T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 18 TEMMUZ 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Özlem ALBAYRAK

Kan kalpler

Hayfa'da bir doktor. İsrail askerleri nezaretinde boşaltılan şehirden, bir gün sonra yahudi bir ailenin yerleştirileceği evinden, tedavisi süren hastaları nedeniyle ayrılmamakta ısrar ettiği için, binbir çeşit kurtulma hamlesi, kovalamacadan sonra öldürülüyor... Şehirden gitmekteki geç kalma inadı, sonunda eşinin de caddenin tam ortasında vurularak öldürülmesine sebep olan doktorun beşikteki oğlu ise, tıpkı eşyaları gibi evin yeni sahiplerine miras kalıyor.

Adı yahudi ismiyle değiştirilen bebeğin acılı babaannesi ise aylarca çabaladıktan sonra, çocuğu kaçırmayı ve İsrail'in Filistinliler üzerine boşaltılacak silahlarını nakliye eden trenini havaya uçurmayı aynı anda başarıyor, ama canı pahasına.

Son sahne, patlamayla gecenin karanlığını bölen bir alev bulutuna dönüşmüş trenden atlamayı başarmış ama sağ kalmayı başaramamış yaşlı kadının cansız kolları arasındaki çocuğun çığlığıyla kapanıyor. Filmi ne zaman izlediğimi hatırlamıyorum...

Hafızamın bilinçaltımla elele verip bana oynadığı oyunlardan biri daha olsa gerek, konusu, kah öfkeyle, kah gözyaşıyla izlediğim dokunaklı sahneleri slayt makinesinden çıkar gibi kare kare zihnime düştüğü halde ne adını, ne oyuncularını, ne yapım yılını, ne de başka bir şeyini, hatırlamıyorum.

İsrail'in Filistin ve Lübnan'ı bombalaması sonucu 120'yi aşkın sivilin hayatını kaybettiği haberleri arasında, "Hayfa'nın İsrail'in en güzel liman şehri" olduğu cümlesiyle, yeniden gelip bir eski hayal gibi içime oturuyor Hayfa'dan o kareler, ama ben hatırlamaya çalışmaktan, unutuyorum.

En son ne zaman bir Filistin yazısı yazdığımı, İsrail'in bir önceki savaş sebebini, Gazze'deki o göz boyaması silahsızlandırmanın nedenini alegorik bir dram sanatı işlevine bürüyerek metni sağlamlamak amacıyla değil, geçmiş zaman kederleriyle arama giren melekelerim engeliyle işte, hatırlamıyorum.

Bu hızlı unutuşları, insan kalbinin yüksek dozdaki acı ve hüzne karşı geliştirdiği, apolitikliği düpedüz ideolojik bir kalkan haline getirmiş direnç mekanizmasına bağlayıp, ama bu sümsük dayanıksızlığa da içten içe kızarak zihnimin yardımından umudu kesmekle, "unutma şerbetine yiyecek kadar muhtacız" diye diye dolaşan Tanpınar'a sitem arasında, kaynaklara dönüyorum.

"İsrail beni öldürmek istiyor, şehit olmaya hazırım" diye cümleler kurmuş olan Arafat'a, Şaron'a, -bitkisel hayattaydı, sahi ne oldu-, akan kanı henüz durmuş Lübnan'dan bugüne baktığımda, a priori bilgimiz, "İsrail her zaman haklıdır"a varıyor bütün tabelalar.

Sığındıkları bir bina köşesinde, arkasına saklandığı babasıyla birlikte can veren Filistinli çocuğun fotoğrafı geliyor sonra önüme, sanki başka bir dünyadan bu tarafa iadesiz taahhütsüz gönderilmiş gibi, dünyanın artık başını çevirip bakma zamanının geldiğini anlatmaya görevli son uyarı metni gibi... Dünya, hiçbirşey söylemeden, gözünün içine böylesi bakan bir çocuk daha görmemiştir.

Ama olmuyor.

"Tek bir vatandaşıma, binlerce çocuk feda olsun" pervasızlığıyla Ortadoğu'ya yazılan İsrail'e tanınan bu marja, bu marjın genişliğiyle doğru orantılı büyüyen faşizminin ölümcüllüğüne karşın, o çocuğun kurumuş kanının hala değerli olduğu, derelerin kuruduğu gibi kuruyan kanın da bir itibarının bulunduğu, o itibarın "iade"sinin de bir yerlerde bekletildiği hissiyatının ömrü de, o fotoğraf kadar sürüyor.

Tüm dünyada "ABD'nin yaramaz oğlanı, aman bulaşmayalım" muamelesi gören, gördükçe şımaran İsrail, Filistin'de, Lübnan'da, bir kez daha kanı akmış ölüler bırakıyor. O kanlar, eski kurumuş kanın üstünden ezber eder gibi geçiyor. Silbaştan bir umursamazlığa kilitleniyor herkes, o alttaki kan bir türlü hatırlara gelmiyor.

Ben unutuştan muzdaripsem, Dünya en beterinden amnezi (hafıza kaybı) hastası. Hatırlamaya çalışanlar varsa da, hatırlamayı bilmeyenler fazlalıkta.

Ama Gazze'de, Hayfa'da, Nebatiye'de akan o kan var ya, üstünden geçen ılık pıhtılarla yeniden uyanan o kan, o herşeyi biliyor. Yeryüzünün kaydını o kan tutuyor.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi