Ramazan-ı Şerif, Allah’ın seçtiği bu mübarek ay, bu kutlu zaman; aklımın dağlarını aşan ve devamlı çoğalan anlamlara bürünüyor. Öyle ki; bir kalp için bazen bir yitik taşı değil mi bu çağ? İnsan neyi kaybettiyse bulacağı; neyden mahrum kaldıysa kavuşacağı bir yitik taşı. Bütün yitirilmişleri derleyip toplayan bir visal vakti.
Ruh, bedenden saltanatlı; kalb, akıldan muktedir ve öz, maddeden daha hükûmetlidir. Ve kavuşmak, hasrete mevzu olanla irtibat kurmak, bekleneni mekân üzere tespit etmek, lazım olanı elde bulundurmak; çok zaman göz merceğine temas etmeden, olay mahallinde en ufak bir emare bırakmadan vuku bulur. Olmamız gereken yerde olmak da, varmamız gereken menzile varmak da, hasretle düşlenene nail olmak da zaman içre ama lâmekan bir saadettir. İnsan tam da hep var olduğu zahirî âlemde ve aynı suret, aynı mekân, aynı beden ve aynı ahali içinde, bambaşka bir iklime sülûk edebilir. İşte mübarek Ramazan-ı şerif bütün bu muadele için mayalanmış bir iklimdir, visaldir, buluşmadır ve ruhun hürriyetidir.
AÇLIKTA TOKLUK SAKLIDIR
Ubudiyetin ve kendini buluşun delili olan ibadetler hep öyledir ya… Bir zaman zayi olmuş varlığını arayan; secdede özüne rücu eder, hacda toprağını ve topraktan gelen hilkatini keşfeder, oruçta da yokluğun tarlasından varlık meyvelerinin lezzetini tadımlar. İşte tam da böyle, oruç ibadetinin anlamca mahrumiyet, yokluk, hiçlik ve sabır gibi zuhur eden tüm o safhaları; varlığı tutmak, varlığa kavuşmak ve mevcudiyetin sırrına mazhar olmakla izah edilebilir. Açlıkta tokluk saklıdır zira… Cismin açlığı, kalbin ve ruhun doyuma erişidir. Susuzluk öyle bir nimet ki; kana kana ilah-i aşk şerbeti içişin delidir. Bütün musallat zevklerden arınmış varlık tabiatına, hiç duyulmamış mevsimlerin lezzetini ikram ediştir. Hiçbir nefis, elde ettiğinin kazancını anlık sevinçlerden kurtarıp bir kalp mesafesi öteye taşıyamazken; ibadetin ve Rabbi için maddeye, dünya nimetlerine ve tüm nefsi kabiliyetlere dur deyişin şetaretini, eksilmeyen bir saadet iklimiyle tezyin edilmiş ömrüne terfi ettirir. Ramazan ayı ve onun kuşattığı akıllar, bedenler, ruhlar ve tüm kâinat, bu kavuşmaya dâhil olan bütün parçalar için artık bu muhabbetin iksirini geri alabilecek hiçbir saltanat bulunmamaktadır.
Bizden öncekilere farz kılındığı gibi Ümmet-i Muhammed’e de yazılan bu ibadet, yalnızca bir açlık imtihanı olmayıp muhabbete, takvaya ve sakınmaya vesile bir muştudur. Allah-u Teala’nın ayette buyurduğu üzere:
“Ey iman edenler! Sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi sakınasınız diye sizin üzerinize de sayılı günlerde oruç yazıldı. İçinizden hasta veya yolcu olan, başka günlerden sayısınca tutar. Orucu tutmakta zorlananlar için bir yoksulun (günlük) yiyeceği kadar fidye yeterlidir. Bir iyiliği mecbur olmadan yapan için bu (yaptığı) iyidir. Ama orucu tutmanız -bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara 183-184)
KALBİ YOKLUKLAR MEMLEKETİ OLANLARIN YEGANE SIĞINAĞI
Bütün ibadetlerin insanı eleyen, fıtrî hüvviyete döndüren, üzerine sinmiş isi rayihalarla bertaraf eden meallerinin yanında insanı günahtan ve günah ile ayrı düşülen ilahi muhabbetin ıssızlığından sakındıran, mahfazaya alan başkaca cihetleri de var kuşkusuz. Bizi günahtan, şirkten, kul hakkından, şükürsüz ve zikirsiz bir boşlukta yok olup gitmekten ne alıkoyabilir ki şu uçurum kenarı hissedişler diyarında? Bir hissedişle günaha, harama meyletmekten insanı hangi istinat sakındırabilir? Bir yeis ile hamdi terk etmekten, bir yokluk ile hududu aşmaktan, bir ayrılık ile isyana düşmekten kalbi hangi el yordamı beri kılabilir? Zamanın bir eriyik gibi akıp gidişinden ve bu akışta gama, korkulara, endişeye kapılıp boğulmaktan hangi imdat, hangi çağrı ve hangi aman kurtarabilir? Kalbin can yeleği nerede? Ruhun imdat kolu var mı? Aklın ulaşamadığı çareleri kim icat edebilir? İbadet, hamd ve kulluk; kalbi endişeler, korkular, yokluklar ve özlemler memleketi olanların yegâne sığınığadır oysa… Boşluklarla ve yokluklarla yaralanmış ömrümüzü onarmak için O’na sığınmak ve Asr Suresi’nde müjdelediği gibi zamanı tutmak gerek. “Asra yemin ederim ki; insan gerçekten ziyandadır. Ancak iman edip dünya ve ahiret için yararlı işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır (Onlar ziyanda değildir).”
YENİDEN BAŞLAMANIN HİCRETİ
Ramazan-ı Şerif, Allah’ın seçtiği bu mübarek ay, bu kutlu zaman; aklımın dağlarını aşan ve devamlı çoğalan anlamlara bürünüyor. Öyle ki; bir kalp için bazen bir yitik taşı değil mi bu çağ? İnsan neyi kaybettiyse bulacağı; neyden mahrum kaldıysa kavuşacağı bir yitik taşı. Bütün yitirilmişleri derleyip toplayan bir visal vakti. Öyleyse kimin ciğerleri üşüyorsa Ramazan’ı solumalı, kimin içi dünya irinleriyle kirlendiyse Ramazan’ın rahmetinde yıkanmalı, kimin derdi, zirvesine göz değmez dağları bile bir habbeye benzeten vücuduyla gün ışıklarını karartıyorsa; bu yekta çağın nurunda aydınlanmalı. Bu öyle bir zaman ki; davetinin ulaşmadığı kapı yok, gelenin alınmadığı görülmemiş. İbadetler misliyle cennet oluyor, tövbeler yığın olsa arşa eriyor, kaybedilen nerde olsa bulunuyor. Şimdi kim diyebilir Ramazan açlıktır, yokluktur diye? Ramazan bütün açlıkların doyuma erdiği, bütün yoklukların varlığa hükmettiği bir hikmetli hengâm…
Peygamber Efendimiz (sav) de bu demin sadrı genişleten letafetini hadis-i şeriflerinde anlatıyor. “Ramazan ayı girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır.” (Buhârî, Savm 5)
Cennet kapısının miftahı iman ve ibadet… İman ve ibadetin güzergâhı Kur’an-ı Kerim. Kur’an ahlâkının yaşayan misali Hz. Muhammed Efendimiz (sav). İşte bizi hidayete erdirecek ve iki cihanı da abad edecek yolculuğun başladığı meydandayız. Allah’ın kelâmı ve doğru yol rehberimiz Kur’an-ı Kerim’in indirildiği mevsim Ramazan ayıysa; bizi bu ayda Kur’an’sız kalmayalım diye yeme-içme ve tüm dünyevî aldanışlardan ayıran Allah’a hamd olsun. Kur’an’la muhabbete davet edilmişiz. Anlamaya ve anladığımızla amel etmeye bu meydandan başlayıp ömrü bu istikamette devam ettirecek bütün sırlar burada. Bu meydan, nasıl ki Rabbin kelâmının indirilmeye başlandığı meydansa; Kur’an’la yâren olmanın ve zamana yeniden başlamanın hicreti de tam bu mevki olsa gerek.
“Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anı vardır; birisi iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır.” (Buhari, Savm 9)
İşte visaller iklimi… Kendimize, fıtratımıza ve Rabbimize kavuşmanın mebde noktasında, yeniden başlamaların membaındayız. Rabbim nasip eylesin, gönlümüzün nasibi Şehr-i Ramazan’da oruç ve ibadetlerimizi kabul etsin. (AMİN).