Biden, Gazze’deki olaylara rağmen İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki normalleşmeyi Riyad yönetimine dayatmaktadır. Suudiler ise normalleşmenin zamanlamasından dolayı bu süreci bir tehdit olarak algıladıkları için temkinli davranıyorlar. Bu durum, ABD’nin 11 Eylül dosyasını tekrar gündeme getirmesi ve güvenlik iş birlikleri üzerinden Suudi Arabistan’ı tehdit etmesiyle sonuçlanmakta…
Mayıs ayının ilk haftasında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Financial Times’a verdiği demeçte, İsrail ile diplomatik ilişkilerin normalleşmesi gerçekleşmeden Suudi Arabistan ile savunma anlaşması imzalanma fikrinin mümkün olmayacağını dile getirdi. Sullivan’ın ifadelerinde ilginç satır araları mevcut. Nitekim Sullivan, ABD-Suudi Arabistan arasında entegre bir vizyonun olduğu, İsrail ile normalleşmenin Filistin halkı adına anlamlı bir adım ifade ettiğini belirtiyor. Dolayısıyla ABD, İsrail ile normalleşmeyi Filistin’in lehine bir süreç olarak portre ederek meşruluk kazanmak istiyor ama bununla birlikte Biden yönetimi Suudi Arabistan’a güvenlik taahhüdüne karşılık İsrail ile normalleşmeyi şartı olarak koşuyor.
SOYKIRIMIN GÖLGESİNDE NORMALLEŞME MÜMKÜN MÜ?
Fakat Biden’ın seçimleri kazanması noktasında ciddi yatırım yaptığı İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesinin ve Suudi Arabistan’ın talep ettiği güvenlik anlaşmasının yenilenmesinin, Gazze’deki soykırımı ve 11 Eylül ile ilintili yeni belge ve iddiaların zuhur etmesinden ötürü gerçekleşme ihtimalinin oldukça düşük olduğu söylenebilir. Bununla birlikte Biden yönetiminin, Suudi Arabistan’ın B planı olarak sunduğu daha az tavize karşılık daha az güvenlik taahhüdü şeklinde formüle edilebilecek anlaşmaya da sıcak baktığı görülüyor. Nitekim ABD, Suudi Arabistan başta olmak üzere birçok müttefikinin İsrail’den uzaklaşmasını olumlu bulmuyor. Benzer şekilde Suudilerin, ABD güvenlik şemsiyesinden Çin ve Rusya gibi Batı dışı alternatiflere kaymasından da endişeli. Dolayısıyla ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinde Riyad-Tel Aviv arasında Washington merkezli yürütülen normalleşme girişimlerinin önemli bir noktaya tekabül ettiği ifade edilebilir. Normalleşme yolunu ve ABD-Suudi Arabistan güvenlik iş birliğini tıkayan iki temel problemden bahsedilebilir.
Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme sürecini donduran ilk ve en önemli gelişme İsrail’in Gazze’deki soykırımıdır. Nitekim Suudi Arabistan Krallığı’nın yönetici eliti, İsrail’in Gazze’de saldırılarını soykırım olarak nitelendiriyor. Arap ve İslam dünyasındaki İsrail karşıtı kamuoyuna rağmen Tel Aviv ile ‘normalleşme’ Suudi Arabistan’ın imajını zedeleyecek bir stratejik hata olarak görülüyor. Her ne kadar mutlak monarşi olsa da meşruiyetini İslam’dan aldığını belirten krallık açısından Suud halkı başta olmak üzere Arap ve İslam dünyasındaki halkların görüşleri siyaseti sınırlandırma kapasitesine sahip. Mahmud Abbas’ın yönetim becerisi, yeteneği ve İsrail yanlısı tutumu nedeniyle Suudiler, Körfez ve Arap-İslam toplumları arasında pek sevilmese de Filistin devletinin meşru lideri olduğu için Suudi Arabistan’ın temasları daha çok Abbas ve ekibi ile devam ediyor. Hamas gibi ‘İslamcı’ hareketlerin Gazze başta olmak üzere Filistin’i yönetme ihtimalini tehdit olarak kodlayan Riyad yönetimi, denge siyaseti gütme adına Abbas ve daha az tehdit olarak görülen Filistinli aktörlerle teması sürdürerek İsrail ile normalleşmeyi gündemden çıkarmış durumda.
YENİ BELGELERE ULAŞILDI
İsrail ile normalleşme gerçekleşmeden Biden yönetiminin Riyad’a güvenlik taahhütleri vermesi ve yeni bir savunma anlaşmasını engelleyen en önemli gerekçe, ABD’deki 11 Eylül travması nedeniyle oluşan Suud imajı. 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren 19 kişinin 15’inin Suudi Arabistan vatandaşı olması ile başlayan ABD-Suudi Arabistan ilişkilerindeki 11 Eylül krizi, 20 Mayıs 2024’te The Atlantic’te yayımlanan makale ile daha çalkantılı bir hal aldı. Berlin’de faaliyet gösteren American Academy başkanı Daniel Benjamin ile demokrat partiye yakınlığı ile bilinen Quincy Institute kıdemli araştırmacısı Steven Simon’un kaleme aldığı makalede 11 Eylül ile alakalı yeni belgelere ulaşıldığı belirtildi. Bu belgeler Suudi Arabistan’ın Washington büyükelçiliğinin ve Riyad’daki üst düzey hükümet yetkililerinin, 11 Eylül saldırılarında doğrudan rol aldığını iddia ediyor. Söz konusu iddiaların doğruluğu gerek uluslararası güvenlik ağları gerekse de ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinde derin etkiler bırakabilir.
Halihazırda 11 Eylül saldırıları nedeniyle Suudi Arabistan ile ilişkileri gözden geçirme ve güvenlik tedariki sağlamama görüşüne sahip Amerikan kamuoyundaki 11 Eylül ve Suudi Arabistan imajını da etkileyebilir. Her ne kadar Kaşıkçı cinayeti ve Yemen’deki savaşta sivillere yönelik gerçekleştirilen hava saldırılarındaki sorumluluğu kabul etmeyen Suud yönetimi açısından iddialar yalanlansa da ABD ile ilişkilerin çıkmaza girdiği görülüyor. Dolayısıyla ABD ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler, tarihsel olarak stratejik ortaklıklar ve karşılıklı bağımlılıklar üzerine kurulmuş olmasına rağmen, özellikle 11 Eylül saldırılarının ve İsrail’in Gazze soykırımı ardından iki ülke arasında ciddi gerginlikler yaşandığı ifade edilebilir.
WASHINGTON’DAN RİYAD’A DAYATMA
Sonuç olarak, her ne kadar müttefiklik ilişkisi olarak tanımlansa da ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinde bitmeyen bir gerginlik mevcuttur. Bu gerginliğin yeniden gündeme gelmesinin temel nedeni, Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşmeye karşı direniş göstermesidir. Başkanlık seçimlerini kazanmak isteyen Biden, Gazze’deki olaylara rağmen İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki normalleşmeyi Riyad yönetimine dayatmaktadır. Suudi yönetimi ise normalleşmenin zamanlamasından dolayı bu süreci bir tehdit olarak algıladığı için temkinli davranmaktadır. Bu durum, ABD’nin 11 Eylül dosyasını tekrar gündeme getirmesi ve güvenlik iş birlikleri üzerinden Suudi Arabistan’ı tehdit etmesiyle sonuçlanmaktadır.