Doğu Akdeniz’de Libya ile yapılan anlaşmadan sonra Mısır ile ortak zemin bularak benzer yeni bir anlaşmayı yapabilmek, Libya’nın da ötesinde, Gazze’deki soykırım ortasında İsrail’e yönelik ayrı bir baskı unsuru olur. Bölgedeki pek çok dengeyi de Müslüman ülkeler lehine, ABD’ye rağmen değiştirmeye namzet…
Son yıllarda yaşanan küresel ve bölgesel gelişmeler, ABD’nin Orta Doğu politikalarındaki istikrarsızlıklar, rekabetin Asya-Pasifik üzerine kayması ve daha birçok neden, şu an yaşanan kriz ortamının zeminini hazırladı. Rusya-Ukrayna Savaşı'yla beraber, kendisine karşı farklı eğilimler gösteren Avrupa ülkelerini, yeniden konsolide eden ABD, krizler üzerinden müttefiklerini etrafına yeniden toplama stratejisinde söz konusu Orta Doğu ve Kuzey Afrika olduğunda ise başarısız oldu.
TERCİH DEĞİL ZORUNLULUK
ABD’nin bu istikrarsız ve tenakuzlar içerisindeki politikası çok kutuplu dünya retoriğini gittikçe güçlendirirken, Orta Doğu ve Afrika’daki ülkelerin giriştiği farklı ittifak arayışları da bu retoriğe pratik anlamda katkıda bulundu. Nitekim 2010 itibarıyla ilk kıvılcımı Tunus’ta alevlenen Arap Baharı sonrasında ortaya çıkan yeni ittifaklar ve düşmanlıklar, son birkaç yıldır çözümsüz krizlerin teşvikiyle farklı bölgesel normalleşme süreçlerini de bir zorunluluk olarak beraberinde getirdi.
Çin ve Rusya’nın bölgedeki kriz ortamlarından faydalanarak nüfuzlarını artırmaya başlaması Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan Sahraaltı Afrika’ya kadar ilerledi. ABD’nin etkisinden sıyrılmaya bu denli yakınken Çin ve Rusya’ya tam anlamıyla teslim olma riskini de göze alamayan ülkeler için ise bir aktör çeşitli saiklerle en güvenilir liman olmaya
başladı: Türkiye.
Bu bağlamda 2021’den beri Körfez ülkeleri ve diğer bölge ülkeleri ile Türkiye arasında yaşanan kimilerine göre ‘normalleşme’, bana göre ise ‘zorunluluk’ olan bu durum, Türkiye’ye sunulan bir lütuf değil. Bilakis istikrarsızlığın en büyük istikrara dönüştüğü bu küresel kriz ortamında, Türkiye hem küresel aktörler hem de bölge ülkeleri adına tarihsel, sosyolojik, teolojik ve askeri anlamda vaat ettikleri ile vazgeçilemeyecek
bir aktör.
KİLİT TAŞI: ANKARA
Immanuel Wallerstein’ın “Dünya Sistemi” teorisinden örnekle, eskiden kendisine biçilen çevre ülke rolünü, yukarıda bahsettiğim gerekçelere ek olarak teknolojik ve askeri gelişimiyle beraber yırtan Türkiye, artık merkez ülke rolüne tarihi sorumluluğu gereği bürünmekte. Bu gerçeği fark ederek halkaya dahil olan son ülkelerden birisi ise Mısır. Çünkü Mısır tarihsel hafızası, devlet geleneği en güçlü Arap ülkelerinden birisi. Bağdat Paktı imzalandığında Mısır ve Türkiye arasında gerilen ilişkiler nasıl ki yıllar sonra Türkiye’nin Süveyş Krizi’nde Mısır’dan taraf olmasıyla bir anda düzeldiyse, tarihsel misyonu itibarıyla Türkiye’nin önemli kırılma noktalarında kimden taraf olacağını Kahire yönetimi de gayet iyi biliyor. Bu ve bu gibi onlarca örneği bulunabilecek tarihsel bu gerçeklik, son yıllarda Türkiye’nin bölgede askeri ve politik anlamda gittikçe büyüyen nüfuzu ile harmanlanmakta. Tam olarak bu nedenle, Türkiye artık bölgesel ve küresel huzurun temini adına bir tercih değil, zorunluluk.
