2013’te Hizbullah ve İran’ın müdahalesi ile muhaliflerin durdurulan ilerlemesi, DEAŞ’ın muhaliflerden ele geçirdiği toprakların daha sonra ABD desteğiyle PKK/YPG’nin eline geçmesi, Obama’nın kimyasal silah kullanımına kırmızı çizgim demesine rağmen hareketsiz kalarak rejimi daha fazla katliama cesaretlendirmesi ve Rusların Suriye hava sahasındaki ezici üstünlüğüyle muhalifler için son 10 yıl çok zor geçti. Tüm bunların engellediği zaferler ise bu şartlar ortadan kalktığında tekrar hızlıca kendini göstererek Suriye devriminin yaşadığını kanıtladı.
Suriyeli muhaliflerin 27 Kasım’da başlattığı Saldırganlığın Caydırılması Harekatı ve sonrasında Suriye’de yaşanan gelişmeler 14 yıllık iç savaşta yeni bir perde açtı. Muhaliflerin hızlı ilerleyişi ile ilk 24 saatte Halep kapılarına dayandıklarını, daha sonra Suriye Milli Ordusu’nun Özgürlüğün Şafağı Operasyonu’na başlamasıyla birlikte de Tel Rıfat’ın kısa sürede temizlendiğini gördük. Yaşanan gelişmeler ne kadar Türkiye ve uluslararası kamuoyunda bir sürpriz etkisi yaratsa da Suriye’yi yakından takip edenler ve son dönemde Ortadoğu’da ve küresel çapta yaşanan bazı dönüşümleri yakalayabilenler için muhaliflerin operasyona başlaması da kısa sürede ciddi bir başarı kazanması da sürpriz olmadı. Yerel, bölgesel ve küresel çeşitli sebeplerin bir araya gelmesi sonrası mümkün olan bu hareketlilik sonucu Suriye iç savaşında muhaliflerin tekrar üstünlüğü eline aldığı bir denklem oluştu. Bunlar ışığında, Suriyeli muhaliflerin operasyonun Suriye’de sahayı nasıl değiştirdiğini ve bunun iç savaşın geçmişi ve geleceğinde nereye oturduğunu anlamlandırmak değerli olacaktır.
İÇ SAVAŞ - DIŞ MÜDAHELE
Suriye iç savaşı ilk yılından itibaren bölgesel ve küresel aktörlerin sahaya etki etmeye çalıştığı ve bu yüzden sıklıkla bir vekalet savaşı olarak adlandırılan bir savaş olmuştu. Yerelde çok parçalı muhalif gruplar, rejimin müttefikleriyle ilişkileri ve iç savaştan doğan güvenlik tehditleri düşünüldüğünde bölge ülkelerinin krizden derinden etkilendiği söylenebilir.
Suriye iç savaşının başlangıcından itibaren, muhalefetin kaderi küresel ve bölgesel müdahalelerle şekillendi. 2013 yılında Hizbullah ve İran’ın rejime destek için Suriye’ye girmesi, 2014’te DEAŞ’ın Suriye sahasında alan kazanarak muhaliflere büyük zarar vermesi ve 2015’te Rus hava desteğinin Esed rejimini kurtaracak şekilde devreye girmesi, muhalefetin toprak kayıplarını hızlandırmıştı. Ayrıca DEAŞ’ın sahadaki etkisi sadece muhalif grupları yıpratmakla kalmadı, aynı zamanda YPG’nin alan kazanmasına ve ABD’nin desteğini arkasına almasına izin veren şartların oluşmasına yol açtı. Bu faktörler muhalefetin 2016’dan itibaren İdlib’e sıkışmasına neden oldu. Ancak bu süreçte de muhaliflerin hayatta kalmasında en kritik rolü Türkiye oynadı; 2016’daki Fırat Kalkanı Harekatı’yla sahaya inen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin YPG ve DEAŞ terörüyle mücadelenin yanı sıra muhaliflere sağladığı güvenlik şemsiyesi, muhalefetin hayatta kalmasını ve direnmesini mümkün kıldı.
MUHALEFETİN YÜKSELİŞİ
Her ne kadar 2020’den beri Suriye’de ciddi bir çatışma gözlenmese de 2015-2020 arası muhalifler için bir gerileme ve İdlib’e sıkışma dönemi şeklinde geçmişti. Rusların artan hava saldırıları ve hem havadan hem karadan Rus, İran, Hizbullah ve Esed rejimi unsurlarının yaptıkları katliamlar büyük göç dalgalarını beraberinde getirmişti. Halep’in düşüşü de bu yaşanan gerilemenin en acı örneği olarak 2016 yılında yaşanmıştı.
