Soçi mutabakatında üç liderin yapmış olduğu açıklamaların ve el sıkıştıkları fotoğrafın anlamının henüz tartışıldığı Soçi ertesi günlerde heyecanlı bir gelişme yaşandı. ABD Başkanı Trump, attığı ‘manidar’ bir twitte bildik üslubunu tekrarladıktan yani ABD’nin Ortadoğu politikasının manasızlığını vurguladıktan sonra sürpriz bir haberi meraklıları ile paylaştı. Trump, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı arayarak Ortadoğu’da barışın şartlarının nasıl gerçekleşeceği ile ilgili konuşacağını açıklıyordu. Anlaşılan o ki; Soçi’de İran, Türkiye ve Rusya Devlet Başkanlarının Suriye konusunda işbirliği yapmaya devam edeceklerini açıklamaları, dolayısıyla Astana mutabakatının geçerli olduğunu Dünya’ya objektiflerin önünde üçlü fotoğraflarıyla somutlaştırmaları Washington’ı değilse bile Trump ve çevresini ciddi bir biçimde etkilemişti. Trump bu telefon görüşmesinde ABD’nin artık PYD’ye silah yardımında bulunmayacağını da söyledi. Ankara, müttefikinden gelen bu sözü umutlu bir iyimserlikle karşılamak istese de defalarca benzer sözleri duymuş kendisini şüpheci bir soğukkanlılıktan kurtaramadı. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Erdoğan-Trump telefon görüşmesi sonrasında ‘Washington’un sözünü tutmasını ve uygulamasını görmek istiyoruz’ açıklamasını yapıyordu.
Ankara’nın şüpheli ve mesafeli tutumunu anlamak zor değil. İlk olarak ABD karar alıcılarının, değişik başkanlar altında Suriye’nin bölünmesine yönelik bir Ortadoğu politikasını kimi zaman İran’ı kimi zaman PYD/SDG’yi cesaretlendirerek takip ettiği biliniyor. Suriye’nin zayıflayarak de facto parçalanması, İsrail’in elinin güney Suriye’de güçlenmesi, PYD/SDG/PKK gibi devletimsi oluşumlar üzerinden jeopolitik köprüler/kuşaklar vs. oluşturularak tüm bölge ülkelerinin hizaya getirilmesi isteği, ve tabi bölgede ve bölge dışındaki rakipleri enerji sopası üzerinden ehlileştirme arzusu Obama’nın sofistike dilinde de, Trump’ın Ortadoğu barışı ile golf oyununu art arda söyleyen karikatürize retoriğinde de farklılaşmıyor. Bu yüzden ve ABD’nin Türkiye’ye verip tutmadığı sözlerin listesi 2011’den itibaren yapılabileceğinden ve de Türkiye’de kimse artık Washington’a zerre kadar güvenmediğinden Ankara, PYD ile ilgili artık sahada ve masada somut adımlar atılmasını istiyor. İkinci olarak Suriye’de savaşın sürdüğü bir ay dahi geçmiyor ki şu veya bu haber kanalı, şu veya bu kaynak PYD/SDG’ye aktarılan ağır askeri mühimmatla dolu tırların haberini dünya kamuoyu ile paylaşmasın. Nitekim ABD Başkanı da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yapmış olduğu son telefon konuşmasında PYD’ye hâlihazırda verilmiş olan 3000-3500 tır mühimmat ve askeri teçhizat hakkında herhangi bir taahhütte bulunmayıp, bundan sonra PYD’ye silah yardımında bulunmayacağı sözünü vermekle yetiniyordu. Oysa PYD’nin kendisine verilen silahlar sayesinde şimdiden ABD’nin Suriye’deki kara gücü olarak hareket edebilecek neredeyse yarı-profesyonel bir ordu haline geldiği biliniyor. Daha önceki yazılarımızda vurguladığımız gibi bu “yarı-profesyonel”, “devletsiz”, “uluslararası propagandaya uygun ama uluslararası hukukta yeri olmayan” güç, ABD’nin melezleşen çatışmalarda kullanabileceği elverişli bir enstrüman. Dolayısı ile bölgede çatışmaların melezleşmesi ihtiyacı sürdükçe yani ABD kendi planını gerçekleştirmek için mücadele ettikçe, bu 3000-3500 tırlık mühimmat ‘elverişli enstrümanın” kasasında kalmaya devam edecek. Üstelik sorunun askeri teçhizatla sınırlı olmadığını, daha önemli olanın Washington DC’nin Pentagon eliyle PYD’ye verdiği siyasi destek olduğu da aşikar. Kısa bir süre önce İngiliz yayın kuruluşu BBC Rakka’nın DAEŞ’den özgürleştirilmesi sırasında ABD’nin PYD ile DAEŞ anlaşmasına göz yumduğunu kamuoyuna duyurmuş, PYD’ye verilen siyasi desteğin nasıl Frankenstein-vari bir canavar yaratma politikasına dönüştüğünü açık etmişti. Bu kısa özet bile Türkiye’de ABD’ye karşı beslenen güvensizliği açıklayabilir. Keza ABD’nin PYD merkezli politikasının tek sorununun Türkiye’yi kaybetme riski olmadığını düşünenler de var. Bir gün, bir zamanlar çok moda olan “who lost Turkey?” (Türkiye’yi kim kaybetti?) başlıklı kitapların yazılacağı muhakkak da bugün bile bölgeyi tanıyanlar Washington’u uyarıyorlar. İzlenen politikalar ABD’yi Ortadoğu’da güçlendirmiyor. Bu minvaldeki son çıkış İngiliz Independent gazetesinin muhabiri Robert Fisk’den geldi. Tecrübeli gazeteci ‘PKK’nin Suriye kolu PYD’ye ABD desteğinin yakında tamamen yok olacağını iddia etti. Hatta Fisk’e göre PYD ısrarını sürdüren ABD’nin yakında Ortadoğu’da etkinsizleşmesi de beklenmeliydi.
Trump ve çevresinin Fisk’in gözlemlerine katılıp katılmadığı tam anlaşılamadan Trump’ı “fabrika ayarlarına” döndüren açıklamalar Pentagon’dan 27 Kasım akşamı geldi. Zaten Pentagon’dan önce Beyaz Saray da PYD’ye silah vermeme sözünü yumuşatmış, PYD’ye verilen desteğin sadece gözden geçirileceğini söylemişti. Pentagon ise “müesses nizamın” çizgisine hepimizi geri çekiyor ve SDG yani PYD ile işbirliğini Washington’un sürdüreceğini açıklıyordu. Doğrusu yaşananları özetleyebilecek ifadeler bulmakta zorluk çekiyoruz: “fabrika ayarlarına” geri dönülmesi Amerikan “derin aklının” dış politikaya el koyduğu anlamına gelir tabi ki, ya da Amerika’nın Amerika ile savaşında Trump’a yine yeniden gol atıldığı söylenebilir. Tüm bu teşbihler edebi olarak yaratıcı ve gerçekliği bir yanından tutuyor ama bir soru sormamız da lazım. Ortadoğu’daki devletlerin ismini düne kadar karıştıran ABD başkanı Trump’ın bir gece de Ortadoğu uzmanı kesilip PYD ile ve ABD Ortadoğu politikası ile ilgili ciddi analizler yapmadığını hesaba katarak soralım bu soruyu. Trump’ı Beyaz Saray’ın mahzenine deli gömleği ile kapatmadıklarına göre, ABD, fabrika ayarlarına dönmeden önce niçin Türkiye’yi arayıp Ortadoğu politikasında U-dönüşü sinyali verip, sonra ABD dışişlerindeki krize bizi gark edip sinyali usulca söndürdü.
Trump’ın Ankara’yı telefon ile aramasından sonra akla gelen ilk soru Başkan’ın neden Ankara’yı aramak istemiş olduğuydu. Gerçi yukarıda anlatmaya çalıştık Trump bu konuşmada PYD ile ilgili Ankara’nın beklediği doğrultuda net bir açıklamada bulunmamıştı. Türkiye’nin ABD’nin güvenilirliğine yönelik açmış olduğu kredi de çoktan tükendiğinden Türkiye’deki yorumcuların büyük çoğunluğu bu telefon konuşmasında verilen-ama gerçekten de verilen- muğlak sözü iki ülke arasında bir süredir bozuk olan ilişkilerin düzeltilmesi yönünde atılan bir adım olarak değerlendirmedi. Türkiye’den bakıldığında telefon görüşmesinin zamanlaması Ankara’nın Astana-Soçi hattında sürdürdüğü dengeleme politikasının ABD’nde stratejik aklı çalıştıran kimi zihinlerde endişe yarattığını gösteriyor. Burada şu noktanın altını çizmeliyiz: Türkiye’nin Amerika’nın PYD politikasından duyduğu endişe ve ABD’nin Türkiye’nin Astana-Soçi politikasından duyduğu endişe Suriye’de bugün alanda “kurtarılmış bölgeler” üzerinden süren vekâlet savaşları odaklı bir endişe değildir. Bu nedenle sorun, ABD’nin 3501’inci tır silahı PYD’ye göndermesi, ya da 3500’üncü tırdaki silahları PYD’nin elinden alması basitliğine indirgenemez. Trump ve Putin Vietnam’da birbirlerine gülücükler atarken tehlikeli bir mevzunun etrafında dolandılar. Suriye’de siyasi çözüm masası yakınlaştı. Ama nasıl bir siyasi çözüm hedefleniyor sorusu şimdilik gölgede kalsa aslında mücadelenin odağında yer alıyor. Bu nedenle Putin Trump’a gülümsediği Vietnam’dan geri döner dönmez Ortadoğu’da seçici bir işbirliği süreci başlatmak ve yanına çekmek konusunda son derece başarılı olduğu İran ve Türkiye’nin endişelerini yatıştırmak için Soçi’de ciddi bir ifade takındı ve üç lider ellerini birleştirerek siyasi çözümün Soçi treninin durduğu istasyonda şekilleneceğini açıkladılar. Bu yüzden ABD’nin bugüne kadar Suriye’de PYD’ye yapmış olduğu yatırımları sadece ABD’nin PYD gibi terörist bir gruba vekâlet vermesi olarak görmek mümkün değil. Washington’un Cenevre’de şu anda PYD’nin üzerine oturmuş olduğu nüfuz alanını nasıl tasarruf etmek isteyeceği bilinmiyor; örneğin PYD’yi burada meşrulaştırıp meşrulaştırmayacağı tüm Suriye’nin geleceği için, toprak bütünlüğü için ve Suriye’nin siyasi olarak bağımsızlığı için çok önemli. PYD/PKK’nın Türkiye’de giriştiği eylemlerin niteliği, mal olduğu can kaybı ve PYD’nin Rakka uzlaşması benzeri terör örgütleri arası uzlaşmalara ne kadar açık olduğu hatırlanırsa PYD’nin Cenevre sürecinde meşrulaştırılması mevzuunun Ankara’nın güvenliği için ne kadar önemli olduğu net şekilde anlaşılacaktır. Anlaşılıyor ki, Washington Suriye’deki PYD’yi kullanarak sahada elde ettiği kazanımı Cenevre’de siyasal üstünlüğe dönüştürmek amacında.
Böylece ABD Suriye’de baştan beri amaçlamış olduğu iki hedefi somutlaştırmak istiyor. Şöyle ki; 1)- Washington İran’ın 2003 Irak müdahalesinden bu yana sonra da Başkan Obama’nın desteğiyle pekiştirmiş olduğu Ortadoğu’daki alan hâkimiyetini bir an evvel Tahran’ın aleyhine Suriye’den başlamak üzere geri çevirmek istiyor. Washington bu hedefine ulaşmak için Başkan Trump altında sadece nükleer anlaşmayı bahane etmedi aynı zamanda Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri-Mısır-Israil- dörtlüsünden oluşan yeni İran karşıtı küre siyasetini de oluşturdu. Bu siyaset sadece İran’ın dengelenip etki alanından geri döndürülmesi amacını taşımıyor, aynı zamanda enerji ve para gibi iki gücün üzerinde oturan Körfez’in İran karşıtı siyaset ile bölgenin muhafazakâr ABD yanlısı politikalara kanalize edilmesi anlamına da geliyor. 2)- ABD Pentagon planları doğrultusunda Suriye’nin kuzeyinde bir PYD kuşağı oluşturmak suretiyle bölgenin bir başka güç aktarımı yapabilecek aktörünü, Ankara’yı, gerektiğinde sıkıştıracak unsurları elinde bulundurmak istiyor. Üstelik bu kuşak ile Irak-Kuzey Irak hattını, dolayısıyla İran’ı dolayısıyla Rusya’yı da rahatsız etmek mümkün olacak. Sınırlarımızın güneyinde konuşlandırılmış bu kuşakta yığılan PYD/PKK silahlarının bu yüzden gelecekte Ankara’yı hedef alacağından hiç kimsenin şüphesi yok.
Bu arada, Washington’un tatlı beklentilerinin aksine gelişmeler de olmadı değil. Körfez’de Katar sorunu halledilemeyince Trump’ın küre ittifakına farklı bir fabrika ayarı verilerek Katar ile diyalogun kanalları aranmaya çalışıldı ama Katar’ın bu krizde İran ve Türkiye’nin kurtarıcı dengeleme politikasını unutmayacağı da ortaya çıktı. İran’ın etkinliği Lübnan-Suriye-Irak hattında dengelenmeye çalışıldı ama bu sefer de Rusya Suriye’deki varlığını pekiştirdi ve en önemlisi Türkiye, Fırat ve İdlib operasyonları ile Washington’un uzun erimli Suriye odaklı Akdeniz’e uzanan planlarını çoktan sekteye uğrattı. Böylece bölge ülkeleri hayati çıkarlar söz konusu olduğunda maliyetini de üstlenerek dengeleme siyaseti yapabileceklerini gösterdiler. Bu siyasete ABD’nin dengeleme partnerlerine farklı mesajlar yollayarak, onları birbirinden ayırmaya çalışarak cevap vermesi (wedge strategy) de beklenebilir. Çünkü Washington Soçi’de ortaya çıkan üç liderli fotoğrafın Suriye denklemi içinde doğrudan kendi politikalarını hedef aldığını biliyor, dolayısıyla Cenevre sürecinin “American made” olması için Astana sürecinin zayıflatılması lazım geliyor. İşte bu strateji ile Türkiye’yi tamamen Astana/Soçi’ye kaptırmamak arzusu arasında gidip gelen ABD’nin zaten dışişleri bakanlığındaki mücadeleden kızıydı, oğluydu, damadıydı ailecek yorgun düşen Trump’a telefon görüşmesi yaptırması muhtemel. Tabi bu görüşmede verilen söz ne kadar muğlak olsa da her zaman terkedilebileceğini bilen PYD için oldukça ciddi bir durum söz konusu. Bu nedenle Cenevre öncesi Pentegon’un “bir değişim olmadı” sinyali vermek konusunda neden aceleci davranıp ABD başkanını yine söylediğini inkâr etmek mecburiyetinde bıraktığı da anlaşılabiliyor.
Demek ki, ABD Robert Fisk’in iddia ettiği gibi Suriye savaşındaki vekili PYD’den henüz vazgeçmiş değil bu da Washington’un bir süre daha Pentagon’un Suriye odaklı Ortadoğu planlarına devam edeceği gösteriyor. Anlaşılan, ABD bu nedenle Vietnam’da Suriye’deki varlığını ülkede DAEŞ bitene kadar muhafaza edeceğini söyledi. Pentagon’dan PYD’ye sıkı dur, dayan, umutsuzluğa kapılma deniyor. Kolay değil, 3500 tırla donatılsa dahi Ankara ve Tahran’ın teröre karşı işbirliği ile ilgili ifadeler kullanması PYD’yi rahatsız edecektir. Bu arada, Suriye’deki bir diğer büyük güç olan Rusya’nın da Astana-Soçi ruhuna aykırı davranmamak adına Türkiye’nin hassasiyetini göz önüne alarak PYD’yi Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne çağırmadığını biliyoruz.
Moskova’nın bu tutumunu ileride değiştirip değiştirmeyeceği konusunda Ankara’nın elinde bir garanti yok. Zira Rusya da Ortadoğu denkleminde ABD’nin dengelenmesi adına hamleler yaparken PYD’yi tamamen ABD’nin kontrolüne bırakmama siyaseti güdüyor. PYD sahada bir piyon-aktör olarak nefes alıp veriyor, bu nedenle de 3500 tır bile yeterli olmuyor, büyük güçlerin sürekli bu satranç tahtasında kendi şah-kale-vezirleri için bu piyonu elde tutacakları yönünde siyasi teminat vermeleri gerekiyor.
Bu durum, Ankara için elbette rahatsız edici ama bir süredir Ankara’nın kendi güvenlik planlamasını üzerine kurduğu dolayısıyla farkında olduğu bir gerçeklik. Bu yüzden Ankara bir süredir günün koşullarına göre sürekli gözden geçirip yenilediği bir denge siyaseti izliyor. Bu Soğuk Savaş dönemi denge siyasetinden farklı olarak oldukça aktif bir denge siyaseti; öyle ki Ankara’nın daima kendi aleyhine ve lehine sahada oluşacak güç politikalarını izleyerek gerekirse ön-alıcı gerekirse oyun-bozucu yeni politikaları sahada ve masada hayata geçirmesini gerekli kılıyor. Bu bağlamda Türkiye’nin realizmin altın kurallarına geri döndüğünü de söyleyebiliriz. Bu altın kurallardan biri de kötü senaryoya askeri ve siyasi kapasiteler bakımından hazır olmak. Somutlaştırarak söyleyelim; Türkiye büyük güçleri PYD’ye teminat vermekten vazgeçiremediği bir senaryoya hazırlanıyor. Sahada Afrin operasyonuna hazır olmak anlamına gelir bu. Zaten 28 Kasım’da yayınlanan MGK kararları beklentimizi haklı çıkartır şekilde Türkiye’nin Afrin opersyonu konusunda hazır ve kararlı olduğunu dünya kamuoyuna duyurdu. Sahada Afrin operasyonu hazırlıkları tamamlanırken masada Türkiye verdiği sinyallere göre Suriye rejimi ile barışmak ve dolayısıyla Irak-Suriye-Türkiye üçgeninde PYD/PKK kuşatmak için harekete geçecek. Bu bağlamda, hem Başbakan Yıldırım’ın Birleşik Krallık ziyaretinde Suriye’nin geleceğinde başlangıçta Esad rejimini kabul edebiliriz ifadesi hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’de barış için Türkiye’nin diyalog kapısı açıktır sözü Ankara’nın bölgede yeni bir denge arayışına girmek üzere olduğunu gösteriyor.
Türkiye stratejik seviyede büyük güçler arasında sürdürdüğü denge arayışının olumlu sonuçlarını bizzat Suriye’de sahada gördü. Bu nedenle, hem ABD’ye hem de Rusya’ya mümkün olduğunda erişimde bulunmaktan asla çekinmedi. Hatta şimdi bir adım daha atarak ABD ile bir türlü yürümeyen ilişkilerini Birleşik Krallık ve Macron Fransa’sıyla çeşitlendirerek dengelemek amacında. Ortadoğu’da Suriye üzerinden stratejik seviyede ABD ve Rusya arasında süregelen güç mücadelesinde, bu mücadele bitmedikçe barışın gelmeyeceğinin farkında olan Ankara “büyük güç barışının” da her zaman bölge ülkelerini rahat ettirmediğinin farkında. Bu yüzden Ankara’nın bir bölge ülkesi olarak kendi bekası ve güvenliği için bu aktif, çok yönlü ve bazı açılardan maliyetli denge siyasetini sürdürmesi şart görünüyor.