İkili ilişkilerin en sıkıntılı olduğu dönemlerde, Türkiye ile Libya arasında 27 Kasım 2019’da yapılan deniz yetki anlaşmasına cevaben Yunanistan ile ertesi yıl benzer bir anlaşma yapan taraf Mısır idi. Buna rağmen Atina ile yaptığı anlaşmada Türkiye’nin belirlediği sınırları kabul eden, Ankara’ya ilk olumlu mesajı gönderen de Mısır oldu. Türkiye, popülist iddiaların aksine iktisadi ve siyasi kaygılarla bölge ülkeleriyle normalleşmiyordu yani, bölge Türkiye’ye mecbur olduğunu idrak ediyordu. Ankara ise yıllardır anlatmaya çalıştığı hususun gereğini yerine getiriyordu. Dolayısıyla Türkiye ile bölge ülkeleri arasındaki normalleşme dönemini Türkiye’nin sözüm ona pragmatist ve iktisadi kaygılardan mütevellit yorumlayanlar
2021’den beri yanılıyor.
Mısır’ın mesajını alan Türkiye, Kahire ile ivedi şekilde istihbari düzeydeki görüşmelere başladı. Dışişleri bakanlarının görüşmelerini, Katar’daki Dünya Kupası açılışında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Mısır Devlet Başkanı Abdulfettah El Sisi’nin tokalaşması izledi. Son olarak 14 Şubat 2024’teki görüşme, yıllardır süregelen pek çok soruna da çözümün beraber bulunabileceğinin iki ülke tarafından ikrarı niteliğindeydi.
TRABLUS DOSYASI
İsrail’in Gazze’deki başlattığı soykırım süreciyle beraber ele alındığında, iki ülke de bireysel sorunlarını geçmişte bırakarak krizleri beraber aşmaya odaklanacağını tescil ettiler. İki ülkenin Gazze için yapabileceklerinden sonra ise şüphesiz en önemli dosyalardan birisi Libya.
Yedi milyonluk nüfusu içerisinde onlarca kabileyi, grubu ve ayrı (paralel) yönetimleri barındıran Libya’da, Türkiye ve Mısır’ın politikaları, 2011’den beri devam eden istikrarsızlığı da sona erdirebilir. Özellikle son günlerde Trablus’taki BM tarafından tanınan hükümetin lideri Abdülhamid Dibeybe ile Doğu’daki Usame Hammad öncülüğündeki paralel hükümetin tek çatı altında birleşebileceğine yönelik söylentiler var. Dibeybe’nin Devlet Yüksek Konseyi Başkanı, Hammad’ın ise Başbakan olabileceğine dair iddialar mevcut.
Plana göre Halife Hafter’in oğlu Saddam Hafter ise bu hükümetin savunma bakanı olacak. İçerisinde hem menfi hem de müspet çeşitli olasılıkları bulunduran bu senaryoda, en azından yeni bir krizde kontrolü yitirmemek adına dahi Türkiye-Mısır normalleşmesi önem arz ediyor. Bu senaryo dışındaki diğer opsiyonlarda da, Mısır’ın Hafter ve onun destekçisi Hammad Hükümeti üzerindeki etkisi, Türkiye’nin meşru hükümet lehine Trablus’taki kurduğu askeri denge düşünüldüğünde, Türkiye-Mısır dışında başka bir ittifakın Libya’da çözüm getirmesi de mümkün gözükmüyor.
ABD’nin Libya’daki vekili rolünden zaman içerisindeki karmaşık ilişkileri ile çıkan ve ne yapabileceği kestirilemeyen Hafter’in bir şekilde (oğlu üzerinden de olsa) sisteme en zararsız şekilde entegre edilebilmesi, en azından süreci kontrol edebilmek adına önemli. Ayrıca Doğu Akdeniz’de Libya ile yapılan anlaşmadan sonra Mısır ile ortak zemin bularak benzer yeni bir anlaşmayı yapabilmek, Libya’nın da ötesinde, Gazze’deki soykırım ortasında İsrail’e yönelik ayrı bir baskı unsuru olur. Bölgedeki pek çok dengeyi de Müslüman ülkeler lehine,
ABD’ye rağmen değiştirmeye namzet…
Bu tarz pek çok çıktıyı beraberinde getirebilecek Türkiye-Mısır normalleşmesinde ise başarı Sisi’nin bu konudaki samimiyetine bağlı. Mursi’ye yapılan darbeyi ve bölgede kendisine yönelik hasmane tutumu bir kenara bırakarak başka krizlerin önüne geçmeye çalışan Türkiye’ye sadık kalması, Sisi’ye de bir şans tanıyor çünkü. İsrail’in son yıllarda Türkiye ile yaşanan krizleri nasıl kullandığı göz önüne alındığında, Türkiye tüm bu ülkeler adına onurlu bir zorunluluk. İbrahim Anlaşmalarıyla İsrail ile normalleşen bu ülkelerin liderlerinin, Gazze’deki soykırım ile düştükleri durum, kendileri adına da bir şans. Tarihin doğru tarafında olmak, Türkiye’de buluşmak, herkes adına en makul seçenek, doğrusu zorunluluk…