapan emekli bazı diplomatların iddialarının aksine Doğu Ege Adaları 1923’te Lozan, On iki Ada ise 1974 antlaşması ile “askersiz” olma koşuluyla Yunanistan’da kalmıştır. Bugün Yunanistan Adalar’ı bizzat silah yığınağı ve askeri üslere dönüştürerek, “askersizlik” statüsünü ihlal etmiş, Türkiye’ye karşı Adalar’ı ön cephe haline getirmiştir. Koşullu statüdeki koşul artık yerine getirilememektedir. Dolayısıyla Adalar’ın statüsü, Türkiye tarafından haklı bir gerekçeyle dile getirilmektedir.
Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in geçtiğimiz mayıs ayında, ABD Kongresi’nde yaptığı konuşma, bir süredir devam eden bir kampanyanın deyim yerindeyse açıkça ilanı oldu. Miçotakis bu konuşmasında ülkemizi Rusya’ya, kendi ülkesini ise Ukrayna’ya benzeterek ABD’den yardım istedi. Yeni bir Zelenskiy rolüne soyunan Yunan Başbakanı, sözde işgalcilikle Türkiye’yi Kıbrıs Barış Harekatı’ndan dolayı suçladı. Oysa, Yunanistan’ın kurdurduğu EOKA ve sonraki adıyla EOKA BETA terör örgütü 1963-1974 yılları arasında, Kıbrıs Türklerine etnik temizlik uygulamış, bu vahşetin başlangıcı da, Makarios’un, başkanı olduğu devletin anayasasını ve bu anayasanın uluslararası bir antlaşma olduğunu yok saymak suretiyle, Kasım 1963 anayasa reformu ve 21 Aralık 1963’teki Kanlı Noel olmuştur.
DEVLET POLİTİKASI DEĞİŞMEZ
Kanlı Noel ve 1964 Erenköy direnişlerinde, İsmet Paşa’nın Başbakanlığı döneminde Türk jetleri müdahale etmiş, 1967’de de Süleyman Demirel’in Başbakanlığı’nda, adaya illegal yollarla gelen 10 bin Yunan askeri, Türkiye’nin baskısıyla adayı terk etmek durumunda kalmıştır. Kimin işgalci olduğu ortadadır. 20 Temmuz ve 14 Ağustos 1974’te ise Ecevit’in Başbakanlığı ve Erbakan’ın Başbakan Yardımcılığı görevini yaptığı koalisyon hükümeti; Yunan cuntasının desteğindeki EOKA BETA örgütü Nikos Sampson adındaki terörist elebaşının öncülüğünde darbe yapınca adaya müdahale etmiş, akabinde de 1975’te KTFD, 1983’te ise KKTC’nin bağımsızlığı ilan edilmiştir. Bu politikanın öncüsü ise 1955 Londra Konferansı ve 1959-60 Londra ve Zürih antlaşmalarındaki rolleriyle Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’dur. Türkiye bu antlaşmalar sonucunda Kıbrıs’ta garantör devlet olmuştur. Farklı siyasal liderlerle devlet politikası kesintisiz yürütülmüştür.
BATI’NIN YUNAN’A BİÇTİĞİ ROL AYNI
Kıbrıs konusundan da anlaşılacağı üzere, Yunanistan’a verilen hedef, ENOSİS hayaliyle Kıbrıs’ı ilhak etmek, Ege’den Doğu Akdeniz’e hatta Batı’da Adriyatik’e kadar uzanan, İngiliz Başbakanı Lloyd George’un planladığı şekilde bir “navigasyon devleti” olmaktır. Zaten bu yolla, yine George’un hayal ettiği üzere Türkler önce denizden koparılacak, sonra da Orta Asya’ya geri gönderilecektir.
Batı’nın 1821 ayaklanmasından beri desteklediği bu “navigasyon siyaseti” 15 Temmuz 2016’dan sonra dünyaya ilan ettiğimiz MAVİ VATAN gerçeğini bir engel olarak görmüş ve 2022 itibarıyla da ABD’nin üsleriyle garnizon devletine dönüştürme stratejisi izleyerek durdurmaya çalışmıştır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Miçotakis’i muhatap almıyorum” sözü, polemikten ziyade, Yunanistan’ın konumunu işaret etmektedir. Zira ABD, Miçotakis’in ABD kongresindeki konuşması üzerinden Türkiye’ye bir mesaj vermiştir. Muhatap ABD’dir. Tıpkı 100 yıl önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda asıl muhatabın Yunanistan değil de İngiltere olduğu gibi.
Bugünkü durumda gerek Cumhurbaşkanlığı makamından, gerekse Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan en üst düzey açıklamalarda Ege Adaları’nın statüsüne işaret edilmektedir. Bu bir rastlantı değildir. Zira, 1911 Trablusgarp Savaşı sırasında İtalya’nın işgal ettiği On iki Ada ve 1912-1913 Balkan Savaşı sırasında Yunanistan’ın işgal ettiği Doğu Ege Adaları’nın, Lozan’daki çetin müzakereler çerçevesinde ancak “askersiz” olma koşuluyla Yunanistan’da kalacağı kabul edilmiştir.
ADALAR’DA KOŞULLU EGEMENLİK
KOŞULLAR DEĞİŞTİ, ARTIK STATÜ MASADA
Lozan’daki müzakerelerde Türkiye; Gökçeada, Bozcaada, Semadirek adalarını talep ederken, Gökçeada ve Bozcaada’yı almış Midilli, Sakız, Sisam, Limni, Nikerya adalarında ise özerk bir yönetim modeli istemişti. İşte askersizlik koşulu, bizim yorumumuzla, “siyasal bağımsızlık ya da özerklik olmuyorsa” ancak bu durumdan dolayı Yunanistan’ın “koşullu egemenliği” çerçevesinde gündeme gelmiştir. Boğazlar’ın “askersizliği” Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde hükme bağlanmıştı. Türkiye başarılı bir diplomasiyle 1923’te barış koşullarının egemen olduğunu, 1936’ya gelindiğinde ise İtalyan yayılmacılığına karşı Saros körfezinden Edremit Körfezi’ne, oradan Kandıra’ya uzanan alanı savunamayacağını ortaya koymuş, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile İngiltere ve SSCB’yi aynı masaya oturtmuş hem askersizlik kalkmış, hem de Boğazlar Komisyonu lağvedilmiş, Boğazlar’ın uluslararası statüsüyle birlikte, TÜRK EGEMENLİĞİ tesis edilmiştir. Bunun Latince adı REBUS SIC STANTIBUS yani “koşullar değiştiği takdirde” dir. Yunanistan Adalar’ı bizzat silah yığınağı ve askeri üslere dönüştürerek, “askersizlik” statüsünü ihlal etmiş, Türkiye’ye karşı Adalar’ı ön cephe haline getirmiştir. Koşullu statüdeki KOŞUL artık yerine getirilememektedir. Dolayısıyla Adalar’ın statüsü, Türkiye tarafından haklı bir gerekçeyle dile getirilmektedir. 2030’da hava taarruz konumuna getirilmeye çalışılan Yunanistan’ın Adalar’daki deniz, hava ve kara güçleriyle garnizona dönüştürülmesi, Türkiye açısından bir “beka” meselesidir. Umarız Yunanistan, 100 yıl önce İngiltere’nin politikasını tatbik etmekteki hatasını, bugün de ABD’nin güdümünde tekrarlamaya kalkışmaz. Zira Türkiye, barış isteyen taraftır.