Her ürünün yerli markasını üretebilmeliyiz. Paramız dışarıya gitmesin, hele ki mazlumlara kurşun olarak ulaşmasın diyorsak hem boykota hem de yerli sermayeye sarılmak zorundayız. Bugün olmasa da yarın, çocuklarımızın belki de torunlarımızın göreceği “hakikaten” güçlü Türkiye’yi kurmanın başka yolu yok.
Birçoğumuzun çocukluğu, Yerli Malı Haftası anıları ile doludur. Meyveleri yemişleri güzelleyen müsamereler eşliğinde pastaların çöreklerin hep birlikte yenildiği o neşeli günlerden hatırda kalansa hep aynı tekerleme; “Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı”. O yıllarda, ilkokullarda, devlet eliyle kurulan fabrikalar ve genç Cumhuriyetin ilk sanayi hamleleri de öğretilirdi. Yıllar geçtikçe, teknolojik olarak geride kalan bu fabrikaların devlet elinden birer birer çıkartılmasının yarattığı tartışmalara şahit olduk. Sorumlular, mevcut hali ile kârdan çok zarar getiren ve yenilenmesi için ciddi maliyetlere ihtiyaç duyan fabrikaların kapatılmasını haklı görürken, muhalifler, devlet sermayesinin özelleştirilmesini eleştirdiler. Meselenin farklı boyutları olsa da sürekli dile getirilen, sanayinin özelleştirilmesi ve milli sermayenin azaltılması idi.
Neredeyse bir yıl olacak, dünyanın en büyük soykırımına şahitlik ediyoruz. Dijital kültür araçlarının akıllı telefon sahibi herkes tarafından anlık olarak kullanıldığı, sosyal medya marifetiyle neredeyse tüm dünyanın birbiriyle iletişimde olduğu bu dönemde, her detayından haberdar olarak izlediğimiz, vicdanlarımızı susturmak için kör ve sağır olmaktan başka bir çare düşünemediğimiz günlerdeyiz. Lanetli kavim, bir zamanlar kendine yaşatılan ne zulüm varsa bir başka millete misli ile yaşatmaya ant içmişken elimizden gelen neredeyse hiçbir şey yok. Mazlum bir halka karşı boynumuz bükük şekilde mahcubuz.
ONURLU DİRENİŞ
Kabul edemeyeceğimiz bu zulme ve soykırıma karşı yapabileceğimiz en mantıklı mücadele ise zalim ülkenin mallarının boykot edilmesi. Bu sebeple tüm dünyada bilinç sahibi, onurlu birçok insan artık zulme sessiz kalmamak adına malum ülke ürünlerini boykot ediyor. Çocuklarını da bu şekilde bilinçlendirerek yetiştiriyor. Dünyaca ünlü markaların hisselerinin bu şekilde değer kaybettiğini, kahve zinciri şubelerinin kapandığını, yani boykotun hakikaten işe yaradığını bilimsel veriler ile görebiliyoruz.
Türkiye’de de boykot hareketine destek veren ciddi bir kitle var. Öte yandan, birçok insan da eski alışkanlıklarından ve kullandıkları ürünlerinin kalitesinden ödün vermemek adına boykot hareketini dikkate almıyor. Yerli markaların deterjan kalitesinden memnun kalmayanlar, şampuanını diş macununu değiştirmekten korkanlar, damak zevkinden vazgeçemeyenler, indirim görünce iradesini kaybedenler, aman hangi birini aklımızda tutacağız diyenler ve bunlar gibi uzayıp giden bir dolu grup...
