Bizde felsefe olmadığını söyleyerek aşağılık kompleksine kapılanlar felsefeyi mücerret aklın fonksiyonuna indirgeyen ve bağlayanlardır. Mücerret akıl, soyut akıl varsa, önermesel akıl yürütme varsa felsefe vardır, başka da felsefe olması mümkün değildir.
Meşhur tartışmadır: İslam’da felsefi düşünce gelişmemiştir. Bu tartışmada “Hayır efendim, İslam’da felsefe vardır” ya da “Ne münasebet, İslam’da felsefe yoktur” şeklinde özür dileyici veya tepkisel cevaplar üretilmiştir. Oysa burada esas olan felsefeye ne tür bir anlamın yüklenildiğidir. Felsefeden kasıt Yunan felsefesi veya modern Batı felsefesi ise elbette bu anlamda bir felsefe (istisnalar hariç) İslam medeniyetinde yoktur. “Yok”luğu toplum nezdinde “etkili” olmadı şeklinde anlıyorum. Ama felsefeden kasıt bir düşünce yöntemi ve bu yönteme bağlı bir fikir üretmek, bir davranış tarzı geliştirmek ise evet bu anlamda felsefe İslam medeniyetinin bizatihi kendisidir.
MEŞRUİYET ÇERÇEVESİ
Klasik anlamıyla metafiziğe gömülmüş felsefeyi bir kenara koyarsak esasen mutlak anlamıyla felsefe diye bir şey de yoktur; “bir şeyin felsefesi” vardır. Örneğin; bilginin, varlığın, bilimin, devletin, ekonominin, hukukun, eğitimin, dilin, anlamın, yorumun vs. felsefesi vardır. Bu manada felsefe, sayılan alanlarda ortaya çıkan bilgiyi tutarlılık açısından, sebep ve sonuçları bakımından denetler ve meşruiyetini sorgular.
Mesela, diyelim ki, birtakım bilimsel anlayışlar vardır. Bazılarına göre bilimin sunduğu bilgi mutlaktır. Evren ve eşyaya dair tek bilgi edinme metodu bilimdir. Bazıları da bilimin sunduğu bilginin göreceli olduğunu savunur. Bunun dışında farklı bilim anlayışları da olabilir. İşte bunları bilim felsefesi sorgular. Böylece hem bilimin sınırları çizilmiş hem de meşruiyeti ortaya konulmuş olur. Diğer alanların hepsini de böyle düşünmek mümkündür. Felsefe bunları mantık kuralları içerisinde denetler ve neyin ne kadar mümkün olduğunu, diğer bir ifade ile meşruiyet çerçevesini bizlere sunmuş olur.
ÂLÂSI VAR
Bu açıdan baktığımızda bizde felsefe yok mu? Bu açıdan bakarsak biz de felsefenin âlâsı var. Ameli/davranışsal hükümlerin sınırlarını, çerçevesini ve meşruiyetini usul-i fıkıh çizer. Hükümlerin bağlayıcılık değerini ve hangi kategoriye ait olduğunu fıkıh belirler. Ahlak, insan ve varlığa dair anlam sınır, çerçeve ve meşruiyeti tasavvuf felsefesi ortaya koyar. Bilgi, akıl, haber ve eşya arasındaki ilişkiye dair sınır, çerçeve ve meşruiyeti de kelam yapar. Daha ne olsun?
Bunların adı felsefe değil de usul-i fıkıh, tasavvuf veya kelamdır. Bunların adının felsefe olmaması bunların hem bilgiyi hem varlığı hem insanı hem ameli hem de ahlakı ele alan birer düşünce yöntemi olmadıkları anlamına gelir mi? Elbette gelmez.
Bununla birlikte şunu da ifade etmek gerekir: Bugün bilgi dalları çeşitlenmiş, haliyle bunları inceleyen felsefe de bunlara paralel olarak otomatik bir şekilde oldukça fazla gelişmiştir. Belki bizlerin bugün geleneksel ilim dalları içerisinden yeni gelişen alanları süzüp çıkarmamız ya da bu yeni alanlara dair yeni yöntemler belirlememiz gerekir. Mesela bizde anlam ve yorum müstakil olarak ele alınmamış, usul-i fıkıh ve kelam içerisinde incelenmiştir. Bunu devam ettirmek mümkün olmakla birlikte bunu müstakil olarak geliştirmek de elbette gerekli olabilir. Bugün batıda dilsel bahisler muazzam bir şekilde gelişmiştir. Bizlerin bunları geleneksel dil çalışmalarından takip etmemiz ve yeni durumlara uyarlamamız herhalde elzemdir.
AKIL TEK ÇEŞİT DEĞİLDİR
Burada Taha Abdurrahman’dan mülhem bir noktaya işaret etmek gerekir: Bizde felsefe olmadığını söyleyerek aşağılık kompleksine kapılanlar felsefeyi mücerret aklın fonksiyonuna indirgeyen ve bağlayanlardır. Mücerret akıl, soyut akıl varsa, önermesel akıl yürütme varsa felsefe vardır, başka da felsefe olması mümkün değildir. Eğer felsefeyi Batı’daki bu tür bir düşünce tarzına eşitleyeceksek, doğrudur. Bizde de zaten –Farabi ve İbn Sina’yı göz önünde bulundurursak- Batı’dan mülhem felsefe yapılmıştır. Ama felsefeyi daha geniş düşünürsek, mesela sistematik düşünme tarzı olarak düşünürsek -dediğimiz gibi- felsefenin âlâsı yapılmıştır. Ki, akıl tek çeşit değildir ve asla soyut akla indirgenemez. Çoğul akılcılık vardır. Üstelik bir önceki başlıkta söylediğimiz gibi çoğul akılcılığı esas almak daha geniş bir bakış açısıdır. Taha, bu durumu şöyle ifade etmiştir:
“Madem düşünce biçimleri farklıdır ve her medeniyetin kendine özgü bir felsefesi vardır. Bütün dünyada bütün insanları bağlayan, herkesin takip edeceği bir felsefe olmaz. Her medeniyetin kendine özgü bir düşünce biçimi olduğu gibi her medeniyetin kendine özgü bir felsefesi; her dilin, her kültürün, her medeniyetin farklı bir düşünce biçimi vardır.”
Ezcümle: Bizde ciddi anlamda düşünce yöntemleri vardır, bunda şüphe yok! Bununla birlikte bunları kesinlikle modern bilgiler eşliğinde geliştirmemiz gerekir. Modern bilgi çok çeşitlenmiş ve gelişmiştir. Bunlardan yararlanmak kaçınılmazdır. Geçmiş dönemde nasıl yabancı kültürlerle karşılaşılmış, bu kültürler yer yer eleştirilmiş, yer yer de bünyeye monte edilmişse bugün de yapılacak olan bundan farklı değildir. Belki de “Ya yeni hal ya izmihlal” diyen bunu kastetmiştir. Bu, sıfır yöntem demek değildir. Geleneksel yöntem esas olmakla birlikte var olan yöntemleri eleştirel bir tarzda okuyarak yeni bir dille eklemlemek ve aktüelleştirmektir.