Son beş yılda sahada nispeten bir durgunluk gözlense de, bu dönemde güç dengelerinde önemli değişimler yaşandı. Türkiye’nin desteğiyle, Suriye Milli Ordusu (SMO) gibi yapılar düzenli bir orduya dönüştürülmeye çalışıldı. Muhalifler, dünyadaki diğer çatışma sahalarındaki teknolojik gelişmeleri yakından takip ederek kamikaze insansız hava araçları (İHA) ve FPV drone gibi kabiliyetler geliştirdi. Disiplinli bir askeri yapı ve modern stratejilerle donatılan muhalefet, askeri etkinliğini önemli ölçüde artırdı. Türkiye’nin Suriye’de yaptığı 4 askeri operasyonda Suriyeli muhaliflerin TSK ile birlikte operasyonlara katılması da kabiliyet artımında önemli bir parça olmuştu.
REJİM ADIM ADIM ÇÖKÜYOR
Rejim cephesinde ise durum geçen 5 yılda tam tersi bir seyir izledi. İç savaşın yıkıcı etkileri, rejim ekonomisini ve toplumsal altyapısını zaten tamamen çökertmişti. Petrol sahalarının YPG kontrolünde olması, uluslararası yaptırımlar, nüfus kaybı ve dış destek eksikliği rejimin hareket kabiliyetini iyice sınırladı. Ancak sorunların temel nedeni iç savaşın getirdiği yıkım olsa da sebepler bununla sınırlı kalmadı. Geçen 5 yılda rejimin 2 büyük sponsoru olan İran ve Rusya’nın, çatışma veya müstakil bir operasyon olmadığında Suriye’den ilgilerinin uzaklaşması, rejimin bu sıkıntılarla baş başa kalarak daha da geriye gitmesine sebep oldu. Tam da bunun sonucu olarak Rusya’nın Ukrayna savaşına odaklanması, İran ve Hizbullah’ın ise İsrail ile bölgesel rekabet nedeniyle yıpranması, Esed rejimini askeri sahada da yalnız bıraktı. Artık “ordu” olarak nitelendirilemeyecek kadar kötü durumda olan rejim kuvvetleri, ekonomik ve sosyal reform yapacak kapasiteden de tamamen yoksun bir yapı olarak varlığını devam ettirdi.
MUHALİFLER NASIL BAŞARDI?
Bir haftadır devam eden ve çok büyük başarılar elde eden Suriyeli muhaliflerin askeri operasyonu tam da bu düzlem içerisinde anlam kazanıyor. Muhaliflerin Halep ve Tel Rıfat gibi kritik bölgeleri yeniden kontrol altına alması ve güneyde Hama şehrine kadar dayanması sahadaki güç dengesinin nasıl değiştiğini göstermektedir. Rejimin zayıflıklarını hatta çökmüşlüğünü uzun yıllar boyunca perdeleyen Rus hava gücünün ve İran destekli Şii milislerin varlığının artık sahada olmaması, muhalefetin başarılarını hızlandıran en önemli faktörlerden biri oldu.
Rus hava gücünün olmadığı bu operasyon şartlarında muhaliflerin sahada oldukça üstün geldikleri, rejim savunma hatlarını kolayca aştıkları görüldü. Bunun da ötesinde, SMO’nun 2016’dan bu yana ilk kez TSK’nın karadan ve havadan bir desteği olmadan kendi başına askeri harekat yapması ve Tel Rıfat’ı terör örgütünden temizlemesi de kazanılan kabiliyetleri gösteren önemli noktalardan biri olmuştur.
GECİKMİŞ ZAFER
Sonuç olarak Suriyeli muhaliflerin Halep’i ele geçirmesi, Tel Rıfat’ı terörden arındırması ve devam eden operasyonlarda önümüzdeki günlerde Menbic ve Hama’yı da muhtemelen ele geçirecek olması, aslında Suriye’de çok gecikmiş zaferlerin sonunda yaşanması anlamına gelmekte. 2013’te Hizbullah ve İran’ın müdahalesi ile muhaliflerin durdurulan ilerlemesi, DEAŞ’ın muhaliflerden ele geçirdiği toprakların daha sonra ABD desteğiyle PKK/YPG’nin eline geçmesi, Obama’nın kimyasal silah kullanımına kırmızı çizgim demesine rağmen hareketsiz kalarak rejimi daha fazla katliama cesaretlendirmesi ve Rusların Suriye hava sahasındaki ezici üstünlüğüyle muhalifler için son 10 yıl çok zor geçti. Tüm bunların engellediği zaferler ise bu şartlar ortadan kalktığında tekrar hızlıca kendini göstererek Suriye devriminin yaşadığını kanıtladı.
RÜZGAR ARTIK MUHALİFLERİN ARKASINDA
Halep’in alınması ve Tel Rıfat’ın temizlenmesiyle Suriyeli muhalifler sahada coğrafi bir derinliğe sahip oldu. Tel Rıfat veya Halep kırsalından düzenlenen saldırılar uzun yıllardır muhalif bölgeleri tehdit ederken şu aşamada İdlib, Afrin, Halep, el Bab gibi yerleşim yerlerinin düşman ve terörist unsurlardan uzak ve dolayısıyla istikrar üretmeye oldukça elverişli bir hale geldiğini söyleyebiliriz.
Ancak hiçbir şey bitmedi. Bir yandan PKK/YPG terörü artık neredeyse tamamen Fırat’ın batısından sökülüp atılmış olsa da Fırat’ın doğusundaki bölgelerde ABD ve Rusya’nın terör örgütüne güvenlik şemsiyesi sürüyor. Dolayısıyla bir haftadır muhaliflerin çok ezici bir şekilde kaydettiği ilerlemenin Fırat’ın doğusundaki farklı güvenlik denklemleri sebebiyle bu bölgeye taşınamayacağını vurgulamak gerekir. Fırat’ın doğusunda PKK/YPG terörüne karşı muhtemel operasyon, 2019’daki Barış Pınarı Harekatı sonrası kurulan statüko çerçevesinde Rusya ve ABD ile Türkiye’nin müzakereleri ile mümkün olabilecektir. Bu açıdan Rusların Ukrayna’da çok daha sıkışması veya 20 Ocak’ta göreve başlayacak olan Trump’ın Amerikan askerlerini çekme kararı gibi gelişmeleri takip etmek yerinde olacaktır.
Muhaliflerin önümüzdeki günlerde Hama’yı da ele geçirmesiyle sahada Lazkiye-Şam karayolu bağlantısını baskı altına alacak olması rejimin geleceğini ve özellikle buna stratejik önem atfeden aktörlerin tavrını belirleyecektir. Rusya’nın her ne kadar Ukrayna’ya odaklanmış olsa da rejimin varlığına oluşacak bir tehdide ne pahasına olursa olsun müdahale edeceği ve Tartus ve Hmeymim gibi askeri üslerine de stratejik değer atfettiği unutulmamalıdır.
İSRAİL REJİMİN AYAKTA KALMASINI İSTER
Denklemin bir diğer parçası ise, Esed rejiminin çökme riskinin ciddileşmesi durumunda İsrail’in alacağı pozisyon olacaktır. Tarihsel olarak Arap İsrail savaşlarında karşı karşıya gelmiş ülkeler olsalar da Esed rejiminin 1974’ten günümüze kadar İsrail’in güvenliğine bir tehdit oluşturmaktan kaçındığı unutulmamalıdır. Arap Ayaklanmaları sonucu İsrail’in ve Gazze’nin güney komşusu Mısır’da Mursi’nin iktidara gelmesi ile İsrail’in yaşadığı güvenlik endişeleri düşünülürse, İsrail’in Suriye’de de benzer bir ideolojik yaklaşımın iktidara gelmesine izin vermeyeceği ve bunun için gerekirse Şam’a uzanacak şekilde bir askeri müdahale yapmaktan da çekinmeyeceği söylenebilir. Dolayısıyla İsrail için Esed rejimi, ciddi bir tehdit oluşturmadığı ve daha iyi bir alternatifi olmadığı için ayakta kalması gereken bir yönetim olarak devam etmektedir.
Son olarak, tam da bu yüzden, bölgede İsrail yayılmacılığına karşı koyabilecek ve İsrail’in katliamlarına hesap soracak bir inisiyatifin çıkması, Esed rejimi gibi azınlık diktatörlüğü olan, halkın taleplerini yansıtmayan ve bölgede istikrarsızlığı besleyen aktörlerin ortadan kaldırılması ile mümkün olacaktır. Suriyeli muhaliflerin bunu başarıp başaramayacağı ise yerel şartların yanı sıra tüm bu bölgesel ve küresel mücadelenin sonunda belli olacaktır.