
O gerçekten soyadıyla bütünleşmiş bir Çelebi idi. Hattın çelebisiydi. Devasa bir hüsnühat üniversitesinin temel direği, neredeyse asırlık bir çınarıydı. Kökü İstanbul’da idi ama dalları budakları dört kıtaya kadar ulaşmış, uzanmıştı…
Pek kıymetli hocam Hattat Hasan Çelebi 24 Şubat 2024 tarihinde öğle ezanı vakti uykusunda Kelamını hem dünya üzerindeki sayısız camilerin kubbelerini, kuşaklarını hüsnühatlarıyla süslediği hem de kendinde hıfzeylediği Rabbine kavuştu. Geride sayısız sevenlerini, eserlerini ve biz aciz talebelerini yetim bıraktı. O devasa bir hüsnühat üniversitesinin temel direği neredeyse asırlık bir çınarıydı. kökü İstanbul’da idi ama dalları budakları dört kıtaya kadar ulaşmış, uzanmıştı…
BİR MEZAR TAŞIYLA BAŞLAYAN YOLCULUK
Üstad Hasan Çelebi çocukluk yıllarında başlayan kağıtlara karşı merakının onu bugün böyle müstesna bir makama getireceğini nereden bilebilirdi. O sadece ezberlediği surelere karşılık parlak sigara kağıtlarını alıp biriktiriyordu henüz okuma çağına gelmeden. Okula gidemedi. Onun okul çağı, genç Cumhuriyet’in zorlu yılları ile İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği ağır hayat şartları devresine rastlamıştı. Önünde ağabeyi vardı okula gidecek; ama onun da nüfus cüzdanı yoktu. Kayıt için bu kez babası, Çelebi Hoca’nın nüfus cüzdanı ile ağabeyini okula yazdırdı. Hoca okula gidemedi ama köy kahvesi duvarına asılan vakti geçmiş gazetelerden okumayı söktü. Kağıt karşılığı yaptığı ezberler ona hafızlığı, hafızlık da İstanbul’a gelip yerleşmeyi, dini ilimlerde temayüz etmeyi bahşetti. Hani derler ya neyin kime kısmet olacağı belli değil, diye. Hocanın hayatı da kendi mecrasında böylece akıp giderken onu Kur’an-ı Kerim’in yazıldığı şehre getirmişti. O ders aldığı İstanbul medreselerindeki veya bir vesileyle bulunduğu şehirlerdeki cami yazılarını hep incelemiş, onları elindeki kağıtlara taklit etmeye çalışmıştı. Sadece camiler değil mezarlıklardaki eski devirlere ait mezar taşları da onun dikkatini çekmişti. Zaten onun hat sanatına başlamasına gene böyle bir mezar taşı merakı vesile olmuştu. Rahmetli Taşçı Yusuf Usta ona niye saatlerce taşlara bakıp durduğunu sormuştu. Acaba mezar taşı mı yaptırmak istiyordu? Hayır, o hattın peşindeydi. İşte o zaman, 1964 sonbaharı, onu devrin hat sanatı üstadlarıyla tanışmasına sebep olmuştu. Yol açılmaya başlamış, vuslat vakti gelmişti adeta hasretine kavuşuyordu…
ALTI AY KALEMİ ELİNE ALAMADI
Tam iki yıl merhum hattat Hamid Aytaç’tan “Rabbi yessir…” meşk etmişti bıkmadan, sabırla, hocasına hürmetle… Çünkü Hamit Bey merhum konuşmaz, ikaz etmez sadece yanlışları çıkarırdı. Sabrın da bir sınırı vardı Hasan Çelebi’nin de ümitleri artık ümitsizliğe dönmüştü. Herhalde artık hattat olmak, bu sanatı öğrenmek kabil olmayacaktı. Hocasından helallik istedi. Anlamadı Hamid Hoca, köyüne dönüyor zannetti. Hafız Hasan Çelebi “Herhalde benim kabiliyetim yok, ben vaktinizi daha fazla almayayım” diyebildi ümitsizce. Sebebini öğrenince şaşırdı, o, geçen yılların farkında değildi, o kadar olmuş muydu? Böylece Hasan Çelebi hat sanatının basamaklarında ilerlemeye başladı. Hamid Bey’in vefatından sonra ne yapacağını bilemedi; çünkü yazıda karşılaştığı problemleri soracak kimsesi kalmamıştı. Altı ay kalemi eline alamadı, yazı yazamadı. Ders veriyordu, talebeleri vardı. Halbuki hattı iyiydi, sadece sülüs-nesih değil; merhum Kemal Batanay’dan da rik’a ve talik meşk edip dört yazıda icazet sahibi olmuştu. Çevrede de tanınmaya başlamıştı.
HATTAT HAMİD’İN VASİYETİ
Hamit Hoca’nın hemen vefatından önce kurulan İslam Tarih, Sanat Kültür Merkezi (IRCICA) İslam hat sanatını yaşatmak ve teşvik için uluslararası hat yarışmaları tertip etmeye başlamıştı. Bu vesile ile bir gün Prof. Dr. Esin Atıl, Washington’dan merkezin o zamanki yöneticisi Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’dan Amerikalı birinin hat meşk etmek istediği için yardım talep ediyordu. Nasıl olacaktı? Bu dersleri kim verecekti? Şimdiye kadar böyle bir durum vaki değildi ki hemen uygulansın. Bir çözüm vardı, mektupla öğretim; ama bu kez de yabancı dil problemi ortaya çıkıyordu. Teklif kendisine yapıldığında Hasan Çelebi durumun ciddiyetini kavramış ve tereddütsüz kabul etmişti. Zorluklara, en önemlisi yabancı dil problemine rağmen kabul etmişti. Elbet bir yolu bulunacaktı o biliyordu, bu milletin, hatta ümmetin malı olan sanatı kim öğrenmeye heves etse mutlak kabul edilmeliydi. Kolaylaştırılmalıydı her şey, zorlaştırılmamalıydı. Tıpkı İslam öğretisinde olduğu gibi “Sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz”. Hattat Hâmid vefatından önce “Mezar taşımı Hafız Hasan yazsın.” demiş. Halbuki Çelebi Hoca tek talebesi değildi. O son halkanın, neredeyse Hamit Hoca’nın bir avuç talebesi oluşmuştu geçen zamanda. Hattat Hamid’in bu vasiyeti sanki Çelebi Üstad’ın omuzlarına bir başka mesuliyet de yüklemişti. O, adeta el vermişti kendi üslûbuyla Hafız Hasan’a. Üstad Hamid vefat ettiğinde genel kanı, geleneksel hat sanatının da hocayla beraber hitama erdiğiydi. Kimse onun yeniden neş’et edeceğine ihtimal vermemişti.
OSMANLI HAT SANATI YURT DIŞINA AÇILIYOR
İşte 1984 yılında Amerika’dan Muhammed Zekeriya ile hocanın yabancı öğrenci sayfası açılmış oldu. Osmanlı hat sanatı artık yurt dışına açılmaya başlamıştı. Muhammed Zekeriya 1988 yılında sülüs-nesih icazetini almaya muvaffak oldu. O yıldan bu yıla kadar geçen 19 senede tam 25 yabancı talebe meşk için İstanbul’a geldi. Çelebi Hoca’ya intisab ederek hat meşk etti. Bunun için herhangi bir karşılık ödemediler. Aksine hoca onlara ikramlarda bulundu, gerek dersleriyle gerekse onlara İstanbul’u bizzat kendisi gezdirerek. Yaz aylarını sıcak İstanbul’da geçirirdi. Senelerce tatil yapamadan… Nasıl yapsın? Onlar uzaktan kalkıp gelmişler, vakitleri ve nakitleri sınırlı, haftada iki kez meşk görseler, bir ayda ancak sekiz ders eder. Şefkat ve merhametinden kaynaklanan fedakarlıklar yapar, iki eli kanda olsa bir yabancı talebesinin meşkini ertelemezdi.
