T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 29 MART 2006 ÇARŞAMBA | ||
|
HARTUM- Başbakan Tayyip Erdoğan'la birlikte Arap Birliği Zirvesi için Sudan'ın başkenti Hartum'dayız. Erdoğan bu zirveye "onur konuğu" olarak katılıyor. Yani Türkiye ilk kez Arap Birliği ülkeleri arasında yer alıyor. Bilindiği gibi, Arap Birliği'ne gözlemci statüsünde katılınamıyor. Dolayısıyla Türkiye için, 'daimi misafir' formülü geliştirildi. Bugüne kadar simgesel birlikten öteye geçemeyen Arap Birliği zirveleri, Hartum Zirvesi'yle ilk kez bir "kırılma noktası" yaşıyor ve eylemsel bir dönem başlıyor. Bu zirve Türkiye açısından da, 80 yıllık geleneksel dış politika anlayışının dinamizm kazanması anlamına geliyor. Bir başka deyişle, Türkiye yıllardır sırt çevirdiği dünya ile yeniden kucaklaşıyor. Kuşkusuz, Türkiye'nin Arap Birliği zirvesine katılması sadece Arap dünyası ile buluşmayı değil, aynı zamanda Avrupa Birliği'ni ve NATO'yu Arap dünyası ile buluşturmayı da sağlamış oluyor. Çünkü Türkiye, hem NATO üyesi, hem de AB'ye tam üyelik için müzakerelere başlamış bir ülke. Türkiye'nin Arap Birliği içindeki 'yeni rolü'nü iyi değerlendirebilmek için, AK Parti iktidarıyla birlikte dış politikadaki "vizyon değişimi"ni de iyi anlamak gerekiyor. Dış politikadaki operasyonel değişimi beş noktada somutlaştırmak mümkün. 1- Türkiye halen Afrika Birliği'nde gözlemci statüsü kazanmış bir ülke.
Geçmişteki bütün Arap Birliği ve İKÖ toplantılarında Türkiye ile ilgili hep çekinceli kararlar çıkardı. Türkiye, İsrail'le olan ilişkileri dolayısıyla, neredeyse İsrail'le eş tutulurdu, AK Parti iktidarıyla birlikte Türkiye için yeni pencereler açıldı. Çünkü Türkiye, artık birilerinin gelip kendisini bulmasını beklemeden, bölgesel ve küresel konularda rol almaya başladı. Mesela, İKÖ Türkiye ile birlikte daha operasyonel bir hale geldi. Hepimiz biliyoruz ki, bugüne kadar bölgesel anlamda Türkiye'nin rol almadığı bütün denklemlerin bir ayağı hep eksik kalmıştır. Bu aynı zamanda Ortadoğu politikalarının akamete uğraması anlamına gelmektedir. Türkiye'nin Hamas konusunda aldığı inisiyatif, dış politikada operasyonel bir adımdı. O günlerde, Türkiye'de yıllardır geleneksel statükocu reflekslere ayarlı kesimler kıyameti koparmış ve siyasi iktidara karşı adeta kampanya başlatmışlardı, Şimdi gelinen noktada, Hamas Quartetle görüşme talebinde bulunuyor. Yani, Türkiye'nin aktif katılımı hem bölgesel hem de küresel düzlemde dünyanın önünde yeni bir ufuk açılıyor. Böylece Hamas, uluslararası camia ile biraz daha yaklaşıyor. Elbette henüz Filistin'de "kritik eşik" aşılmış değil ve hala çatışma riski çok yüksek. Ama yaşadığımız coğrafyanın gerçekleri gösterdi ki, bu bölgede Türkiye'nin rol almadığı bir denklemde kalıcı çözümlere ulaşmak da mümkün değil. Şimdi Hartum'daki Arap Zirvesi'nin ağırlıklı iki konusu Filistin ve Irak. Ve ilk kez bir Arap zirvesinde "işgal güçleri"nin Irak'tan çekilmesi sonuç bildirgesinde yer alıyor. Türkiye'nin bu zirvedeki varlığı önemli. Çünkü, Türkiye bir ayağı Avrupa'da olan bir ülke. Aynı zamanda Türkiye, özellikle Irak işgaliyle birlikte "yanlış nota"ya basmamış bir ülke. Irak'ta işgalcilere ortak olmamış, Amerika'nın iğvalarına kapılıp Suriye'ye küsmemiş ve yine İran konusunda Amerikan yönlendirmelerine kapılmamış bir Türkiye var şimdi karşımızda. İşte bu yüzden şimdi, Hartum'daki Arap zirvesinde başı dik ve saygın bir Türkiye var. Başbakan Erdoğan'ın konuşmasıyla aynı zamanda bir Avrupa perspektifi kazanan Hartum zirvesi, bir bakıma "iki dünya"yı buluşturan bir zirve oldu. Bu zirvede ortak bir tavrın geliştirilmesinin önemli olduğunu belirten Erdoğan, "Türkiye'nin birleştirici kimliğini ön plana çıkartmamız lazım. Türkiye'nin kimliği doğal bir misyon yüklüyor" dedi. Konuşmasında, 'medeniyetler ittifakı' girişiminin küresel dünyada bir ukut haline geldiğini belirten Erdoğan, bu girişimin AB merkezli olarak ABD'den Çin'e kadar pek çok ülke ve kuruluş tarafından desteklendiğini dile getirdi. 11 Eylül sonrasında "İslamofobya"nın tehlikeli boyutlara ulaştığına dikkat çeken Erdoğan, bu konunun Arap Birliği Zirvesi'nin sonuç bildirgesinde de yer aldığına dikkat çekerek şunları söyledi: "Nasıl antisemitizm bir insanlık suçu ise İslamifobya da bir insanlık suçudur. Bunu kayıtlarımızdan çıkarmamız lazım. Biz, medeniyetler çatışması istemiyoruz, ama dünyada medeniyetler çatışması isteyenler var. Müslümanları, teröre bulaşan bir dinin mensupları olarak göstermek isteyenler var. Biz bu tuzağın içine düşmemeliyiz, düşmeyeceğiz de... İslam, bir insanın öldürülmesini, diğer insanın öldürülmesi olarak gören bir dindir. Böyle bir dini nasıl terör kavramıyla özdeşleştirebilirsiniz? İslam ile terörü kimse bir arada ifade edemez. Kimsenin buna hakkı yoktur, bu saygısızlıktır."
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |