Fatih Şemsettin Işık - İsrailPod Editörü
İsrail’de, 2018 yılında, dil eğitimi için bulunduğumda, iki arkadaşımla birlikte Kudüs’teki ziyaretimizi sonlandırıp okulumuzun bulunduğu Hayfa’ya dönmek için aracımıza yetişmeye çalışıyorduk.
Hızla tren istasyonu girişinde bizi durduran bir güvenlik görevlisi, “Türk müsünüz? Erdoğan’a selam söyleyin!” dediğinde oldukça şaşırmıştım. Ancak, bu selamdan daha çok, “Bize karışmasın, bize sorun çıkarmasın” şeklindeki tavırları beni etkilemişti. Kudüs’teki tren istasyonunda sıradan bir güvenlik görevlisinin dahi Türkiye’deki seçimleri bu kadar yakından takip etmesi, Türkiye’nin yalnız görünen sınırlarının ötesine geçtiğini açıkça göstermişti. Üstelik tam tersi pek mümkün değil; örneğin, İstanbul’da çalışan bir güvenlik görevlisinin Netanyahu’yu ne kadar tanıdığı tartışılır.
Orta doğu’da sözümona “tek demokrasi” olduğunu iddia eden İsrail, bu iddiasını desteklemek için Türkiye’deki seçimleri 1990’lı yıllardan bu yana yakından takip ediyor. Bu durumun bir diğer nedeni, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun siyaset bilimi akademik literatüründe karşılaştırılmasıdır. Bu karşılaştırmanın ne kadar doğru olduğu ayrı bir tartışma konusu olarak kenarda dursun.
İsrail, seçimlerin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı arayarak tebrik eden ülkelerden biri oldu. Hem Cumhurbaşkanı Herzog hem de Başbakan Netanyahu’nun seçim sonrası gerçekleştirdikleri telefon görüşmeleri, İsrail’in Türkiye’yi yakından takip ettiğini gösterdi. Bu diplomasiye ek olarak, İsrail medyası da 14 Mayıs’tan bu yana seçimlere ve Ankara ile ilişkilerin geleceğine dair birçok yazı kaleme aldı.
Türkiye’de İsrail çalışanların tanıdığı bir isim olan Nimrod Goren, Jerusalem Post’taki yazısında Türk siyasetinin dolaylı olarak İsrail’deki seçimleri de etkilediğini iddia ediyor. Goren’a göre, yedi yıl önce İsrail muhalefeti “İsrail’in Türkiye’ye dönüşmesine” karşı uyarılarda bulunmuş ve 2020’de Benny Gantz’ın muhalefetteki partisi “Mavi ve Beyaz ya da Erdoğan” kampanya sloganını benimsemişti.
Tel Aviv Üniversitesi Orta Doğu Tarihi Bölümü’nde öğretim görevlisi Eyal Zisser, Israel Hayom’daki yazısında Türkiye’de bazı kesimlerin nostaljisini yaptığı 1990’ların, halk nezdinde nasıl sıkıntılı görüldüğünü tespit ediyor. Zisser, halkın “liderliğiyle ulusal gurur ve güven hissi veren bir figür” istediğini belirtiyor. Ayrıca Zisser, Türklerin Erdoğan’a alıştığını ve demokrasiyi ve Batı yanlısı seküler değerleri koruma adı altında askeri vesayet dönemlerindeki Türkiye’ye geri dönmek istemediğini söylüyor.
Haaretz’ten Zvi Barel de aynı duruma işaret ederek, Türk halkının paylaştığı bu kolektif hafızanın önemine dikkat çekiyor. Barel’e göre, yakın geçmişteki sözde solcu elitlerin yönettiği ve ordunun vesayetinin olduğu istikrarsız koalisyon hükümetleri defalarca devrildi ve Türkiye’yi derin bir yolsuzluğa bulaştırarak Üçüncü Dünya ülkesi statüsüne düşürdü. Barel ayrıca deprem bölgesinde Erdoğan’a gösterilen desteğin şaşırtıcı olduğunu iddia ediyor…
Elbette İsrail medyası için bu seçimler ve sonucu itibarıyla asıl önemli olan husus, Türkiye ile ilişkilerin nasıl seyredeceği oldu. Bu bağlamda Erdoğan’ın zaferi, İsrail adına olumlu dahi karşılandı denebilir.
