Start-uplar dünyanın geleceğini, geleceğin teknolojilerini şekillendiriyor. Bu, gelecekte belirleyici rol oynamak, Türkiye’nin vizyonu için olmazsa olmaz nitelikte. Bunun en önemli adımı ise Türkiye’yi, psikolojik olarak start-upların rahat hissettiği ve daha rahat büyüyebildiği bir ülke haline getirmek.
Dan Senor ve Saul Singer isimli iki Yahudi yazar, 2009 yılında, “Start-up Nation: The Story of Israel’s Economic Miracle” isimli bir kitap yazdı. Bu kitapta temel olarak şu soruya cevap aranıyordu: Nasıl oluyor da 7,1 milyon nüfuslu, etrafı düşmanlarla çevrili, kuruluşundan bu yana sürekli savaş halinde olan ve doğal kaynaklara sahip olmayan İsrail; Japonya, Çin, Hindistan, Kore gibi ülkelere kıyasla daha çok ve başarılı start-uplar üretebiliyor?
Senor ve Singer tarafından bu soruya verilen cevap bir kısım yazarlar bakımından olumlu, bir kısım yazarlar bakımından olumsuz eleştirilere muhatap kılındı. Fakat her halükârda ciddi ses getiren bu kitap “Start-up Nation” yani “Start-up Milleti” dendiğinde, dünya genelinde akla İsrail’in gelmesine neden oldu.
İstatistiklere bakıldığında, bu nitelendirmenin altının boş olmadığı görülüyor. Zira İsrail’de kurulu start-uplara yapılan yatırımların uzun yıllar boyu sürekli artış halinde olduğu ve yaşanan ciddi yatırım düşüşlerine rağmen, istatistiklere bakıldığında İsrail’in halen Avrupa’da en çok start-up yatırımı alan ülkelerden olduğu anlaşılıyor. Dünyanın en köklü ve küresel şirketleri, İsrail İnovasyon Otoritesi ile iş birliği halinde İsrail merkezli start-uplara ciddi yatırımlar yapıp, Ar-Ge altyapısı sağlıyor. Bu durum Yahudi sermayesinin gücü ile de birleşince, ortaya “Start-up Nation” gibi bir realite çıkıyor. Dolayısıyla İsrail’in, tüm kötü gidişine rağmen, halen Orta Doğu’nun start-up merkezi olduğunu söylemek abartı olmaz.
Genel durum bu şekilde olmakla birlikte; İsrail’deki hem siyasi hem de reel anlamdaki sürekli çatışma ve kaos ortamı, küresel resesyon ile bir araya gelince İsrail’deki start-uplara yapılan yatırımlarda 2022’nin birinci yarısından itibaren ciddi bir düşüş yaşanmasına neden oldu. Öyle ki eski İsrail başbakanı, mevcut ana muhalefet lideri Yair Lapid, Temmuz 2023’te İsrail’in bundan böyle “Start-up Milleti” değil, “Kriz Milleti” olduğunu; bu krizin siyasi, sosyal ve uluslararası bir kriz olduğunu ama ekonomik etkilerinin de çok büyük olacağını ifade etmişti. Yaşanan son gelişmeler, bu tahminin doğru olduğunu gösteriyor.
SAMSUNG NEXT’İN OFİS KAPATMASI ÖNEMLİ BİR EŞİK
7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’de yaşanan iç karışıklık ve Gazze’de gerçekleştirilen soykırım sonrası, Samsung’un inovasyon kolu olan ve start-uplara ciddi meblağlarda erken dönem (early-stage) yatırımı yapan Samsung Next, İsrail’deki ofisini kapatma kararı aldığını duyurdu. Yapılan açıklamada bunun nedenine ilişkin herhangi bir detay yer almasa da ABD’nin Kaliforniya eyaletinde bulunan merkezi hariç, yalnızca Kore ve İsrail’de ofisi bulunan Samsung Next’in, bugünlerde İsrail’deki ofisini kapatmasının, 7 Ekim sonrası süreçle doğrudan ilgisi olduğu anlaşılıyor. Dünya genelinde boykot hareketleri nedeniyle küresel şirketlerin uğradığı zararlar düşünüldüğünde, Samsung’un aldığı bu karara paralel şekilde, İsrail’e yatırım yapan diğer küresel şirketlerin da benzer bir eğilimle hareket etmesi; İsrail’den tamamen çekilmese bile en azından ilave yatırımlarını gözden geçirmesi epey olası. Peki Orta Doğu’daki yeni “Start-up Nation” hangi millet olacak?
EN GÜÇLÜ ALTERNATİF TÜRKİYE
Startups Watch’ın yayınladığı verilere göre Türkiye, tamamlanan 325 yatırım ile 2023 yılında Avrupa’da sayıca en çok yatırım alan beşinci, Orta Doğu’da ise birinci ülke konumunda. Yatırım tutarı olarak incelendiğinde ise ülkemizin 722 milyon dolar ile Avrupa’da on birinci, Orta Doğu’da ise dördüncü ülke olduğu görülüyor. Start-up yatırımları konusunda Ortadoğu’da ön plana çıkan diğer ülkeler ise Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri. Bu iki ülkeye yapılan start-up yatırımlarının, daha lokal yatırımlar olduğu düşünüldüğünde, İsrail’in bölgedeki tek alternatifinin Türkiye olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Yine Startups Watch’ın Ocak 2024 verilerine göre Türkiye’de aktif faaliyet gösteren 314 adet Girişim Sermayesi Yatırım Fonu ve 26 adet Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklığı mevcut. Sadece 2020, 2021, 2022 ve 2023 yıllarında kurulmuş GSYF’lerin toplam fon büyüklüğü 730 milyon doların üstünde. İlave olarak 2024 yılından itibaren Tübitak’ın 1512 Girişimcilik Destek Programı (Tübitak BİGG)’nın Türkiye’deki start-up ekosistemine ciddi katkısı olması bekleniyor. Bunlar tabii ki oldukça olumlu ve umut verici gelişmeler. Fakat ne yazık ki İsrail’den boşalan “Start-up Milleti” koltuğuna oturmamız için yeterli değil.
Google, HP, Mercedes, Nvidia, P&G, Unilever gibi çok sayıda küresel şirketin, İsrail İnovasyon Otoritesi ile ciddi iş birlikleri yaptığı; İsrail’e ciddi Ar-Ge desteği ve start-up yatırımı yaptığı biliniyor. Bahse konu küresel şirketlerin Türkiye piyasasından elde ettikleri cironun, İsrail’den elde ettikleri ciroya kıyasla katbekat fazla olduğunu tahmin etmek için, çok derin araştırmalar yapmaya gerek yok. Türkiye’nin yetişmiş insan kaynağı ve üretim kapasitesi olarak İsrail’den çok daha ileride olduğu konusunda da tereddüdümüz zannediyorum ki yoktur. Öyle ise Orta Doğu’da tercih edilen, neden Türkiye değil de İsrail oluyor?
EMİSYON PRİMİ VERGİ DÜZENLEMESİNİN İPTALİ KRİTİK
Bu noktada dünyaya doğru bir imaj çizmenin önemi büyük. İsrail’in “Start-up Nation” ilan edilmesinin, girişim sermayesi yatırımlarına ilgi duyan şirket ve fonlar için başlı başına bir ilgi sebebi olduğu muhakkak. Fakat tabii ki yatırım çekmek, yalnızca imaj ile mümkün olabilecek bir şey değil. Bunun için uygun yapısal iyileştirilmelerin yapılması, vergisel ve hukuki alt yapının daha güvenilir, pratik ve tercih edilebilir hale getirilmesi gerekiyor.
Örneğin, Şubat 2023’te ülkemizde yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremin yaralarının sarılması amacıyla getirilen ilave vergisel yükümlülükler arasında, start-up yatırımlarının hemen hemen hepsinde söz konusu olan emisyon primi ödemelerine, 2022 yılına özgü olmak üzere yüzde 10 oranında bir ek vergi getirilmesi mevcuttu. Bu vergi sektörde ciddi bir tepki ile karşılanmış; emisyon priminin bir gelir olmadığı, şirkete yatırım yapan (eski/yeni) ortak tarafından şirkete sağlanmış bir sermaye olduğu, sektör paydaşları tarafından yüksek sesle ifade edilmişti. Tepkilere rağmen idare tarafından bu konuda bir geri adım atılmadı. Bunun üzerine pek çok start-up tarafından dava açıldığı gibi, ilgili hükmün iptali için düzenleme Danıştay’a da taşındı.
SON KARARI DANIŞTAY VERECEK
Ek vergiye ilişkin şirketler tarafından başlatılan hukuki süreçlerde, ilk derece mahkemeleri çoğunlukla red kararı vermekle birlikte, İstanbul 1. Vergi Mahkemesi’nin 02.11.2023 tarihli ve E. No: 2023/1090 sayılı kararı; “ek vergi düzenlemesinin Anayasa’nın 13, 35 ve 73. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptali için Anayasa Mahkemesi'ne gönderilmesi” şeklindeydi. İlgili iptal talebi 19.04.2024 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 14.03.2024 tarihli Anayasa Mahkemesi kararı ile reddedildi. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, ek vergi düzenlemelerinde bir Anayasa’ya aykırılık bulmadı.
Emisyon primi özelinde başlatılan bir hukuki süreçte ise İstanbul 2. Vergi Mahkemesi’nin 20.12.2023 tarihli, 2023/1186 Esas ve 2023/3048 Karar sayılı kararı, “vergi mahkemesince mükellefin istemi doğrultusunda, fazladan ödenen verginin faizi ile iadesi” şeklinde oldu. Bu karar idare tarafından istinaf edildi fakat Bölge İdare Mahkemesi, ilk derece mahkemesinin kararının doğru olduğunu belirterek, idarenin istinaf başvurusunu reddetti. Bu uyuşmazlığa ilişkin olarak son kararı Danıştay verecek.
Yine emisyon prim kazancı istisnasına getirilen ek vergi özelinde, bir mükellef tarafından Danıştay’da iptal davası açıldı ve dava sonuçlanıncaya kadar ilgili düzenlemenin yürütmesinin durdurulması talep edildi. İlgili uyuşmazlık önümüzdeki günlerde Danıştay’ın ilgili dairesinin önüne gelecek.
KAZANÇ DEĞİL SERMAYE
Start-upların kahir ekseriyeti uzun süre kâr etmeyen, hedeflerine erişebilmek için sürekli olarak sermayeye ihtiyacı olan ve bu sermayeyi yakan yapılar. İhtiyaç duydukları bu sermayeye erişme konusundaki en önemli araçlarından biri de aldıkları yatırımlar. Büyük emeklerle elde edilen ve sermaye olarak şirkete sokulan bu yatırımların vergiye tabi kılınması, girişim sermayesi yatırımlarının geleceği için endişe verici. Danıştay daha önce vermiş olduğu pek çok kararda, emisyon priminin bir kazanç değil, sermaye olduğunu bizzat ifade etmişti. Önceki kararlarına paralel şekilde, Danıştay’ın emisyon primine getirilen ilave vergisel yükümlülüğü kaldırması, meseleye yaklaşımındaki tutarlılık bakımından önemli. Tabii ki mesele sadece tutarlılık değil. Yapılan düzenlemenin Danıştay tarafından iptal edilmesi, Türkiye’de girişim sermayesi yatırımı yapmayı planlayan küresel şirket ve fonlar için; dolayısıyla start-up ekosisteminin geleceği için büyük önem arz ediyor.
HUKUKİ ALTYAPI OLUŞTURULMALI
Öte yandan, girişim sermayesi yatırımları her geçen gün büyümesine, girişim sermayesi enstrümanları her geçen gün gelişmesine rağmen, bu konudaki hukuki altyapının gelişiminin çok zayıf olduğu da bir realite. Türkiye’de hukuk, güncel ihtiyaçlara uyum sağlama konusunda öteden beri oldukça başarısız. Yeniliğin, esnekliğin ve hızın büyük önem arz ettiği start-up ekosistemi için, güncel ihtiyaçlara uyum sağlama, normalde olduğundan çok daha önemli. Bu nedenle idarenin, sektör paydaşları ile ve bilhassa uygulamadaki zorlukları çeşitli yöntemlerle aşmaya çalışan avukatlar ile kapsamlı istişareler yapması, ihtiyaçlara paralel şekilde hukuki reformlar gerçekleştirmesi ve hukuki kurumlar geliştirmesi gerekiyor.
POTANSİYELİMİZ ÇOK YÜKSEK
Türkiye’nin, İsrail’den boşalan “Start-up Nation” koltuğuna oturması çok zor değil. Bunun için yeterli girişimci ruha ve yetişmiş insan kaynağına, hatta fazlasına sahibiz. Unutmamamız gerekir ki sermaye, her zaman daha çok kazanmayı hedefler. Bu kazancı Türkiye üzerinden sağlamak daha güvenli ve kârlı olursa, tercih Türkiye ve Türk şirketleri olur. Her açıdan potansiyelimiz oldukça yüksek fakat gördüğümüz üzere her konuda olduğu gibi, bu konuda da dönüp dolaşıp mecburen “yapısal reformlar”a geliyoruz. Start-uplar dünyanın geleceğini, geleceğin teknolojilerini şekillendiriyor. Bu gelecekte belirleyici rol oynamak, Türkiye’nin vizyonu için olmazsa olmaz nitelikte. Belirleyici rol oynamanın en önemli adımı ise Türkiye’yi, psikolojik olarak start-upların rahat hissettiği ve daha rahat büyüyebildiği bir ülke haline getirmek. Bunu sağlayabilirsek bölgemizdeki ve dünyadaki her türlü boşluğu, düşüşü ve krizi fırsata çevirebiliriz. Treni kaçırmak istemiyorsak; başta girişim ve girişimciler olmak üzere, tüm sektör paydaşlarını memnun edecek, köklü reformlar yapmak zorundayız.