RAKİK-İ KALP BİR ŞAHSİYET
Talebelerine şefkatle yaklaşırdı. O gerçekten soyadıyla bütünleşmiş bir Çelebi’dir, hattın çelebisidir. Kimseye bir kural koymaz. Onun tek kuralı kalemin ölçüsüdür; hataları o bulmaz, kalem söyler. Öyle de rakik-i kalp bir şahsiyet… Kimsenin kalbini kırmadan adeta kol kanat gererek…Bunaltmadan ama doğruları herkesin kaldıracağı kadarıyla söyleyerek. Bunlar için bir ölçüsü var mı? Nereden öğrenmiş böyle davranmayı? Bunlar onun derin hoşgörülü bir tabiat sahibi olmasından gelir. Büyük sabır gerektiren hat sanatı onu öyle bir kuşatmış ki onda hal oluvermiş. Sabrın kuralları günlük yaşantısına tabii bir şekilde aksetmiş. Talebenin eciş bücüş yazısından onun psikolojini çözer hale gelmiştir. Ve mutlaka her sebep sorduğunda isabet ettirir. Mutlaka bir sebep vardır elin şaşırmasında. O sadece talebelerine doğru yazmayı öğretmeyi kendine hedef seçmiştir. Hiçbir zaman hiçbir bilgisini talebesinden esirgemez. Her gelen nasibi kadar almış, asla geri çevrilmemiştir.
Çelebi Hoca’nın özelliklerinden bir diğeri ise talebelerini her türlü öğrenime ve öğretime teşvik etmesidir. Kendisi yeterince modern öğretim hizmetlerinden istifade edememiş olmasına rağmen, elan içinde her şeyi öğrenme arzusu mevcuttur. Herhangi bir talebesi hat sanatını geliştirecek bir ilme heves etse onu mutlaka teşvik eder ve başarması için hiçbir yardımı esirgemez. Ya da bir talebesi bir yurt dışı teklifi alsa mutlak teşvik eder. Ona göre bu milletin malı olarak emanetinde bulundurduğu hat sanatını öğretmek veya temsil etmek için Çin dahi olsa gidilmelidir. Talebeleri arasında her hangi bir sınıflandırmaya gitmez; yeniler eskiler diye. Herkes, kim gelirse gelsin aynı halkada buluşurlar. Yenilerin eskilerden öğreneceği çok şey olduğu gibi eskiler de ders çıkarmada hem hocalarına yardım edip pişerler hem de hoca yeni talebelerin derslerini çıkarırken belki farklı bir şey öğrenirler diye dikkat kesilirler.
KAZAN’DAN MEDİNE’YE MABEDLERİ SÜSLEDİ
Sadece talebeleri ile değil; Kazan’dan Medine’ye ve Avrupa’da bir çok şehirde mabedler onun yazılarıyla süslenmiştir. Henüz daha meşk ederken 60’lı yılların sonunda Fatih Karagümrük’teki Atik Ali Paşa Camii’nin yazılarını ıslah etmek için hocası Hamid Bey tarafından vazifelendirilmiştir. Daha sonra 1974 yıllarında da Sultan Ahmet Camii’nin tamiratında yan kubbe yazılarıyla köşe pandantiflerindeki Esmâ’u’l-hüsnâları tashih etmiştir. İmamlık yaptığı camilerdeki hatları haricinde, 1984 yılında Medine’de Ravza-i Mutahhara’nın yazılarının yenilenmesi, 1987 senesinde ise yeniden inşâ edilen Kubâ ve Kıbleteyn mescidlerinin yazılarını yazmak için iki def’a Medine’ye gitmiş, yaklaşık iki yıl o mübarek beldede Resuller Resulünün şehrinde bulunmuş ve neredeyse yedi kilometre uzunluktaki yazılarıyla mescitleri kuşatmıştır. Aynı zamanda bir imam olan Hasan Çelebi bu ulvî görev için Suudi Arabistan’a davet edildiğinde, kendisinin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bu vazife için resmen görevlendirilmesini talep eder. Ancak bu görevlendirilme yapılmadığı gibi Hoca’nın kendisine izin de verilmez. Bu noktada Hoca bir seçim yapmak durumunda kalır. Genç yaşında olmasına rağmen tereddüt etmeden emekliliğini ister ve Medine’ye gider. Medine-i Münevvere’deki çalışmasını mübarek beldeye hizmet olarak hayatının en büyük bahtiyarlığı addeder. Çünkü o mescidlere yazdığı yazılar, onun için hayal dahi edilmesi mümkün olmayan şeylerdir.
2000’li yılların başında Tataristan’ın başkenti Kazan’da inşa edilmekte olan Kul Şerif Câmii’nin kubbe ve kuşak yazılarını yazması istendiğinde defaten Kazan’a gidip, ölçüleri yerinde bizzat aldığı gibi yazıların yerlerine nakşedilmesine de nezaret etmiştir. Ayrıca Üsküdar Selami Ali Camii, Erzurum ve İstanbul’da (Marmara Üniversitesi) İlahiyat Fakülteleri Câmiileri’nin, Üsküdar’da Zahit Kotku Câmii, Fenerbahçe Câmii hep Çelebi Hoca’nın hatlarıyla kuşanan mabedlerden sadece bir kaçıdır. Bunların yanı sıra Hoca; Malezya, Katar gibi Müslüman ülkelerin resmi olarak yazdırmak istedikleri Kur’an-ı Kerim’ler için bilirkişi olmuş, uluslararası yarışmalarda jüri üyeliği yapmış, yurt dışında kendisine şükran maksadıyla özel toplantılar tertip edilmiştir. Ama hiçbir zaman benliğini sanatının önüne geçirdiği görülmemiştir. Çocukluğundan beri hep mutedil olan, itidali elinden bırakmayan ve bugüne kadar da kimseyle kavga etmeyen Hoca, kendisine “Hattat Hasan Çelebi” denince “Eh bana hattat diyorsunuz, ben de sizleri mahcup etmemek için çabalıyorum” diye cevap verir.
ŞEYHÜLHATTÂTÎN
Dile kolay 44 yılda 50 talebe, her seneye bir talebeden fazla düşüyor. Bu kadar üretkenlik, bu kadar disiplinli talebe yetiştirmek herkese nasip olmayan bir haslet! Bu talebelerin büyük çoğunluğu bu sanatta uluslararası düzeyde kendilerini kabul ettirmişler, ispatlamışlar. Üstelik talebelerinden 26 tanesi Türkiye dışından; Amerika’dan Japonya’ya ve Rusya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyadan. Ayrıca üç sarayın hattatı da hocanın talebesi. Birisi Fas Kralı 6. Muhammed’in sarayının hattatı. Tıpkı Osmanlı saray meşk hocaları gibi o da Fas’ta sarayda prens ve prenseslere ve saray ileri gelenlerin çocuklarına hat dersi verdiği gibi aynı zaman da kral için özgün eserler hazırlıyor. Hamidi Belaid hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan birkaç yazını İstanbul’da hocasından meşk ederek geçirdi. Bir diğeri Brunei Sultanı’nın hattatı; dünyanın en zengin şahsiyetinin. Büyük bir merakla geldi İstanbul’a, duymuştu Üstad Hasan Çelebi’nin adını, o da hattat idi ama hocaların hocası üstadla tanışıp ondan meşk etmeliydi. Geldi kısa süre hocadan meşk etti. Çelebi Hoca’nın bir diğer saray mensubu talebesi bu kez gerçek bir saraylı; Ürdün Prensi Ali b. Naîf, merhum Kral Hüseyin’in kuzenlerinden. Mektupla ve İstanbul ziyaretlerinde bu şehirde kalarak ilerleyen yaşına rağmen meşklerini tamamlayıp icazetini alma başarısı gösterdi.
Bunlar sadece elliden fazla icazetli talebeden üçü, her bir talebenin öyküsü farklı, her biri farklı coğrafyadan, farklı nedenlerle bir şekilde hocayla irtibat kurup onun rahle-i tedrisinden geçme saadetine ermişler.
Sanatından başkaca bir desteği ve bu sanatın yaşatılmasından başkaca da emeli olmadan tam 44 yıldır bilfiil hat sanatıyla geçirilmiş bir ömür. 50’den fazla icazetli talebe. Bütün bu özellik ve güzellikler Çelebi Hoca’yı adeta başlı başına bir üniversite hâline getirmiştir, denilirse yanlış söylenmiş olmaz. Onun talebesi olmak bizler için büyük bir lütf-ı İlahi ve nimettir. Bir kez daha Rahmet ve minnetle …
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
İlk yorumu siz yapın.