T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 18 TEMMUZ 2006 SALI | ||
|
Türk halkının önemli bir kesimi için iki "kötü" kavramı bir arada taşıyan bir ifade, yabancı sermaye. Tüm müteşebbisliğimize rağmen sermaye olgusu çoğumuzda menfi bir yankı uyandırır nedense. Sağcısıyla solcusuyla maaşlı / ücretli çalışanlarımız için sermaye ile patron aynı karşı cephenin askerleridir. Türk devleti de, Osmanlı'dan beri kendi elleriyle yetiştirmeye çalıştığı "elişi sermaye"ye rağmen sermayeye hep mesafeli yaklaşmış, bir taraftan sermayeyi pışpışlarken, bir taraftan da onu kartelci, vergi kaçakçısı, düzen karşıtı ve yeşil yaftalarıyla etiketlemiştir. Ayşe Buğra'nın ifade ettiği gibi, güzide zenginlerimiz de bu toplumsal tepki karşısında, kaleme aldıkları biyografilerinde neredeyse özür dilerler zenginlikleri için. Öte yandan yüzyıllar boyu kırka yakın milleti bağrında barındıran ve üç kıtaya yayılmış topraklarıyla her türlü devletle iletişim kurmuş olan Osmanlı'nın torunları, Lozan'ın ardından kapattıkları sınırlarını, 1980'lerde açmış olmalarına rağmen bir türlü üzerinden atamadı şu yabancı korkusunu. Türk'ün Türk'ten başka dost olmadığı cümlesi hepimizin kafasına işlediği için ancak alavere ile iş yapılabileceğimizi sandık yabancılarla. Öyle bir yabancılık oluşturduk ki yabancılarla, neticede AB kapısına dayandığımız şu günlerde dahi Türk denince ortalama bir Batılının aklına hâlâ fesli bir adam geliyor. Şüphesiz ki, 1980'den itibaren yavaş yavaş değişiyor bizim de sermaye ve yabancıya bakışımız. Toplum yavaş değişiyor belki, ama ifrat ile tefrit arasında bir türlü dengeyi tutturamayan bireylerimizde bu değişiklik aniden ve toptan oluyor. İki gün önce yabancı sermaye aleyhtarlığı yapan bir politikacı, bugün yabancı aşkının Türkiye'nin kalkınması için elzem olduğunu savunabiliyor mesela. Bugün gelinen noktada Türkiye'de iki tür insan var: yabancı sermaye düşmanı ve yabancı sermaye aşığı. Her iki toptancı yaklaşımın ne kadar üstünkörü bir analize dayandığını ve aslında her iki tarafın neferleri arasında, tutumlarının geri planında çıkarların yattığı anlaşılan insanların olduğunu kerrat ile ifade ettik bu köşede. En ziyade Türkiye'nin etkilendiği görülen son dalgalanma ile birlikte, gelişmelerin tüm sorumluluğunu yabancı müdahalesine yükleyen aleyhtarlarla, dalgalanmadan çıkışın yolunu yabancı sermaye ile ikinci bahar flörtüne bağlayan perverler yine çıktı karşımıza. Her iki cephenin taraftarlarının karşılıklı atışmaları arasında doğru yaklaşımı nasıl bulacağımız sorusu ortada kalıyor. Oysa yabancı sermayeyi şöyle düzgün bir tahlil edebilmemiz gerekiyor. Sermaye mütecanis bir kitleden oluşmadığı gibi, yabancı kavramı içine ittiğimiz tüm unsurlar da tek bir akla ve davranış biçimine sahip değiller. Dahası bu çeşit çeşit yabancı sermayeyi içine oturtacağımız veya oturtmak istediğimiz şartlar da farklı farklı. Perakende sektörüne yatırım yapan bir Avrupalı ile kâğıt sektörüne giren bir değil; perakende sektörü ile kâğıt sektörü de bir değil. Doğrudan yatırım ile portföy yatırımını aynılaştıramaz, şirket alımı ile yeni yatırımı bir tutamazsınız. Bunların her biri için farklı politikalar gütmeniz, farklı yaklaşımlar sergilemeniz, farklı teşvikler, farklı yaptırımlar uygulamanız gerekir. Neticede sermayenin artık milli boyutlardan çıkıp evrensel bir renk aldığı bir dönemi yaşıyoruz. Böyle bir ortamda toptancı yaklaşımlarla uçlarda yaşamak, çıkarlarımızı korumayacağı gibi neticede ülkemizi toptan geri bırakabilir.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |