Son 8 ayda tüm dünyanın gözü İsrail’in Gazze’ye yönelik işgali ve soykırım girişimindeyken meselenin bölgesel ve küresel boyutu da sıkça konuşuldu. Özellikle Arap devletlerinin hareketsizliği ile İran ve vekil unsurlarının tüm söylemlerine rağmen harekete geçmemeleri de dikkat çekmişti. Ancak bu hareketsizliğin yanı sıra İsrail’in soykırım girişimine doğrudan destek anlamında ABD’nin rolü de oldukça belirleyici olmuştu. ABD’nin İsrail’e sağladığı güvenlik ve askeri yardım şemsiyesi düşünüldüğünde Biden yönetiminin, İsrail’in soykırım girişiminin destekçisi olmaktan öte doğrudan katılımcısı olduğunu söylemek doğru olacaktır. Ancak tüm bu tartışmalarda gözden kaçırılan bir aktör olarak İngiltere’yi konuşmak da Batının İsrail’e desteğinin boyutunu anlamak ve yaşanan soykırımın Batı başkentlerindeki etkilerini görmek açısından değerli olacaktır.
İngiltere’nin, İsrail Filistin meselesindeki tarihsel aktörlüğü ve sorumluluğu aşikar olsa da özellikle son yıllarda İngiltere için konu, ABD’nin peşine takıldıkları ve birincil önem atfetmedikleri bir mesele olagelmiştir. Bunun sebepleri olarak ise İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkış süreci, pandeminin etkileri ve özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri harekatı sayılabilir.
7 Ekim’deki Aksa Tufanı Harekatı sonrasında İsrail’in Gazze’ye yönelik işgal ve katliam girişimi ise konuyu tekrar tüm dünyada olduğu gibi İngiltere’nin de gündemine taşımıştır. Batıda estirilen rüzgara uygun olarak Sunak hükümetinin de konuya yönelik ilk tepkisi “İsrail’in kendini savunma hakkı” üzerine olmuştur. Bu muğlak söylemin içeriğini netleştirmemek ise İsrail’e desteğin sınırlanmaması için bilinçli bir tercihtir. Dolayısıyla her ne kadar söylem düzeyinde iki devletli çözüm politikası savunulsa veya İsrailli yerleşimcilere yönelik tepkiler olsa da Netanyahu hükümetinin ve İsrail ordusunun katliamlarını desteklemek birinci öncelik olarak ortaya çıkmıştır.
Başbakan Sunak 19 Ekim’de İsrail’e destek ziyareti düzenlemiş, ziyaret sırasında İsrail Cumhurbaşkanı Herzog, Sunak’a basının önünde BBC’yi şikayet etmiştir. BBC’nin haberlerinde Hamas’tan terör örgütü olarak bahsetmemesiyle gelen bu şikayet ise İsrail’in İngiltere karşısında cüretini göstermesi açısından oldukça çarpıcı bir örnek olmuştur. İlginç olan ise BBC dahil ana akım İngiliz medyası, örneğin 17 Ekim’de İsrail’in Gazze’de El-Ehli Hastanesi’ni vurması sonucu 500’den fazla sivilin öldüğü saldırıyı haberleştirirken İsrail’i suçlamak yerine saldırıyı Hamas’ın gerçekleştirdiğini söyleyen Biden’ın sözleriyle konuyu anlatmayı tercih etmişlerdir. Sunak hükümetinin İsrail desteğini göstermesi açısından bir diğer örnek ise dönemin İçişleri bakanı Braverman’ın Londra’da düzenlenen protesto eylemlerine karşı tutumu olmuştur. Polis teşkilatından bu protestoların yasaklanmasını talep eden Braveman’ın sözlerine Sunak’tan ciddi bir tepki gelmese de içişleri bakanı 13 Kasım’da bir kabine değişikliği ile görevinden alınmıştır.
Bu süreç içerisinde İsrail’in kendini savunma hakkı söylemiyle İsrail’in Gazze’deki katliamlarına sınırsız ve şartsız destek veren İsrail, yaşanan kabine değişikliği ile Dışişleri bakanlığına getirilen eski Başbakan Cameron’un yeni yaklaşımıyla farklı bir söyleme ve politikaya doğru geçiş yaptı. Bu noktadan itibaren Cameron’un kalıcı bir barış anlaşması sonrası Filistin’in tanınabileceğine veya İsrail’in Gazze’ye daha fazla yardımın girmesine izin vermesine dair sözleri de bu politika değişikliğinin işaretleri olarak görülebilir. Kasım ayının sonu itibarıyla İsrail’in katliamlarının Batı başkentlerinde ve konvansiyonel medyasında dahi savunulamayacak kadar açığa çıkmasıyla paralel gerçekleşen bu politika değişikliğinde İngiltere’nin İsrail’e silah ihracatı sorgulamaya açıldı.