ZAYIF HALKALAR
Sayısı bir hamlede arttırılabilecek bu gruplardan en dikkate almamız gereken üç grup olduğunu düşünüyorum. Bunlardan birincisi ekonomik gerekçeler ile boykota katılamayanlar. Zira boykot ürünleri sürekli indirime giderken, uyanık yerli markaların bir kısmı sürekli fiyat artırıyor. Bu da boykotun devamlılığını ve yaygınlığını azaltıyor. İkinci grup ise istedikleri ürünlerde yeterince yerli alternatif olmadığı gerekçesini gösterenler. Esasında neredeyse hemen her ürüne bir alternatif marka olsa da çeşitlilik sınırlı. Dahası, şu süreçte gördük ki ülkemiz sanayisinin çok büyük bir kısmı yabancı sermayenin elinde. Yerli sermayeye ait bisküvi, çikolata ve atıştırmalık markaları ile belli başlı kişisel bakım ürünleri dışında temizlik sanayiinin çok büyük bir kısmı yabancılara ait. Deterjan, bebek bezi, diş macunu veya şampuan tercihi yaparken listeleri dikkatle kontrol edip boykota titizlikle sarılmamışsanız, yasaklı ürünleri almanız an meselesi. Üçüncü grup ise sosyal medyası olmayan ve televizyonda da haberlerden çok gündüz kuşağı kadın programı ve pembe dizi izleyen ev hanımları. Bu grubu marketlerde kar beyaz çamaşır ve ışıltılı mutfak tezgâhı ihtiyaçlarını oldukça vicdanlı şekilde ifade etmelerinden tanıyabiliriz. Esasında ele aldığımız bu üç grup da birbiriyle iç içe. Sebepler yine üç başlıkta sıralanabilir; ekonomi, kalite ihtiyacı ve bilinçsizlik.
SOYKIRIM ORTAĞI MARKALARA MAHKUM DEĞİLİZ
Öte yandan boykot süreci net olarak bir kere daha gösterdi ki, bizler yüz yıl öncesinin şeker fabrikalarının hesabını yaparken, bugünkü endüstrimizin neredeyse tamamı yabancı sermayeye çalışıyor. Evimizi temizlerken, bedenimizi yıkarken, sıcaklarda serinlerken ödediklerimiz, ülkemizin değil, başkalarının kâr etmesini sağlıyor. Oysa teknolojimiz, kaynaklarımız, imkanlarımız bu ürünleri kendi kendimize üretebilmemiz için yeterli. Yerli girişimcilerin bunca yıl neden bekledikleri ve bizi aynı markalara mecbur bıraktıkları ise bir muamma.
Son gelişmelerle gördük ki yıllar boyu vazgeçilemez, yerine bir başka ürün gelemez zannedilen gazlı içecek markalarının yerine yenileri, renginde kokusunda tadında hiçbir fark hissettirmeden gelmeye başladı. Yeni yerli markalar, kolanın, portakallı ve sade gazozun yerli alternatifleri de olabileceğini gösterdi. Böylece kaliteden ödün vermeden boykota dahil olunabildiğini de görmüş olduk. Bunu, yerine çok daha kalitelisini koyabileceğimiz alternatiflerimizin olduğu ürünlerden başlayarak artırmalıyız. Boykot markasının kremamsı dondurmaları yerine mis gibi Maraş dondurmasının paketli ürünlerini koyup üreterek ve tüketerek başlayabiliriz mesela.
Sonrasında da bir eve lazım olan her ürünün yerli markasını üretebilmeliyiz. Çünkü paramız dışarıya gitmesin, hele ki mazlumlara kurşun olarak ulaşmasın diyorsak hem boykota hem de yerli sermayeye sarılmak zorundayız. Bugün olmasa da yarın, çocuklarımızın, belki de torunlarımızın göreceği “hakikaten” güçlü Türkiye’yi kurmanın başka yolu yok.
VİCDANLI MARKETLER, TEMİZ RAFLAR
Boykota yönelişin vatandaşla sınırlı kalması mücadelenin gücünü düşürüyor. Zincir marketler, kendi açıklamalarına göre ellerinde olmayan sebeplerle raflarda görmek istemediğimiz ürünleri satmaya devam ediyorlar. Bununla birlikte yerli ürünler de reyonlardaki yerlerini birer birer almaya başladı. Keşke, boykot ürünlerinin olmadığı temiz ve vicdanlı marketlerden alışveriş yapabilme şansımız olsa. Keşke bir müteşebbis çıksa da bu konuda adımlar atsa. Keşke yerli sermaye daha çok güçlense ve biz bu boykot sürecinden çok yönlü kazanımlar ile çıkabilsek. Yerli sermayeye dayanan güçlü ekonomimizi kurabilsek ve “yerli malı yurdun malı” sözleri artık bir gerçeğin karşılığı olsa. Bu millet en büyük işleri hep zor zamanlarda başarmadı mı? Kim bilir, belki de bu süreç Türkiye’nin uyanışı ve silkelenip ekonomik olarak ayağa kalkması için bir fırsattır.