Buna birinci sebep, Türkiye’nin bölgede değişen rolü ve güçlenen duruşuna bağlı olarak İsrail’in tıpkı Netanyahu gibi “istikrar”ı temsil eden bir liderle daha iyi ilişkiler sürdürebileceği oldu. Bu bağlamda Times of Israel’den Lazar Berman, İsrail’in büyük bir dostu olmamasına ve en çok eleştirenlerden birisi olmasına rağmen Erdoğan’ın zaferiyle İsrail’in “sessiz bir derin nefes almış olmasına” değiniyor.
Aynı sebepten ötürü, diğer bir ilginç analiz de, Jerusalem Post’ta müzmin olarak kaleme aldığı Türkiye karşıtı yazılarla tanınan Seth Frantzman’dan geldi. İki ülke tarihi arasında ortak noktalara değinen Frantzman, Ankara’nın artık izlediği politikalarla istediği başarı ve saygıyı elde ettiğine ve artan özgüvenine dikkat çekiyor:
“Bu, Netanyahu ve Erdoğan yönetiminin, değerleri paylaşmasalar veya tam olarak anlaşmazlığa düşmeseler bile, geçmişteki kadar tartışmalı olmadan birbirleriyle daha az sorun çıkarabilecekleri anlamına gelebilir.”
Tam da burada, neden İsrail’in Erdoğan’ın zaferini olumlu karşıladığının ikinci sebebine değinmek gerekir.
Türkiye’nin hinterlandında özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrası izlemiş olduğu bağımsız dış politika, İsrail için bir örnek niteliği teşkil ediyor ve bu durum tartışmaların satır aralarında gizlenmiş durumda. Yani bölgede en güçlü iki ABD müttefikinden birisi artık daha bağımsız bir dış politika izlerken, diğeri de bundan kendisi açısından ne gibi dersler çıkaracağını düşünüyor. Bu bağlamda yine Jerusalem Post’ta yayınlanan editoryal köşe yazısının başlığı oldukça dikkat çekiciydi: “İsrail, Erdoğan’a Saygı Duymalı ve Şüpheyle Yaklaşmalı.”
Obama dönemi sonrası -Trump dönemini saymazsak- ABD ile Suriye, İran ve Batı Şeria’daki işgale dair yaşadığı gerilim, İsrail’i Washington’ın izlediği politikalardan memnun olmayan diğer Körfez ülkeleriyle yakın temasa geçmesine ve Rusya ile Çin’e daha yakın temaslarda bulunmasına yol açmıştı.
İşte bu yüzdendir ki, Berman, yukarıda bahsedilen yazısında Kılıçdaroğlu’nun da aslında Ortadoğu’yu yeteri kadar önemsemediğinden ötürü İsrail için iyi bir seçenek olmadığının altını çiziyor. Kısacası artık Soğuk Savaş mantığıyla ABD ve Batı’yla iyi ilişkiler kurmak –tıpkı Türkiye’deki gibi- İsrail için de en önemli ve en mühim gündem maddesi değil.
Bu analizlerde ek olarak yazılarda görülmeyen ya da görmezden gelinen bir husus da mevcut. Örneğin; sosyal medyada dolaşıma sokulan bir videoda, hahamın 2021 yılında Erdoğan için İbranice dua ettiği görülüyor. Ancak, video sanki hemen seçim öncesi bir durumu yansıtıyormuş gibi sunuldu ve muhalifler arasında Yahudilere yönelik anti-Semitik yorumlar yayıldı. Ancak anti-Semitizm silahını kullanmaktan asla çekinmeyen İsrail medyasında buna dair en ufak yer verilmedi.