
Şam’ın; İsrail’in yayılmacılığı, İran’ın istikrarsızlaştırma çabaları ve PKK/YPG işgaline karşı mücadele için seçenekleri oldukça kısıtlı. Şam’ın bu tehditlere etkili cevap üretebilmesinin tek yolu Türkiye ile askeri, diplomatik ve ekonomik iş birliğini daha da ileri düzeye taşımak…
Devrik Esed rejiminden arta kalan unsurlar, 6 Mart akşamı Lazkiye şehrine bağlı Ceble’de güvenlik güçlerine saldırarak bölgede ciddi bir karışıklığa sebep oldular. Her ne kadar devrik rejimin savaş suçlusu komutanları ve eski unsurlarının Lazkiye ve Tartus çevresindeki dağlarda ve köylerde saklandığı ve yeni yönetime karşı varlıklarını sürdürmeye çalıştıkları biliniyor olsa da böyle bir saldırıya cüreti etmeleri, dikkatleri bir kez daha bu konuya çekmiş oldu. Bu saldırı sonrası Şam’ın bölgede yaptığı operasyonlar ve devlet otoritesini tesis etme çabası, Türk iç politikası ve kamuoyunda “Suriye’de Alevi/Nusayri katliamı yapılıyor” propagandasına dönüştürülerek bir
politik çıkar elde etme yarışına çevrildi.
Diğer taraftan İsrail’in Suriye’ye yönelik işgal girişimleri ve saldırıları sürerken, geçtiğimiz günlerde özellikle Suriye›deki Dürzi azınlık üzerinden ülkeye müdahale fırsatı yaratma çabaları da dikkat çekti. Bu konu da Türk kamuoyunda bir fırsat olarak kullanılıp Suriye›de devrimin İsrail tarafından gerçekleştirildiği gibi bir algı için kullanılır oldu.
Tüm bu dezenformasyon bulutu içerisinde Suriye’deki toplumsal, siyasal ve ekonomik fay hatlarının İran ve İsrail tarafından nasıl işlevsel hale getirildiğini açıklamak, sahadaki durumun anlaşılması ve bu dezenformasyonla mücadele açısından oldukça değerli olacaktır.
HAREKETE GEÇEN FAY HATLARI
Devrim sonrası Suriye’de 13 yıllık iç savaştan bakiye kalan sayısız sorun noktası bulunuyor. Beşar Esed’in ülkeyi terk ettiği 8 Aralık’tan günümüze yeni yönetimin önünde, çözmesi için bekleyen bu sorunlara yönelik atılan adımlarsa çökmüş devlet otoritesi, demografik ve ekonomik sorunlar sebebiyle tam anlamıyla başarılı olamıyor. Bu doğrultuda yeni Şam yönetiminin dış politikadaki birinci önceliği, ABD ve AB’nin Suriye’ye yönelik yaptırımlarının kaldırılması oldu. Yaptırımların esnetilmemesi ve tamamen kaldırılmaması durumunda kısa vadede acil temel ihtiyaçların giderilmesi, uzun vadede ise ülkenin yeniden inşası için gereken ekonomik yatırımlar ve anlaşmaların yapılması mümkün görünmüyor.
Diğer taraftan yeni yönetimin iç politikadaki önceliği ise devlet otoritesinin yeniden inşası, kanun nizamının sağlanması ve siyasi geçiş sürecinin istikrara kavuşturulması oldu. Özellikle devlet otoritesinin sağlanması noktasında Esed rejiminin kalıntılarının elimine edilmesi en büyük sorun olarak duruyor. Özellikle İran’ın Suriye’de yaşadığı hezimet sonrası bu ülkedeki etkisini tekrar tesis etmek amacıyla bu rejim unsurlarını kullanma riski sebebiyle bu fay hattı oldukça kritik bir mesele olmayı sürdürüyor.
Bu adımların yanı sıra yeni yönetimin önünde, tüm diğer meseleleri doğrudan etkileyen ancak şu aşamada Şam’ın askeri ve siyasi gücünün ötesinde bir zorluğa sahip olan sorunlar da bulunuyor. Bunların başında İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırıları ve işgal girişimi ile Fırat nehrinin doğusunda ABD’nin sağladığı destek sayesinde devam eden PKK/YPG işgali bulunuyor. Her ne kadar akut sorunlar olsa da yönetimin sınırlı kabiliyetleri sebebiyle bu sorunları çözmeye yönelik politikalar geliştirmek ise şu aşamada mümkün görünmüyor. İsrail’in Suriye’deki Dürzi azınlık üzerinden Şam’a yönelik baskısını ve işgalini geliştirme çabası da Suriye’deki durumun içinden çıkılmaz bir hale gelmesine sebep oluyor. Dolayısıyla tüm bu sorunlar, Suriye devriminden rahatsız olan İsrail ve Esed’in devrilmesiyle büyük bir hezimet yaşamış olan İran gibi ülkeler tarafından kullanılmaya müsait zayıf noktalar olmayı sürdürüyor.
YENİ YÖNETİMİ AKAMETE UĞRATMA GİRİŞİMİ
Suriye’de muhalif grupların iç savaştan zaferle çıkarak yeni bir yönetim kurmasından rahatsız olan ve tehdit hisseden iki ülke olan İsrail ve İran’ın Suriye’deki fay hatlarını ve ağır sorunları kullanarak ülkeyi devlet otoritesinin tesisinden ve istikrarın sağlanmasından mahrum etmek istedikleri anlaşılıyor. Bu noktada iki ülkenin Suriye’ye yönelik emellerinin benzerlik göstermesi sebebiyle kesişen çıkarları ve hareket alanları da bulunuyor.
Öncelikle her iki ülkenin de Suriye’de son dönemde yaşananları ve yeni yönetimin merkezi otoriteyi tesis adımlarını bir azınlık sorunu gibi paketlemeye çalıştığı söylenebilir. Biri Dürziler diğeri Nusayriler üzerinde koruyuculuk rolü oynayarak bu grupları Şam’a karşı kullanma ve Suriye’ye müdahale fırsatı yaratma peşinde. İsrail’den gelen açıklamalar, Suriye’nin güneyde askeri varlık göstermesine karşı oldukları ve Dürziler üzerinden bölgede varlık göstererek İsrail lehine bir statüko kurmak istediklerini gösteriyor.
ESED UNSURLARI AYRICALIKLARINI BIRAKMAK İSTEMİYOR
İran’dan gelen açıklamalar ise Suriye’de yaşanan hezimet sonrası devrik Esed rejimi unsurlarının teşvik ve tahrik edilmesiyle istikrarsızlığın körüklenmesini hedeflediklerini işaret ediyor. Özellikle Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki bölgelerdeki Nusayri azınlığı ve devrik rejim içerisindeki İran’a yakın unsurların örgütlenmesi üzerinden bu plan hayata geçirilmiş durumda. İlginç olan, Şam yönetiminin devrim sonrası Esed rejimi unsurlarından üst düzey askerler ve savaş suçluları hariç silah bırakan herkese eman vermesine rağmen İran’ın tahrikleriyle bu unsurların harekete geçirilmesi olmuştur. Esed rejimi döneminde azınlık diktatörlüğünden büyük ayrıcalıklar alan ve özellikle iç savaş sürecinde savaştan büyük kazanç elde eden bu unsurların yeni süreçte bu ayrıcalıklarını ve kazançlarını bırakmakta diretecek olması İran’ın kullanabileceği bir ortamın sürmesine sebep oluyor.
PKK/YPG’NİN YENİ HAMİLERİ
İran ve İsrail’in bu çabalarının örtüştüğü asıl unsur ise PKK/YPG terör örgütüdür. İki ülke de terör örgütüyle yakın ilişkiler kurarak ABD’nin muhtemel asker çekmesi sonrası YPG’nin yeni hamisi olarak boşluğu doldurma hevesinde. İsrail için PKK/YPG’yi destekleyerek, Suriye’yi istikrarsızlaştırmak ve hatta işgal bölgelerinde özerk bir bölge kurularak zayıf ve bağımlı bir Şam’ın tesis edilmesi ana amaçken, İran’ın hedefi yaşadığı hezimetin intikamı ve hatta mümkünse eski rejim artıklarıyla bir darbe yaparak Şam’ı tekrar ele geçirmek. Bu açıdan geçtiğimiz günlerde YPG’nin elebaşlarından Mazlum Abdi’nin İsrail’den gelecek desteği memnuniyetle karşılayacağını ifade etmesi veya geçtiğimiz aylarda İran’ın YPG’ye askeri destek vermek ve Şii milislerin YPG işgalindeki bölgelerde konuşlanması gibi konularda yaptığı iddia edilen görüşmeler düşünüldüğünde iki ülkenin de terör örgütü ile ilişkilerini geliştirme amacı taşıdıkları ortada.
Bu fay hatlarının kullanımı ve özellikle YPG terörünün desteklenmesi; Şam’a karşı olduğu kadar Ankara’ya karşı da bir hamle olarak okunabilir. Devrim sonrası Türkiye’nin Suriye’de artan nüfuzu ve yeni yönetimle yakın ilişkileri düşünüldüğünde İsrail ve İran’ın Türkiye’ye karşı bir pozisyonda da bir araya geldiği aşikar. Lazkiye’deki saldırıda İran’ın etkisi barizken, PKK/YPG’nin de devrik rejim unsurlarına lojistik destekte bulunduğu iddiaları düşünüldüğünde, bölgesel jeopolitikte karşılıklı pozisyon alan ve bu söylemi özellikle propaganda olarak kullanan İsrail ve İran’ın dirsek teması daha iyi anlaşılabilir.
HER YOL ANKARA-ŞAM İŞ BİRLİĞİNE ÇIKIYOR
İsrail’in Türkiye ve Suriye karşıtı pozisyonun en bariz kanıtlarından biri ise geçtiğimiz hafta uluslararası basında çıkan bir haberle daha ortaya çıktı. Haberde İsrail’in, ABD’de lobi faaliyetleri yaparak ABD’nin Suriye’ye yönelik yaptırımlarını kaldırmaması ve dolayısıyla Suriye’nin zayıf ve istikrarsız kalması için çabaladığı vurgulanıyor. Yine aynı haberde İsrail’in Türkiye’nin Suriye’de artan etkisini dengelemek için Esed döneminden kalan askeri üsleri geri alması için Rusya’yı ikna etmeye çalıştığı belirtiliyor. Dolayısıyla 8 Aralık’ta Beşar Esed’in ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanan Suriye Devriminin, başta İsrail ve İran olmak üzere bölgedeki yayılmacı devletlere tehdit oluşturduğu görülüyor.
Şam’ın; İsrail’in yayılmacılığı, İran’ın istikrarsızlaştırma çabaları ve PKK/YPG işgaline karşı mücadele için seçenekleri ise oldukça kısıtlı görünüyor. Bu şartlarda Şam’ın etkili cevap üretebilmesinin tek yolu Türkiye ile askeri, diplomatik ve ekonomik iş birliğini daha da ileri düzeye taşımak olarak duruyor. Ayrıca İsrail ve İran’ın Suriye’deki faaliyetleri de Şam’ı Ankara’ya daha fazla yakınlaştıran ve bu süreci hızlandıran bir etkiye sahip olabilir. Sonuç olarak Suriye’de iç savaştan kalan sayısız fay hattı ve sorunun giderilmesi, İsrail ve İran gibi yayılmacı devletlerin engellenmesi için büyük önem taşıyor. Türkiye’nin bu noktada oynayacağı rol ise Suriye’nin istikrarını artıracağı gibi Türkiye’nin ulusal güvenliğine de önemli bir katkı yapacak gibi görünüyor.
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.

Suriye’deki Aleviler 60 yıldır Suriyeyi sömürdüler ve çok lüks hayat yaşadılar. Bu dönem BİTMİŞTİR. EŞİTLİK VE ADALET gelmiştir.

Gorunen koy kilavuz istemez pislik yapan temizlenir, kimse ummeti muhammedin (s.a.v.) ekserisini olusturan turkler ve araplari ahmak ve korkak ve gucsuz zannetmesin.

Yarın israili vuralım..iran sırtımızdan vurur..israilden beter acem

Allah bunlara fırsat vermesin imkan vermesin yol vermesin. İnşaAllah




Şimdi inandınızmı.? Senin düşmanın, benim düşmanım diyen iki Türkiye düşmanları bir araya geldiler. Ülemiz için plan yapıyorlar.




düşman kardeşler İsrail ve İran müslüman katilleri bir gün gelecek sizde hesap vereceksiniz




Ha İsrail ha İran aynı




Rabbim Suriye'nin yâr ve yardımcısı olsun.




asıl düşman irandır

