Türkiye, Afrika’ya son 1 yılda tek başına 33 milyon ton tahılın ulaşmasını sağladı. Tüm dünya bu girişimi ayakta alkışladı. Erdoğan’ın BM kürsüsündeki konuşmasını dinlerken 1930’lu yıllara döndüm. Amerikalı beyazların Afrika kökenli insanlarla bırakın bir arada yaşamayı, aynı masaya oturup yemek bile yemedikleri yıllar… Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Münir Ertegün işte bu yıllarda rezidansında siyahi Amerikalı şarkıcıları davet edip caz söyletirdi.
Bundan 78 yıl önce kurulan Birleşmiş Milletler, 78. genel kurul toplantısını New York’ta tamamladı. 1945’te kurulan örgüt, bugünkü genel merkezine yani 86. Cadde’ye, kuruluşundan 6 yıl sonra taşındı. Kuruluşundan 12 yıl sonra Türk çağdaş sanatının efsane ismi Burhan Doğançay, BM’ye 4,5 km mesafedeki 86. Cadde’de yürürken Manhattan’ın duvarlarından çok etkilenecekti… İşte bu ilham, Doğançay’ı 114 ayrı ülkenin duvarlarını bizzat fotoğraflamaya ve tuvallere dökmeye itti.
Bugün New York’taki Brooklyn ve Guggenheim müzelerinde Doğançay’ın eserleri sergilenmeye devam ediyor… 114 ülkenin duvarlarını, ayrıştırıcı değil birleştirici bir güç haline getiren Doğançay artık aramızda değil… Fakat Doğançay’ın bir zamanlar New York’ta başlattığı birleştirici rüzgarlar, Türk dış politikası tarafından Manhattan’da estirilmeye devam ediyor...
BİRLEŞTİRİCİ GÜÇ
Bu rüzgar, gücünü 193 üyeli BM’yi gerçekten birleştirmeye aday bir güç haline gelen Türkiye’den alıyor… Antalya diplomasi forumundan tahıl koridoru anlaşmasına… Ve nihayet BM’nin Zeitgeist’ı ıskalayan yapısının reformuna… Türk dış politikası küresel gündeme yön veriyor… Küresel sermaye hareketlerinden de pay almaya gayret ediyor…
Elon Musk’ın, Tesla’nın 7. fabrikasını kurması için Türkiye’ye davet edilmesi… Rockefeller Plaza’da düzenlenen Türk gecesinde yabancı yatırımcıların ön masalarda oturabilmek için kişi başı tam 100 bin dolar ödemeleri... Amerikan Ticaret Odası’nda düzenlenen Türkiye’ye yatırım toplantısına Hilton, Pepsico, UBS, Google, Bank of America, Marriott gibi şirketlerin tepe yöneticilerinin katılımı, Goldman Sachs genel merkezinde düzenlenen Türkiye’ye yatırım konferansına gelen 100’ü aşkın Amerikalı fon yöneticisi, Brookings Enstitüsü’nden Prof. Kemal Kirişçi’nin Türkiye tanımını haklı çıkarıyor: “Türkiye artık bir trading state”… Yani ticaret devleti…
İşte bu dönüşüm Türk-Amerikan ilişkilerinin seyrini de değiştiriyor…
TİCARET DEVLETİ
2. Dünya Savaşı’ndan sonra Türk-Amerikan ilişkileri 2 ana eksende gelişti… Bunlar güvenlik desteği ve borç para… Yani krediydi… Çünkü Türkiye’nin 1945’ten sonra bu ikisine ihtiyacı vardı… Silah, Ruslara karşı güvenlik şemsiyesi ve para...
Türkiye’nin ABD’yle kurduğu ilişki yeni düzende bir dönüşüm içinde… İlişkilerdeki en yüksek gündem artık güvenlik ya da kredi değil… 1958’de IMF’ten ilk kez borç alan Türkiye, son taksidi 2013’te ödedi…
Evet… Türkiye ile ABD arasında F-35 ve F-16 savaş uçakları, PYD/YPG’ye verilen destek… Çok ciddi sorunlar…Fakat bunlar artık ilişkilerin ilk sırasında değil…
İlişkilerin gizli şampiyonu kim derseniz… Cevap ticaret…
İki ülke arasındaki ticaret hacmi son 1 yılda 31 milyar doları aştı. Sürpriz ise Türkiye’nin ABD’den satın aldığından daha çok ABD’ye mal satması… Türk teknoloji şirket Martı’nın New York borsasına kote olması… Amerikan oyun şirketi Zynga Games’in Türk oyun şirketi Peak Games’i satın alması gibi gelişmeler… İkili ilişkileri artık daha iyi tanımlıyor…
Dünyanın en önemli 4 danışmanlık firmasından biri olan PwC, Amerikan yatırımcıların Türkiye’ye yatırımlarının 7-10 yıllık perspektifte yani uzun vade kategorisinde olduğunu söylüyor…Nasıl? ABD’li siyasetçilerin Türkiye’ye bakışından epeyce farklı değil mi?