İngiltere’nin İsrail’e desteği tarihsel olarak sabit olsa da İsrail’e silah satışı konusunda öne çıkan bir aktör olmadığı görülebilir. 22 Mayıs’ta Avam Kamarası'nda yayınlanan araştırma notunda belirtildiği gibi İskoç Ulusal Partisi ve Liberal Demokrat Partisi, İngiltere’nin İsrail’e silah satışının sonlandırılmasını talep ederken Sunak hükümeti ise mevcut silah satışlarının ‘İsrail’in kendini savunma hakkı’ çerçevesinde ve uluslararası hukuk çerçevesinde gerçekleştiğini savunmaktadır. Yine aynı rapora göre İngiltere’nin 2008’den beri İsrail’e toplam askeri ihracatı 574 milyon sterlin iken, 2022’de bu rakam 42 milyon sterlin olmuştur. Ancak burada kritik nokta ise 2023 yılı ve özellikle 7 Ekim sonrasında İsrail’e satış rakamları olmuştur. Bir önceki yılın silah satış rakamlarını her 3 ayda 1 yayınlayan İngiltere Sanayi ve Ekonomik Güvenlik Bakanlığı’nın 7 Ekim’den beri bu rakamları açıklamayı reddetmesi ise Sunak hükümetinin bir yandan İsrail’e desteğe devam ederken diğer yandan bu desteğin kamuoyu tepkisi sebebiyle bilinmemesi için uğraştığını göstermektedir. Ayrıca İngiltere’nin İsrail’e silah satışlarına ek olarak F-35 gibi sistemlerde kritik alt bileşenlerini üreten firmaların dolaylı satışlarını da unutmamak gerekmektedir.
İsrail’in Refah’a yönelik saldırısının tartışıldığı dönemde ABD’de Biden yönetiminin bile sembolik olarak İsrail’e bazı silah teslimatlarını askıya aldığı bir ortamda artan baskıya rağmen hem Başbakan Sunak hem de Dışişleri Bakanı Cameron’ın, İsrail Refah’a saldırsa bile ülkenin İsrail’e silah satışına ilişkin tutumunda bir değişiklik olmayacağını vurgulamaları ise İngiltere’nin İsrail’e desteğini anlamak konusunda oldukça çarpıcı bir nokta olmuştur. Ayrıca İran’ın İsrail’e Şam konsolosluğunun vurulmasına misilleme olarak 13 Nisan’da düzenlediği kamikaze drone, balistik ve seyir füzesi saldırısında da İngiltere Kraliyet Hava Kuvvetleri uçaklarının İsrail’in hava savunmasında aktif olarak görev aldığı Sunak tarafından da teyit edilmiştir.
Diğer yandan İngiltere’nin, İsrail’in 1 Nisan’da Gazze’de Dünya Merkez Mutfağı (World Central Kitchen) adlı yardım kuruluşunun 3’ü İngiliz vatandaşı 7 çalışanını öldürdüğü saldırıdan 1 hafta sonra İsrail’e silah satışına devam kararı alması da dikkate değer bir gelişme olmuştur. Dolayısıyla Sunak hükümetinin ve Muhafazakâr partinin 7 Ekim sonrası İsrail’e askeri destek ve silah satışı sicili oldukça kabarıktır. Bu da İngiltere’de nüfusun yüzde 6’sını oluşturan Müslüman seçmelerde önemli bir tepki doğurmaktadır.
Sunak hükümetinin İsrail’e koşulsuz desteği devam ederken İngiliz iç politikasında geleneksel olarak Filistin’e desteğiyle öne çıkan İşçi Partisi’nin bu süreçteki yaklaşımı da dikkat çekici olmuştur. İşçi Partisi lideri Keir Starmer’ın 8 aydır partisinden birçok milletvekilinin, kendi seçmeninin ve Müslüman nüfusun taleplerine rağmen Gazze’de ateşkes çağrılarını reddetmesi büyük tepki çekmiştir. Öte yandan Filistin yanlısı söylemleriyle öne çıkan İşçi Partisi’nin eski lideri Corbyn’in parti içerisinde antisemitizmi artırdığı sebebiyle aday gösterilmemesi ve partiden atılmasıyla Starmer’ın İsrail konusundaki tepki çeken net pozisyonu iyice belirginleşmiş oldu.
Mayıs ayında yapılan yerel seçimlerden beklendiği gibi zaferle ayrılan İşçi Partisi’nin Müslüman seçmenlerin yoğun olduğu bölgelerde oy kaybetmesi ve hatta bazı şehirlerde seçimi kaybetmesi, Starmer’ın Gazze’ye yaklaşımının bir sonucu olarak okunabilir. Tıpkı bu seçimde olduğu gibi 4 Temmuz’da gerçekleştirilecek erken genel seçimlerde de Gazze politikası seçim sonuçlarına etkisi olabilecek bir konu olarak durmaktadır. Özellikle Müslüman seçmenlerde ve liberal çevrelerde etkisinin büyük olacağı öngörülebilir. Bu da bu seçmenlerin Britanya İşçi Partisi, Liberal Demokratlar veya Yeşil Parti gibi alternatiflere yönelmesine sebep olacaktır.
Ve belki de bu yüzden İngiltere’de İşçi Partisi, kazanmasına kesin gözüyle bakılan seçimlerde oyların bölünmesi sebebiyle tek başına hükümeti kuracak çoğunluğa ulaşamayacak, bir başka deyişle belki de İngiltere, İsrail desteği sebebiyle tıpkı İsrail gibi koalisyonlar dönemine giriş yapacaktır. Bunu engelleyebilecek ve kitleleri arkasında sürükleyebilecek bir lider figürünün olmaması da İngiliz iç politikasının bu yöne doğru aktığını göstermektedir.
Sonuç olarak İngiltere’nin İsrail’in Gazze’deki katliamlarına desteği genel çerçevede süreklilik gösterse de Sunak hükümetinde yaşanan değişimler ve Batı kamuoyunda azalan İsrail desteği sebebiyle Gazze’de ateşkes ve sivil kayıpları üzerine söylemler değişim göstermiştir. Her hafta cumartesi günleri ülke çapında düzenlenen protesto gösterileri, İsrail’e silah sağlayan şirketlere yönelik eylemler ve üniversite kamp hareketleri düşünüldüğünde Gazze meselesinin önümüzdeki süreçte de İngiltere iç politikasının bir konusu olmaya devam edeceği söylenebilir.