Doğu Akdeniz’de gaz keşifleri ve Arap Baharı sonrasında, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile İsrail arasında başlayan güvenlik, savunma ve enerji alanlarındaki iş birliği genişleyerek ilerliyor. 2000’li yıllardan önce, iki ülke arası ilişkiler oldukça düşük bir profile sahipti. Fakat bölgede meydana gelen gelişmeler iki ülkenin birbirine yakınlaşmasını tetikledi. GKRY’nin Avrupa Birliği (AB) üyesi olması, Helen dünyasının önemli bir parçası konumunda bulunması, Kıbrıs adasının İsrail’in güvenliğinde kilit bir rol oynaması ve Türkiye’ye karşı bir siyaset takip etmesi gibi faktörler, bölgede güvenilir bir ortak arayışında olan İsrail’in, GKRY ile yakınlaşmasını kolaylaştırmıştır. Bunun dışında, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD), Doğu Akdeniz’de İsrail ve Yunanistan eksenli bir istikrar ve güvenlik ayağı oluşturma stratejisi, iki ülkenin yakınlaşmasını cesaretlendirici bir etki oluşturmuştur. Yine AB’nin de İsrail, GKRY ve Yunanistan arasında kapsamlı ilişkiler kurulmasını desteklediği biliniyor. AB’nin buradaki temel amacı, bir taraftan Akdeniz üzerindeki hâkimiyet ve egemenlik sahasını genişletmek diğer taraftan ise Doğu Akdeniz’deki yeni enerji kaynakları üzerinde doğrudan söz sahibi olmaktır.
İsrail’in, kuruluşundan beri çevresindeki Arap ülkeleriyle sürekli problemler yaşaması, İsrail’i Arap olmayan bölge ülkelerinin desteğine muhtaç kılmıştır. O nedenle Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’da ortaya çıkan gelişmeler, İsrail’e hem Güney Kıbrıs’la hem de Yunanistan’la yakın ilişkiler kurma fırsatı sunmuştur. Yakın zamana kadar ulusal güvenliğini küresel güçler ve uluslararası aktörlerle kurduğu ilişkiler üzerinden sağlamaya çalışan İsrail’in, son yıllarda yakın ve uzak komşularıyla normalleşme süreci içerisine girmesi, bölgesel yalnızlığını büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. İsrail’in komşularını ikna etmede, İran, Türkiye, DAEŞ, Hamas ve Müslüman Kardeşler’i (İhvan) bölgesel tehdit olarak sunmasının oldukça etkili olduğu söylenebilir.
Tel Aviv’in, GKRY ve Yunanistan’la enerji ve güvenlik odaklı ilişkiler geliştirmesi hâlihazırda en çok İsrail’in menfaatine sonuçlar doğurmuştur. Nihayetinde adı geçen ülkeler arasında imzalanan savunma ve güvenlik anlaşmalarıyla İsrail, GKRY ve Yunanistan’ın deniz ve hava sahasını kullanma imkânına kavuşmuştur. Bu imkân İsrail’e Akdeniz’de daha geniş bir sahada hava ve deniz tatbikatı yapma olanağı sunmuştur. İsrail’le kurulan güçlü ilişkiden GKRY ve Yunanistan’ın ise en büyük hedefi, Doğu Akdeniz gazını İsrail, GKRY ve Yunanistan ortaklığında Avrupa’ya taşımak ve böylece bölgesel jeopolitik konumlarını Avrupa ve Türkiye nazarında güçlendirmektir. Ancak evdeki hesap çarşıya uymamış, Doğu Akdeniz gazını Avrupa’ya taşıması için tasarlanan EASTMED projesi, büyük umutlara ve vaatlere rağmen proje aşamasından öteye geçememiştir. Mali ve çevresel faktörlerin yanısıra Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve kendi egemenlik haklarını uluslararası hukuk dairesinde koruma konusunda gösterdiği kararlılık ve bu hususta KKTC ve Libya ile imzaladığı deniz yetki sınırlandırma anlaşmaları, EASTMED projesini akamete uğratmıştır.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de attığı fiili ve hukuki adımlar, GKRY’nin İsrail’e daha fazla yaklaşmasına yol açmıştır. Bu durum bir taraftan Lefkoşa üzerindeki İsrail etkisinin artmasına neden olurken diğer taraftan da Rum hükümetinin dış politikada bağımsız eylemde bulunma ve otonom kararlar alabilme yeteneğini sınırlandırmıştır. Türkiye’nin milli savunma sanayiinde gerçekleştirmeyi başardığı teknolojik ilerlemenin Lefkoşa’da oluşturduğu panik ve endişe, askeri donanım ve teknoloji açısından Rum kesimini her geçen gün İsrail’e daha bağımlı hale getirmektedir.
İsrail ile GKRY arasında gün geçtikte artan asimetrik ilişkinin orta vadede Rum tarafının aleyhine sonuçlar doğurması muhtemeldir. Rum tarafının en büyük hatası, Kıbrıs meselesini tanımlamada içine düştüğü yanlıştır. Enosis (Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması) ve Pan-Helenik fikirlerden kaynaklanan bu yanlış saptama, beraberinde birçok yanlışı da getirmiştir. Mesela Kıbrıs Türklerini siyasal açıdan kendilerine eşit görmeyen anlayış ile Türkiye’yi yegâne dış tehdit olarak tanımlayan tabunun doğuşu, Rum iç ve dış siyasetine onarılmaz zararlar vermiştir. Maalesef bu yanılsama ve onun biçimlendirdiği sanrı, Rum hükümetlerini dış politikada asimetrik ilişkiler kurmaya, belki de daha önemlisi, sürekli bir güç açığı hissetmelerine mecbur bırakmıştır.
Bakıldığında Rum tarafının Doğu Akdeniz krizinin başından beri uluslararası aktörler veya girdiği bölgesel ittifaklar aracılığıyla KKTC ve Türkiye’ye karşı etkisini ve nüfuzunu artırmaya çalışırken güvenlik, savunma ve enerji politikalarında bağımsız karar alma yetisini kaybettiği görülmektedir. Hâlbuki Doğu Akdeniz krizi dikkate alındığında bu krizin en zayıf ve en küçük aktörünün GKRY olduğu anlaşılır. Dolayısıyla GKRY, büyük güçler arasındaki dengeyi ve uluslararası ortamın gereklerini sürekli gözetmek ve kollamak durumundadır. Diğer yandan GKRY, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin karşısına AB, ABD ve Fransa gibi büyük güçleri çıkarmayı deneyerek yapısal bir hatanın içerisine düşmektedir. Zira büyük güçler için önemli olan, zayıf devletlerin çıkarı ve hukuku değil kendilerine tehdit oluşturan devletlerdir. Sonuç olarak GKRY için en makul yol ve çözüm, Türkiye’yi sürekli dengelemek yerine Türkiye’yle iş birliği kapılarını açmaktır. Nihayetinde böyle bir tercih, Rum tarafının içinde bulunduğu çevreye ve ekosisteme daha uygun olacaktır. Nitekim benzer tercihte bulunmak Yunanistan için de geçerlidir.