Trump ikinci kez Beyaz Saray’a dönmek için gün sayıyor. Trump’ın ana gündemleri henüz netleşmese bile, uluslararası jeopolitik manzara ilk göreve geldiği döneme kıyasla önemli ölçüde değişti. Rusya-Ukrayna savaşı ve İsrail önemli gündem maddesi olarak Trump ve ekibinin ajandasında yer alacak. Savaşları bitireceğine dair önemli argümanlar ileri süren Trump’ın yakın ekibine dair isimlerin açıklanması, söz konusu bu ekip içerisinde Orta Doğu bağlamında şahin isimlerin yer alması, Trump’ın “barış” sözlerinin Orta Doğu dışında gerçekleşeceğine dair endişeli arttırıyor.
Biden hükümetinin yadsınamaz desteğiyle İsrail’in Filistin’de soykırım gerçekleştirmesi, savaşın Lübnan’a da yayılmasıyla bölgeselleşmesi Trump’ın ilk döneminde uyguladığı bölgesel politikaları sürdürmesini zorlaştıran önemli gelişmeler. Gelinen noktada da her ne kadar Trump’ın Orta Doğu gündemi henüz netlik kazanmasa da, bilinen bir gerçeklik olarak ilk döneminden farklı bir jeopolitik manzara devralacak.
Trump ilk dönemi, damadı Jared Kushner’in İsrail yanlısı politikalarının etkisi altında Filistin’in göz ardı edildiği bir süreçti. Trump’ın göreve gelir gelmez yaptığı ilk önemli adım, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve ABD elçiliğini ivedi bir şekilde Kudüs’e taşıması olmuştu. 7 Ekim sonrası İsrail’in saldırganlığının soykırıma dönüşmesi, Netanyahu hükümetinin savaşı bölgeselleştirmesi; uluslararası toplumlarda ve devletlerde açığa çıkardığı tepki nedeniyle Trump’ın savaşı durduracağı ya da ateşkese yönelik girişimler sergileyeceğine dair bazı umutları açığa çıkarmıştı. Trump’ın ekibinde Mike Huckabee, Steve Witkoff ve Marco Rubio gibi Yahudi ve İsrail yanlısı topluluklarla derin bağları olan kişilerin yer aldığı açıklandı. Bu bağlamda da Trump’ın İsrail ile olan yakın ilişkileri göz önüne alındığında, Filistinliler için koşulları düzeltmesi ya da Filistin’in çıkarlarının korunacağı olası anlamlı bir ateşkes ya da barışın oluşturulması mümkün görünmüyor.
Trump’ın değişken karakter yapısı göz önüne alındığında birçok riski beraberinde getirdiğini söylemek mümkün. Özellikle Türkiye’nin terör örgütü PKK ve uzantılarıyla olan sınır ötesi operasyonlarda Trump’ın değişken tavrı, Pentagon ile anlaşmazlıkları Ankara’nın zorlu diplomasi trafiğini artırmıştı. 2018 yılında Trump’ın DAEŞ ile mücadelede ABD askerlerini bölgeden çekeceğine dair söylemleri, PKK ve uzantılarına büyük bir çöküş yaşattı. Akabinde de Pentagon’nun askeri desteğini sürdüreceğini ifade etmesi, Trump’ın söylemlerindeki muğlaklığı artırdı.
Türkiye ise kendi güvenlik çıkarları doğrultusunda sınır ötesi operasyonlarına hız kesmeden devam etti. Yeni dönemde ise ABD yönetimiyle PKK arasındaki ilişkilerin nasıl gelişeceğine dair çeşitli senaryolar üretilmeye devam ediyor. 23 Ekim 2024 tarihinde PKK’nın TUSAŞ’a düzenlediği terör saldırısı sonrasında Türkiye, PKK ve uzantılarına ait 200’den fazla kritik tesis ve alt yapı olmak üzere, örgüte ait silah ve mühimmat depolarını da imha etti. Nitekim, Türkiye’nin hava harekatı sonrasında ise Pentagon tarafından PKK’ya yeni bir silah sevkiyatı gerçekleştirilmesi Ocak ayında görevi devralacak Trump yönetimiyle askeri kanadın ortak payda da buluşacağına dair izlenimleri kuvvetlendiriyor. Her ne kadar Suriye’deki genel durum artık birincil öncelik olarak değerlendirilmiyor ve Trump’ın Orta Doğu politikasında odak noktasının İsrail’in bölgede diplomatik ve askeri olarak üstünlüğü, bölge ülkeleriyle ilişkilerinin geliştirilmesine dair bir takvim oluşturulacağına dair söylemleri kuvvetli tutsa da Trump’ın ekibinde yer alması beklenen Rubio, Waltz gibi isimler PKK ile ilişkilerin derinleşeceğine işaret ediyor. Özellikle Rubio’nun Trump’ın ilk döneminde ABD’nin Suriye’den çekilmesine şiddetle karşı çıkması ve Trump’ı konuyla ilgili sert bir dille eleştirmesi unutulmamalı. Waltz’ın ise aşırı sağ bir İsrail yanlısı olarak Ankara’nın İsrail karşıtlığı söylemleri üzerinden terör örgütü PKK’yı domine edebileceği ve ABD’nin Suriye’deki varlığını da devam ettireceğini söylemek mümkün.