PAYİTAHTIN KAPISINDA YATTILAR
Fakat Türk-Amerikan ilişkilerindeki bu dönüşüm aslında bir değişim değil… Bu aslında bir öze dönüş… Çünkü pek bilinmez ama Türk-Amerikan ilişkileri zaten güvenlik ve kredi temelli değil ticaret odaklı başladı. ABD’nin 1776’da kurulmasından hemen sonra Amerikalı tüccarlar, gemilerine atlayıp Atlantik Okyanusu’nu aşıp Osmanlı limanlarına yanaşıp ticarete giriştiler. Amerikan ticaret gemileri Osmanlı limanlarına kahve, baharat, rom ve pamuklu ürünler getiriyordu. Osmanlı limanlarından ise afyon ve kuru meyveler götürüyorlardı…
Amerikalılar Osmanlı devleti ile bir ticaret antlaşması yapmak için 30 yıldan fazla çabaladılar. Adeta İstanbul’un kapısında yattılar… Sonunda 1830 yılında Osmanlı ile bir ticaret antlaşması imzalamayı başardılar.
Türkler ve Amerikalılar tarihte hiç savaşmadı sanılır. Halbuki Amerikan donanması tarihteki ilk savaşlarından birini Türklere karşı yaptı. Ressam Dennis Malone Carter’ın ‘Decatur Boarding the Tripolitan Gunboat’ isimli yağlıboya tablosu Amerikalıların 1804 yılında Osmanlı’nın Trablus Beyliği ile savaşını konu ediyor. Savaşın sebebi neydi derseniz, o da ticaret ve Osmanlıların Amerikalılara getirdikleri ticari kısıtlamalardı…
Bu yüzden maraza çıktı…
İLİŞKİLER ÖZÜNE DÖNÜYOR
18. yüzyılda ticaret odaklı başlayan Türk – Amerikan ilişkileri özüne dönüyor. Peki bunun sebebi nedir? Türkiye, artık ABD’den güvenlik ve ekonomi anlamında yapısal bir beklenti içinde değil. Washington’dan kredi, hibe gibi beklentilerimiz yok. Güvenlik başlığında F-16, F-35 gibi taleplerimiz elbette var ama bunlar Türkiye açısından eskiden olduğu gibi yaşamsal önemde değil.
Bunun 2 sebebi var: Birincisi Türkiye’nin, gelişen milli savunma sanayisi sayesinde birçok ihtiyacını karşılar duruma gelmesi. Bu, Çetin Altan’ın Türk’ün Türk’e propagandası minvalinde yavan bir böbürlenme değil. Elon Musk’ın dahi takdir ettiği yıllık 4.5 milyar dolarlık bir ihracat başarısı öyküsü…
İkincisi ise Türkiye’nin uyguladığı çok boyutlu dış politika sayesinde güvenlik ihtiyaçlarını çeşitlendirebilmesi. Yani Türkiye, artık Soğuk Savaş Türkiye’si değil. ABD ile önceliği işte bu yüzden doğal olarak ticarete kaydı. Bu doğal süreç Türk dış politikası açısından olumlu bir gelişme. 100 milyar dolarlık ticaret hedefi işte bu sebeple güvenlik konularındaki uyuşmazlığın gölgesinde kalmıyor. Çünkü Türkiye, ABD’nin güvenlik desteğine artık cansiparane biçimde muhtaç değil…
ERDOĞAN’DAN ÖNEMLİ MESAJLAR
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın New York’ta BM kürsüsünden yaptığı konuşmanın tam metnini dikkatle okudum. Bence bu konuşmanın satır aralarında Türk dış politikasına ilişkin 2 önemli nokta var. Birincisi Erdoğan, “köprüleri atabiliriz” çıkışına rağmen AB ile ilişkilerin rayına oturmasından yana. O çıkış, Türkiye’nin Brüksel’in oyalamalarını sineye çekmek istemediğinin sinyali. Türkiye’nin AB vizyonu sürüyor.
İkincisi Erdoğan’ın Türkiye’deki Suriyelilere ilişkin ifadeleri. Görünen o ki önümüzdeki dönemde 4 milyonu aşkın Suriyeli, ülkelerine geri dönecek.
Bunun sinyalleri metinde açıkça hissediliyor.
Türkiye, Afrika’ya son 1 yılda tek başına 33 milyon ton tahılın ulaşmasını sağladı. Tüm dünya Türkiye’nin Karadeniz girişimini ayakta alkışlıyor. Erdoğan’ın konuşmasında Afrikalılara ilişkin bölümleri dinlerken 1930’lu yıllara döndüm…
1930’lar…
Amerikalı beyazların Afrika kökenli insanlarla bırakın bir arada yaşamayı, aynı masaya oturup yemek bile yemedikleri yıllar…Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Münir Ertegün işte bu yıllarda rezidansında siyahi Amerikalı şarkıcıları davet edip caz söyletirdi.
Oğlu Ahmet Ertegün…
Babasından ilhamla 1947’de Atlantic Records’ı kurdu ve ötekileştirilen siyahilerin müziğini dünya markası haline getirdi. New York’tan dünyaya açılan Ahmet Ertegün ve Burhan Doğançay’a rahmet olsun…
Türk dış politikası küresel rüzgarıyla Cumhuriyet’in 100. Yılında New York’ta makes buluyor…