Bismarck’ın Almanya İmparatorluğu’nu kurması ile Avrupa’da dengelerin değiştiği yıllarda, İngilizler Hint kıtasındaki sömürgeleri aleyhinde Orta Asya’da genişleyen Rusları durdurmak istiyordu. Osmanlı Devleti’ni Rusya ile savaşa sürüklemek İngilizlerin Asya politikalarına yardım edebilirdi. Babıali’yi kontrol altına almak için fırsat kolladıkları bu karmaşık ortamda, Sultan Abdülaziz bir darbeyle 30 Mayıs 1876’da tahttan indirildi.
Abdülaziz devri, reform ve kalkınma hamlelerine sahne olmuş ancak, II. Osman ve III. Selim’de olduğu gibi kanlı bir darbeyle sonuçlanmıştır. Abdülaziz 8 Şubat 1830’da doğdu. Türk örf ve adetlerine göre yetiştirildi. Dini ve modern ilimler yanında resim ve Türk musikisi eğitimi aldı. Kuvvetli fiziğiyle güreş, yüzme, at binme ve cirit gibi sportif etkinlikleri severek yapardı. Veliaht iken bu faaliyetleri yanında içki ve eğlenceden uzak sade bir hayat sürmesi halk nezdinde sempati toplamıştı ve geleceğin Yavuz’u olarak görülüyordu. Sultan Abdülmecid’in vefatıyla 25 Haziran 1861’de Osmanlı Devleti’nin 32. padişahı oldu. Abdülmecid’in Batılılaşma reformlarını yeterli görmeyenler ile yolsuzluk, israf ve şaşaalı saray yaşantısından rahatsız olanlar Abdülaziz’in tahta çıkmasını yeni bir devrin başlangıcı olarak umutla karşıladı.
YENİLİKÇİ PADİŞAH
Göreve başladığında Tanzimat ve Islahat reformlarını sürdüreceğine dair bir ferman ilan etti. Saray bütçesinde kesintiye gitti ve masrafları kıstı. Devlet kurumlarında yüksek maaşlarla görev yapan memurların işine son verdi ve genel olarak memur sayısını azalttı. Altın, gümüş gibi kıymetli madenlerden yapılan eşyaların sarayda kullanılmasına yasak getirdi. Bu şekilde devletin gider bütçesinde sıkı bir kontrol sağladı. Siyasi mahkumlar için genel af çıkardı. 15 yıllık iktidarı sırasında, eğitim, bayındırlık, ulaşım, idare, hukuk ve mali alanlarda kalıcı reformlar yaptı.
Fuad Paşa’nın yerine sadrazam yaptığı Yusuf Kâmil Paşa’nın teklifiyle Yavuz Selim’den sonra ilk kez Mısır’a giden padişah oldu. Yine ilk kez bir Osmanlı padişahı fetih maksadı olmadan barış arzusuyla Avrupa topraklarına adım attı. 21 Haziran 1867’de İstanbul’dan denize açılan padişah ve heyeti Fransa ve İngiltere’de etkili görüşmeler yaptıktan sonra Belçika, Prusya ve Avusturya’yı da ziyaret ederek 7 Ağustos 1867’de İstanbul’a döndü. Gezi iç ve dış kamuoyunda olumlu izler bıraktı.
AVRUPA’DA DEĞİŞEN DENGELER
1875 yılı Osmanlı Devleti için mali sorunlar ve siyasal bütünlük bakımından zor bir dönemin başladığını gösteriyordu. Avrupa gezisiyle dış politikada elde edilen dostluk ortamı aradan geçen 8 yıldan sonra değişti. 1866’da Avusturya’yı ve 1871’de Fransa’yı yenen Bismarck’ın Almanya İmparatorluğu’nu kurması, Avrupa’daki dengeleri değiştirdi.
1870’de Fuad Paşa vefat edince Avrupa nezdinde diplomasiyi kullanarak devletin menfaatlerini koruma politikasında sıkıntılar yaşandı. İngilizler de Babıali’yi kontrol altına almak için fırsat kolluyordu. Zira İngilizler o sırada Hint kıtasındaki sömürgeleri aleyhinde Orta Asya’da genişleyen Rusları durdurmak istiyordu. Osmanlı Devleti’ni Rusya ile savaşa sürüklemek İngilizlerin Asya politikalarına yardım edebilirdi.
Bu karmaşık ortamda Sultan Abdülaziz bir darbeyle 30 Mayıs 1876’da tahttan indirildi ve 5 gün sonra ölünce, cuntacılar bu olayı intihar olarak açıkladı. Ancak, 5 yıl sonra 1881’de Sultan Abdülhamid devrinde kurulan ve tarihe Yıldız Mahkemeleri olarak geçen muhakeme sonucunda olayın intihar değil bir cinayet olduğu kararına varıldı. Ortada darbecilerin iddia ettiği şekilde resmî kayıtlara geçen bir intihar vakası yine devletin kurduğu özel mahkeme neticesinde resmî kayıtlara geçen bir cinayet söz konusudur. Bu yazıda belge fetişizmi ve resmî tarih tartışmasına girmeden konuyu merak edenler için bir analiz yapılmaya çalışılacaktır.
DARBE NASIL GERÇEKLEŞTİ?
27 Mayıs 1960 darbesinde olduğu gibi o günlerde de yüksek eğitimdeki öğrenciler sokağa çıkarak padişah ve hükümet aleyhinde gösteriler yaptı. 10 Mayıs 1876’da yapılan bu gösterileri planlayan cuntacılar idi. Nitekim gösteriler sonucunda hükümet değişti. Abdülaziz 12 Mayıs 1876’da Mütercim Rüşdü Paşa’yı sadrazam, Hasan Hayrullah Efendi’yi şeyhülislam, Hüseyin Avni Paşa’yı genelkurmay başkanı olarak tayin etti. Midhat Paşa da Meclis-i Vükelâ’ya girdi. Cuntacılar içinde bunlarla birlikte askerî okul komutanı Süleyman Paşa da vardı.
30 Mayıs 1876’da Süleyman Paşa Şam’dan getirilen askerî öğrencilerin katılımıyla sarayı kuşattı. Osmanlı Donanması Haliç’ten çıkıp Dolmabahçe Sarayı önünde demirleyip toplarını saraya çevirdi. Deniz yoluyla Dolmabahçe Sarayı’na gelen heyet padişaha hal fetvasını okuyup darbe yaptıklarını ilan etti.
Padişahın hal edilmesinin gerekçesi; akıl sağlığını kaybetmesi ve yolsuzluklara sebep olan şeriata aykırı kararları idi. Esasen bunlar Abdülaziz’e yöneltilebilecek suçlamalar değildi. Hatta, tahta oturan V. Murad için daha çok geçerliydi. 1876 yılı üç padişahın görev yaptığı bir yıldır. 93 günlük V. Murad’ın saltanatından sonra tahta II. Abdülhamid oturmuştur. Sultan Abdülaziz’in vefatı uzun süre tartışılmıştır.
DARBENİN KANLI NETİCESİ
Darbeciler, Abdülaziz’in can güvenliğini sağlayamamıştır. Topkapı Sarayı’nda daha önce III. Selim’in katledildiği odaya konulması başlı başına darbecilerin psikolojik baskı ile ölüm mesajı verdiklerini göstermektedir. Zira akıl sağlığından şüphe edilen V. Murad’ın tahttan indirilmesi söz konusu olursa Abdülaziz’in tekrar padişah olmasından çekiniyorlardı.
Delilikle suçlanan Abdülaziz Topkapı Sarayı’nın olumsuz koşullarını dile getirdiği gayet veciz mektubunu yeğeni V. Murad’a iletince annesi ve ailesiyle birlikte Feriye Sarayı’na nakledildi. Bu sırada ona yapılan muamele hukuka ve teamüllere aykırıdır. Özellikle Vasilaki Kargapulo tarafından çekilen o meşum fotoğraf göstermektedir ki; padişah şiddet ve işkenceye maruz kalmıştır. Dirseklerini padişahın omzuna dayayan iki genç, cuntanın emrindeki kabadayılar gibi poz vermişlerdir. Peki bu fotoğraf niçin ve nasıl çekildi? Hal olayına dair kanıt kim için neden gerekli görüldü? Fotoğrafçıyı Tünel’den alıp oraya kim getirdi?
Elbette ki, fotoğrafçı poz verenlerin davetiyle saraya gitmedi. Darbeciler bu çekimi planladı. Zira, 1876 yılı ortamında fotoğraf çekimi önceden hazırlık gerektiren, zaman alıcı, lüks ve pahalı bir işti. Buna ilişkin çok sayıda soru sorulabilir ancak bunların büyük çoğunluğu darbecileri aklayan değil mahkûm eden sorulardır. Sultan Abdülaziz bu fotoğraf çekildikten sonra 4 Haziran 1876 günü hapsedildiği odada kolları kesik vaziyette bulundu. Acaba vahşice öldürülerek intihar süsü mü verilmişti? Bu sorulara verilecek cevaplar ne olursa olsun cuntacıları sorumluluktan kurtarmaz.
Abdülaziz’in hazin sonu, bazı tarihçiler ve İttihatçı geleneğe sahip politikacılar tarafından intihar diye ısrarla savunulmuştur. Gerekçeleri de “padişah son yıllarında istibdat taraftarı bir kişiliktedir, eğlence ve sefahate dalmış, sorumsuz borçlanmalar yapmış ve kibri yüzünden darbeyi hazmedemeyerek intihara kalkışmıştır” şeklindedir. Eline bir bıyık makası alıp iki bileğini birden keserek ölüme gitmeyi bir insan neden ister? Çünkü artık saltanatı bitmiştir. Ama yeniden padişah olmayı kafes arkasındaki bir şehzade gibi sabırla bekleyebilirdi. Neden hırslı ve kibirli bir kişi tahtı tekrar ele geçirme ihtimalini değerlendirmeyip ölüme gitsin? Olayı intihar olarak değerlendiren tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı padişahın zehir temin etmek istediğinden söz etmektedir. Ancak, tedbiren elindeki palası alınan padişah her nasılsa (!) zehir değil de makas temin etmeye muvaffak olmuştur.
GÖZ GÖRE GÖRE ÖLÜME TERK EDİLDİ
Diğer taraftan Hüseyin Avni Paşa nezaretinde düzenlenen otopsi raporuna göre, sağ elindeki bıyık makası ile sol bileğinde 5 cm uzunluğunda ve 3 cm derinliğindeki atardamarını bulup kesen kişi neden ikinci bir hamle yapmaya ihtiyaç duysun? Bu varsayılsa bile hangi güçle kesik bileğine bıyık makasını alıp bu kez de sağ bileğine yönelsin? Bu halde nasıl sol bileğini 2,5 cm derinliğinde kesmiştir? Olay bu haliyle bile güvenlik açısından ihmalleri olan görevliler olduğunu gösterirken neden sorumlular Yıldız Mahkemesi’ne kadar cezalandırılmamıştır? Olaydan sonra, Feriye Sarayı’na ilk gelen kişi niçin Hüseyin Avni Paşa’dır? Paşa geldiğinde bir tıbbi müdahalede bulunmayıp padişahın bedenini yakındaki karakola niçin naklettirmiştir? Padişaha ilk yardım yapılmadığı ve yaşamasını sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmadığı açıktır.
Vefata yönelik tıbbi raporda imzası bulunanlar tam olarak nâşı görmeden ve yeterli inceleme yapmadan Hüseyin Avni’nin yönlendirmesine boyun eğmişlerdir. Mabeyn tabiplerinden Ömer Bey/Paşa nâşı incelemeden rapora imza atmayı reddedince H. Avni tarafından azarlanmış ve hemen rütbeleri sökülerek görevinden uzaklaştırılmıştır.
Yaralı kuşlar için bile tedavi yöntemleri geliştiren, hastaneler kuran Türk milletinin şefkat anlayışından yoksun olarak yaralıya doktor çağırmak gerekirken alıp onu karakola götürmek akıl yoluyla izah edilemez. Ancak darbecilerin padişahı yaşatmak değil, cinayet suçlamalarını örtbas etme gayretleri ile açıklanabilir.