T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 18 TEMMUZ 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


İsrail, ABD ve arap rejimleri ortak yapımı

Oysa Batı'daki halkların, Batılı yöneticilerin ve medyanın zannettiği gibi İhvan-ı Müslimîn, HAMAS ve Hizbullah gibi hareketler fanatik hareketler değildir. Bu hareketler, oldukça karmaşık ve pragmatik bir söylem geliştirmiş, zamanla ılımlılaşmış ve geniş Arap kitlelerine hitap edebilecek bir kuşatıcılığa ulaşmış durumdalar.

  PROF. DR. CHARLES HARB (*)
Son günlerde yaşanan olaylarla ilgili olarak Batı medyası tek taraflı bir tablo sunuyor bize: "Hizbullah militanları, İsrail'e ânî bir saldırı düzenlediler. Dört İsrail askerini öldürdüler; ikisini de kaçırdılar ve İsrail'in şehirlerini bombaladılar. Kendini savunma hakkıyla harekete geçen İsrail, Lübnan'daki 'terörün altyapısı'nı yok etmek üzere Lübnan'a girdi. Kriz, İsrail'in istekleri yerine getirildiği zaman sona erecek: Kaçırılan askerler teslim edilmeli; Hizbullah silahsızlandırılmalı ve Lübnan ordusu, İsrail'in kuzey sınırını korumalı."

Yaşananları böyle tasvir etmek, son derece naif ve bir o kadar da tehlikelidir.

"TERÖR DENGESİ" ANLAŞMASI

İsrail'in 1996 yılında Cana'da Lübnanlı mültecileri katletmesinden ve Güney Lübnan'daki 22 yıllık İsrail işgalini 2000 yılında sona erdirmesinden sonra -Fransa, ABD ve BM tarafından desteklenen- çeşitli tarafların katıldığı "terör dengesi" adı verilen bir anlaşma imzalanmıştı.

Bu anlaşmaya göre, İsrail, Lübnan'ın sivil yapılarını bombalamayacak, Hizbullah da, Kuzey İsrail'deki sivil yerleşim bölgelerine saldırmayacaktı.

Her ne kadar İsrailliler ve Hizbullah tarafından 2000 yılından bu yana zaman zaman çeşitli askerî operasyonlar gerçekleştirilmişse de, genelde bu anlaşmaya uyulmuş, uygun hareket edilmişti. Hizbullah, 2004 yılında İsrail'le yaptığı görüşmelerden sonra İsrail hapishanelerindeki esirleri serbest bıraktırmayı başarmıştı. İşte Hizbullah'ın geçen hafta İsrail'e karşı yaptığı askerî operasyon, bu anlaşmanın İsrail tarafından ihlâl edilmesi nedeniyle gerçekleştirilmişti.

İsrail'in Lübnan'a yaptığı ve sivil yapıları bombalayan askerî saldırı, bu anlaşmayı fiilen yürürlükten kaldırmış oldu. İsrail, şu ân, Lübnan'a karadan, havadan ve denizden saldırarak Lübnan'ı bloke etmekte, Lübnan nüfusunu terörize etmekte, -1982 yılından bu yana yüzlerce sivilin ölmesine yol açacak şekilde- bu kadar orantısız bir güç kullanarak Lübnan'daki sivil hayatı cehenneme çevirmektedir. Bunun üzerine Hizbullah, "terör dengesi" anlaşması gereğince İsrail saldırısına karşılık verince taraflar arasındaki çatışma birdenbire bir bölgesel savaşa dönüşecek tehlikeli bir boyut kazandı.

ABD, İSRAİL VE ARAP REJİMLERİ ARASINDA GİZLİ İTTİFAK

İsrail'in böyle bir politika değişikliğine gitmesi, iç politika hesaplarıyla, psikolojik faktörlerle ve güç oyunuyla ilgilidir. İsrail'in son saldırılarının İsrail açısından jeo-stratejik önemi, operasyon ve sonuçlarına ilişkin tedirgin edici sonuçlardan çok daha önemlidir. Yakın tarihte, ilk defa, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, İsrail ve ABD'nin çıkarları, Hizbullah'ı ve Hamas'ı ezme konusunda gizli bir ittifaka dönüşerek örtüşmüştür. Bu ülkelerden son yaşanan olaylara verilen tepkiler, Hizbullah'ı ve Hamas'ı etkisizleştirme konusunda ortaklaşa ve işbirliği yapılarak hareket edildiğini net bir şekilde gözler önüne seriyor.

