Dünyanın her noktasında büyük bir ilgiyle takip edilen Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimleri, Donald Trump’ın rakibi Kamala Harris’i geride bırakarak ABD’nin 47. Başkanı seçilmesiyle sonuçlandı. Seçim propagandası sürecinde uluslararası sahnede Amerikan liderliğini yeniden tesis edeceğini vadeden Trump’ın ikinci başkanlık dönemi, uluslararası ilişkilerin tüm alanlarındaki aktörler için büyük etkiler yaratacaktır.
Başkanlığının ilk dönemindeki yetersiz planlamanın sonucunda öngörülemez şekilde tasarlanan dış politika kararlarında, ikinci döneminde bir değişiklik olup olmayacağı cevabı aranan sorular arasında. Yol haritası adına Trump’ın ilk dönemini hatırlamakta fayda var. 2016 yılında başkan seçildiğinde ABD, Afganistan ve Irak’taki çatışmaların yorgunluğuyla, içerde ise durgun ekonominin yarattığı zor koşulların yarattığı sosyal kutuplaşmayla mücadele ediyordu. İkinci kez zaferini ilan eden Trump’ın bugün de bir önceki dönemle hemen hemen aynı sorunlarla karşı karşıya olduğu görülüyor. Daha açık bir ifadeyle 2022 yılının başından itibaren devam eden Ukrayna Savaşı’nın ve İsrail’in bir yılı aşkın süredir Filistin halkına uyguladığı soykırıma rağmen Netanyahu hükümetine verilen desteğin yorgunluğu ve yüksek enflasyon, yasadışı suçlar ve azınlık hakları gibi bir dizi sorunun Trump yönetiminin siyasi ajandasını şekillendirmesi bekleniyor. Bu sorun yumağı içinde Trump, yeniden seçilmesi halinde Ukrayna dahil dış yardımı keseceğinin ve katı göç yasalarını uygulayacağının sözünü vermişti. Trump’ın vaatlerini yerine getirip getirmeyeceği hakkında kesin bir yargıda bulunmak için henüz erken olsa da 2017-2021 başkanlığı döneminde de “Önce Amerika” mantrasını benimsediği hatırlandığında ikinci döneminde de izolasyonist bir tutum içinde olacağını öngörmek mümkün.
ABD’nin Afrika dış politikasının kökenleri Soğuk Savaş’ın iki kutuplu sistemde yaratmış olduğu stratejik rekabete dayanıyor. ABD cephesinde müttefik olarak tanımlanan Afrika kıtası Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu zamana göreceli önemini nispeten kaybetmiş olmakla birlikte ABD’li başkanların askeri müdahale, serbest ticaret ve insani yardımının karışımını ifade eden dış politika kararlarına sahne oldu. Kıtada yaşanan dramatik dönüşümlerle beraber kıtanın uluslararası politikada sahip olduğu öneme rağmen ABD başkanları tutarlı bir Afrika politikası geliştirme noktasında başarılı olamadı. Dolayısıyla ABD’nin Afrika politikasının tarihsel olarak stratejik öncelikler ve jeopolitik gerçeklikler ekseninde şekillendiği düşünüldüğünde yeni dönemde de bu geleneksel çizgiden kopma yaşanmayacaktır denilebilir. Ancak ekonomik ve siyasi ittifaklardaki potansiyel değişimler ve ABD-Çin-Rusya arasındaki gerilimler ve küresel dinamikler arasında Afrika’nın stratejik önemi haiz rolünün, ABD-Afrika ilişkilerinin yeni bir yörünge ekseninde müzakere edilmesine olanak sağlaması beklenebilir.
Başkanlığının ilk döneminde Afrika’yı küçümsemekten, kalkınma yardımlarını, diplomasi ve insani yardıma ayrılan fonları azaltmaya ve göçü engellemeye kadar uzanan yıkıcı ve kaotik tutumları ile ABD’nin kıtayı ihmal ettiği algısına yol açan Trump’ın, yeni dönemde stratejik önemi artan kıtaya ilişkin tutumunu değiştireceği tahmin ediliyor. ABD ulusal çıkarları ekseninde pragmatik yaklaşımın ayrıntılı bir senaryosunu sunan Proje 2025 raporunda da ifade edildiği gibi Trump’ın Afrika’ya yönelik dış politika gündeminde radikal değişiklikler yaşanması muhtemel.
Afrika’yı ikinci bir Trump yönetimi için birincisinden daha önemli kılan tüm özellikler göz önüne alındığında, ABD dış politikasının üst sıralarında yer almasa da büyük güç rekabetinin sonucu olarak kıtaya ilişkin daha çıkarcı ve pragmatik bir tutum geliştireceği öngörülebilir. Öte yandan Trump yönetimi, periyodik olarak Afrika kıtasını, Çin sömürgeciliğinin ve askeri hakimiyetinin beşiği olarak tanımlamıştı. Ancak kıtaya yönelik tecrit edici politikaları ABD’nin bölgedeki etkisinin azalmasının yanı sıra Çin’in etki sahasının genişlemesiyle sonuçlandı. Biden yönetimindeki ABD, kıta ile ilişkilerini Çin ile rekabetten uzak bir şekilde yürütmeye çaba harcamış olsa da Trump’ın Afrika politikasının Çin’in kıtada artan nüfuzuna karşı koymak ekseninde şekillenmesi kuvvetle muhtemel. Trump’ın ilk döneminde Kuşak ve Yol Girişimi’ne karşı 2019 yılında Afrika’yı Refaha Kavuşturma Programı’nın ilan edilmesinden de anlaşılacağı üzere yeni dönemde Çin etkisine karşı daha agresif bir karşı koyma ile karşılaşılacaktır.
Amerikan sınırlarının ötesinde geniş kapsamlı sonuçlar yaratacak Trump 2.0 dönemi Afrika kıtası için de zorluk ve fırsatları beraberinde getirecektir. Afrika Boynuzu bölgesinin istikrar adası olarak bilinen Somaliland, 2024 yılının ilk aylarında Etiyopya ile imzalanan ve kendisine uluslararası tanınırlık kazandırması beklenen Mutabak Zaptı’nın Somali ile meydana getirdiği anlaşmazlıklarla uluslararası gündemin üst sıralarında yer aldı. Anlaşmazlık bölge ülkeleri arasında tüm şiddetiyle devam ederken 1991 yılından beri Somali’den bağımsızlığını ilan eden ancak uluslararası alanda tanınırlık kazanamamış Somaliland için Trump’ın Beyaz Saray’a yeniden dönecek olması çok daha kuvvetli bir umut ışığı olabilir. ABD’nin Afrika Boynuzu’ndaki stratejik çıkarlarının sürdürülebilirliliği ve Çin’in bölgedeki etkisine karşı koyma stratejilerinin yansımasını ifade edecek olan böylesi bir karar jeopolitik değişiklikleri de beraberinde getirecektir.
İsrail’in Gazze’de insan haklarına yönelik saldırılarına tüm dünyada protesto gösterileri düzenlenirken Trump, seçim propagandasını İsrail’e olan desteğini yoğunlaştırma üzerine temellendirdi. Netanyahu hükümetinin bölgedeki öncelik listesini yerine getirme siciliyle meşhur Trump, ABD’yi İsrail’in Filistinlilere yönelik eylemlerini eleştirdiği için Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nden 2018 yılında geri çekmiş Biden ise 2021’de yeniden katmıştı. Trump’ın, Netanyahu hükümetine koşulsuz desteği göz önünde bulundurulduğunda Güney Afrika’nın İsrail’i soykırım yaptığı gerekçesiyle Uluslararası Adalet Divanı’na şikayet etmesi iki taraf ilişkilerinde birtakım pürüzlere neden olabilir. Örneğin, ABD’nin kıtadaki ana ticaret ortaklarından biri olan Güney Afrika, ABD pazarlarına gümrüksüz erişim sağlayan ticaret anlaşması Afrika Büyüme ve Fırsat Yasası (AGOA) kapsamında yaptırımlarla yüzleşmek durumunda kalabilir.
Sonuç olarak 2025 yılının başlamasıyla göreve gelecek yeni Trump yönetiminin Afrika politikası, kıtada artan büyük güç rekabetinin ABD’nin ulusal çıkarları eksenine uyarlanması neticesinde şekillenecektir. Ancak ABD’nin kıtadaki güç rekabetinde etkisini artırması için Afrika sorunlarını stratejik düşüncenin çevresinden çıkarması diğer bir ifadeyle Afrika’nın tercihlerini ve politika önceliklerini dikkate alması gerekmektedir.