Kasım ayının son günlerinde Suriyeli muhalif güçlerin Halep’teki rejim unsurlarına yönelik başlattığı ortak operasyon sonucu yıllardır Esed rejimi elinde bulunan Halep şehri, rejimden temizlenerek özgürleştirildi. Tel Rıfat başta olmak üzere terör örgütü YPG’nin rejim ile birlikte hareket ettiği Halep’in kuzey kesimlerindeki pek çok nokta, Suriye Milli Ordusu (SMO) güçlerince temizlenirken şehre batıdan giriş ise Heyet Tahrir Şam’ın (HTŞ) öncülüğündeki İdlib’deki muhalif güçlerce gerçekleştirildi. Bu güçler içerisinde HTŞ ile birlikte içlerinde SMO ile bağlara sahip olan Ulusal Kurtuluş Cephesi çatı yapılanması güçleri de bulunmuştur. Bununla birlikte HTŞ’nin İdlib’deki güçler içerisindeki başat konumu ve örgütün Nusra Cephesi geçmişine sahip olması pek çok analizin odağını HTŞ’ye kaydırmıştır.
Faal olduğu dönemde El-Kaide’nin Suriye kolu olarak faaliyet gösteren Nusra Cephesi bünyesinde çok sayıda yabancı savaşçı ve yönetici bulundururken zaman içerisinde yerli unsurların oranı ve etkisi artmıştır. Nusra Cephesi’nin lağvedilmesi ardından kısa bir geçiş süreci sonrası HTŞ’nin kurulmasıyla Nusra Cephesi ile HTŞ’nin kurucusu ve halihazırdaki lideri Ebu Muhammed el-Cevlani’nin “Suriyelileşme” ve “anaakımlaşma” yönündeki politikası hız kazanmıştır. Zira örgütün geçirdiği dönüşüm ve Cevlani’nin uzun yıllardır kullandığı söyleme bakıldığında örgüt El-Kaide benzeri “Ulusaşırı” bir yapılanmadan ziyade Suriye ile sınırlı kalmaya çalışan, söylem ve eyleminin odağına Suriye halkını savunmak ve Esed rejimine karşı savaşmayı koyan milli bir yapı izlenimi vermektedir.
Cevlani’nin “Suriyelileşme” söyleminde samimi olup olmadığı çokça tartışılan bir mesele olmakla birlikte bunu bilebilmek mümkün değildir. Lakin eylemlerin söyleme uygun olup olmaması üzerinden söylemin “ciddiyeti” test edilebilir. HTŞ’ye paydaş milis güçler içerisinde bir kısım yabancı unsur (Özbek ve Uygur savaşçılar gibi) halen varlıklarını sürdürüyor olsa da hem askeri yapılanmanın hem de siyasi karar alma mekanizmasının tamamına yakınının Suriyelilerden oluştuğu bir örgüt konumundadırlar. Örgüt İdlib’de halen mukim farklı din ve mezheplerden azınlık unsurlara karşı diyalog yolunu açık tutarak, onların yaşadıkları bölgelere de hem güvenlik hem de kamu hizmetleri sunarak Suriyelileri bir bütün olarak muhatap aldıklarını göstermeye çalışmaktadır.
Disiplinli ama bir o kadar da otoriter bir figür olan Cevlani ve dolayısıyla HTŞ’nin söz konusu İdlib’in idaresi olduğunda diğer muhalif güçlere alan bırakmadığı ve iç siyasette baskı kurduğu bir gerçektir. İstikrarsız iç savaş ortamlarının bir realitesi olarak otoriter devlet dışı aktörlerin taze örneklerinden biri konumunda olan HTŞ’nin bundan sonrası için önündeki en önemli imtihan Halep’in idaresinde başta SMO olmak üzere diğer muhalif güçlerle iş birliği ve paylaşımı esas alan bir yol haritasında buluşması olacaktır. Cephe hattında Suriye rejimine karşı Türkiye’nin de desteklediği çok ayıda muhalif grupla aynı amaç uğruna birlikte hareket eden HTŞ’nin siyasal alanda da bir dönüşüm geçirmesi bölgenin istikrarı için gereklidir. HTŞ’nin idari olarak da iş birliği ve ittifaklara açık olması İdlib-Halep hattında kesintisiz ve Türkiye’nin desteğine de sahip olacak bir muhalif güvenli bölge için hayati önem arz etmektedir.
Bölge gündeminin bir seneyi aşkın süredir Gazze ve Lübnan’a odaklanması Suriye’deki gelişmelerin gölgede kalmasına yol açmış ve Halep operasyonu Suriye’yi takip eden uzmanlar haricinde “şaşırtıcı” bir etki yaratmıştır. Maalesef bu şaşkınlık hali muhalefetin bu harekatına “ABD-İsrail-İngiltere’nin ortak aklının sonucu” şeklinde saha gerçeklerinden uzak, sığ ve klişe komplo teorilerinin dile getirilmesine yol açmıştır. Lakin bölge dinamiklerine hakim uzmanlar ve sahayı takip edenler için fotoğraf oldukça nettir. Halep’in rejim-Rusya-İran tarafından kuşatılması, ardından gerçekleşen tahliye süreci ve İdlib’in Türk Silahlı Kuvvetleri gözlem noktaları ile çevrelenerek koruma altına alınması hamleleri, Türkiye’nin Suriye muhalefetiyle sahip olduğu bağların sıkılaşmasına ve tüm saha unsurları ile Ankara arasında bir koordinasyon zemini oluşmasına sebep olmuştur.
Türkiye’nin terör örgütleri YPG ve DEAŞ’a karşı Suriye’de gerçekleştirdiği pek çok sınır ötesi harekatta bugün Halep operasyonunu gerçekleştiren muhalif gruplar, TSK ile ortak hareket ederek bölgeden terörün temizlenmesine yardımcı olmuşlardır. Bugün ise bu süre zarfında Türkiye’den maddi ve manevi her türlü desteği alan, YPG ve DEAŞ’a karşı müdahale süreçlerinde TSK tarafından eğitimden geçen muhalif güçler Halep’i zalim rejimden ve ortağı YPG’den arındırmıştır. Türkiye ve muhalif güçlerin önündeki orta vadedeki en zorlu süreç Suriye’nin ikinci en büyük şehri Halep’in iç hesaplaşmalar ve gerginliklerden uzak şekilde “ortaklaşa” idare ve muhafaza edilmesi olacaktır. Bu operasyonda olumlu manada herhangi bir dahli olmayan ABD ve İsrail gibi küresel/bölgesel güçlerinin ise Halep’in istikrarının Türkiye lehine sonuçlar doğurmasından pek memnun olmayacaklarını söylemek mümkündür.