Suudi Arabistan'dan yapılan açıklamada, Hizbullah, örtük bir dille kınandı. ABD Başkanı Bush ise yaptığı açıklamada "İsrail'i dizginleme" çağrılarını reddettiğini açıkça söylemekten çekinmedi.

Amerikan yönetimi, Ortadoğu'daki hükümetlerin bundan böyle Amerika'nın çıkarlarından çok kendi ulusal çıkarlarıyla uyumlu bir şekilde hareket edeceklerini anlayınca ABD'nin Ortadoğu'ya "demokrasi ve özgürlük getirme" retoriği geçen yıl artık sona erdirilmişti.

ABD'li (ve bir ölçüde de Avrupalı) yetkililerin, Mısır'daki seçimlerde yaygın sindirme ve yolsuzluk olayları yaşandığından şikayet etmeleri ve demokratik olarak seçilen Filistin hükümetine karşı açık savaş ilan etmeleri bu değişimin somut göstergeleridir.

Burada sorulması gereken soru şu: ABD, İsrail ve Avrupalıların çıkarlarına hizmet etmeyen Ortadoğu'daki "yanlış" demokratik seçimler, bütün ilgili halkların cezalandırılması için kaçınılmaz hâle mi geliyor?

İSLÂMCILAR TEK MEŞRÛ AKTÖR

Artık ben Hıristiyan bir akademisyen olarak şu gerçeği açıkça görüyor ve dürüstçe itiraf ediyorum: Şu ân, İslâmcıların başını çektiği direniş hareketleri, Irak'taki Amerikan işgaline karşı direnen tek meşrû güçtür; İsrail işgaline karşı direnen tek saygın güçtür ve Ortadoğu'daki diktatör rejimlere demokratik yollarla karşı çıkan tek meşrû, saygın ve demokratik güçtür.

İslâmcılar, artık olgunlaştılar ve 1950'lerin ve 1960'ların Arap milliyetçileri tarafından oluşturulan boşluğu doldurmaya hazırlar. İslâmcı söylemleri ve hareketleri, mezhep ve coğrafya ayrılıklarıyla bölme girişimleri, hem ABD'nin ve İsrail'in, hem de medyanın birinci gündem maddesi; ancak bütün bu zoraki çabaların yaşanan gerçekliklerle pek fazla bir ilgisi olmadığını bunlar bilmiyorlar veya bilmek istemiyorlar.

Oysa Batı'daki halkların, Batılı yöneticilerin ve medyanın zannettiği gibi İhvan-ı Müslimîn, HAMAS ve Hizbullah gibi hareketler fanatik hareketler değildir. Bu hareketler, oldukça karmaşık ve pragmatik bir söylem geliştirmiş, zamanla ılımlılaşmış ve geniş Arap kitlelerine hitap edebilecek bir kuşatıcılığa ulaşmış durumdalar.

BİR HALKIN TRAJEDİSİ VE BİR KAHRAMAN

Hizbullah, şu ân, tam bir yol ayırımının eşiğine geldi: Yoğun bir İsrail saldırısıyla, hasmane ve son derece önyargılı bir uluslararası medyayla ve muhtemelen kendisine pek de dostça bakmayan Lübnan hükümetiyle karşı karşıya. Bir Lübnan'lı analizcinin söylediği gibi, Hizbullah'ın lideri Hassan Nasrallah, bütün bu olaylardan sonra, ya Nasır'dan bu yana Arap dünyasının görmediği ve çıkaramadığı bir kahraman olacak ya da sahneden çekilmek zorunda kalacak.

Lübnan'da yaşananlar, son 30 yıldan bu yana büyük zorluklarla ve meşakkatlerle boğuşarak varolma mücadelesi veren bir halkın trajedisidir. Arap dünyasının yöneticilerinin beceriksizliklerinin, süper bir gücün ve kendisini her zaman ve her şartta haklı görme saplantısıyla hareket eden İsrail devletinin saldırganlıklarının bedelini ödeyen savaş yorgunu ve onurlu bir halkın trajedisi.

(*) Charles Harb, Amerikan Beyrut Üniversitesi'nde sosyal psikoloji profesörüdür. Prof. Charles Harb'ın bu makalesi dünkü (17 Temmuz 2006 tarihli) İngiltere'de yayımlanan The Guardian gazetesinden çevrildi.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi