T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 29 MART 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Yeni bir nükleer rejime doğru

Küreselleşme, çift başlı bir kılıca dönüşmüştür. Dünyanın sadece bir bölgesinin veya belli başlı ülkelerinin değil, bütün ülkelerinin ve bütün bölgelerinin güvenlik sorunlarını aynı hassasiyet ve ciddiyetle dikkate almak ve çözümlemek zorundayız.

  MUHAMMED BARADAY (*)
Mevcut nükleer ve radyoaktif materyalin korunması için küresel çabaların hızlandırılması gerekiyor. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), geçtiğimiz on yılda, 650 civarında illegal nükleer materyal kullanımı ve kaçakçılığı olayı tespit etmiştir. Nükleer kaçakçılık pazarının denetlenmesi için gerekli önlemler artırılmalıdır.

UAEA, 2001 yılının sonlarında, nükleer materyalin güvenliğini sağlamak amacıyla ilgili ülkelere yardım edilmesi konusunda dünya çapında bir kampanya başlattı. O günden bugüne diğer uluslararası ve bölgesel kurumlar ve bazı özel gruplar bu girişimde öncü roller oynadılar. Bu girişimlerden bazılar şunlar: Nükleer kaynakların korunması. Güçlü radyoaktif kaynakların belirlenmesi ve güvenliğinin sağlanması. Hukukçularının eğitilmesi. Sınır geçişlerinin takibat altına alınması.

Bu kampanya, halihazırda bütün kıtalarda sürdürülüyor. Uzmanlar, 4 yılda bu konuda planlanan çalışmalarının yarısının başarıyla tamamlandığını ifade ediyorlar. Ama güvenlik meselesinin en kritik mesele olduğunu unutmamak gerekiyor.

NÜKLEER TAHKİKATLAR ETKİNLEŞTİRİLMELİ

Alınması gereken üçüncü önemli önlem, nükleer tahkikat rejiminin her aşamasının özenle uygulanması olmalıdır. Burada başarının anahtarı, tahkikat görevlilerinin gerekli enformasyona ve mahall'e ulaşabilme oranlarıdır. Açıklanmayan / gizli nükleer aktiviteler, tahkikat görevlilerinin en büyük sorunlarını oluşturuyor.

1990'larda Irak örneğinden çıkarılan en önemli ders, UAEA'nın tahkikat haklarının önemli oranda genişletilmesi olmuştur. Bu yeni haklar, 1997 yılında üye ülkelerle UAEA arasındaki temel tahkikat anlaşmasını genişleten "ek protokol"le kayıt altına alındı. Bu ek protokol, UAEA görevlilerine bir ülkenin nükleer aktivitelerini daha fazla denetleme imkânı ve yetkisi verdi. En önemlisi de, Ajans'ın, muhtemel gizli aktivitelerin açığa çıkarılmasında daha iyi tahkikat yöntemleri geliştirilmesini kolaylaştırdı.

Ancak bu ek protokol, sorunu otomatik olarak çözmüyor elbette ki. Zira protokol, yalnızca protokolü imzalayan ülkeler için uygulanabiliyor. Nükleer Silahsızlanma Anlaşması'na (NSA) imza atan 189 ülkeden 118'i ek protokolü henüz imzalamadı.

Protokolün imzalanmasından geçen 8 küsur yıldan bu yana benimsenen bu gönülsüz tavır, etkin tahkikat yapabilme hedefimizi yerine getirebilmemizi zorlaştırıyor. Eğer ek protokol, Ajans'a üye bütün ülkeler tarafından imzalanmazsa, Ajans'ın tahkikat çabaları tam olarak sonuç vermez. Bunun için bütün hükümetlerin derhal harekete geçerek, ek protokole uymaları, uymayan ülkeleri uyarmaları ve uymaya zorlamaları gerekiyor.

Etkin bir tahkikatın yapılabilmesi için elzem olan bir başka şey de, yeterli kaynakların oluşturulmasıdır. Ajans'ın tahkikat bütçesi, yıllık 100 milyon dolardır; ki bu rakam, lokal bir emniyet müdürlüğünün bütçesinden daha fazla değildir. Bu kadar kıt kaynaklarla 71 ülkede yaklaşık 900 civarındaki nükleer tesisi denetlemeye çalışıyoruz. Artan sorumluluklarımızı ve her zaman bir adım önden gitme zorunluluklarımızı göz önünde bulunduracak olursanız, bu bütçenin çok düşük bir bütçe olduğunu anlamakta zorlanmazsınız.

Özetle, biz, ancak bize izin verildiği ölçüde etkin ve başarılı olabiliriz.

SİLAHSIZLANMA ÇABALARI HIZLANDIRILMALI

Dördüncü önlem, silahsızlanma çabalarını hızlandırmak olmalıdır. Bu, öncelikli olarak, nükleer silahlara sahip olan ülkelere düşen bir sorumluluktur. Bu ülkeler, bu konuda örnek bir tavır sergilemeli ve çabalarını, nükleer silahsızlanma rejiminin bütünüyle dışında kalmakta ısrar eden İrsal, Hindistan ve Pakistan üzerinde yoğunlaştırmalılar.

Bugüne kadar nükleer silahsızlanma stratejileri, iki en büyük nükleer güç olan Rusya ile ABD arasında silah kontrol anlaşmalarına ilişkin ikili müzakereler ile nükleer silah denemelerini ve daha fazla nükleer silah geliştirme girişimlerini önlemeye dönük çok-taraflı anlaşmalar üzerinde yoğunlaştı.

Soğuk Savaş'ın sona ermesi bu çabaları hızlandırdı. 1994 yılında fiilen yürürlüğe giren Stratejik Silah İndirimi Anlaşması (START-I), kullanılan stratejik silah oranında önemli kesintilere gidilmesini sağladı. Ancak bu süreç, 1990'ların sonuna doğru yaklaştığımızda yavaşlamaya başladı. 1993 yılında imzalanan START-II anlaşması ise yürürlükten kaldırıldı.

1996'da Kapsamlı Nükleer Deneme Yasağı Anlaşması'nda varılan sonuç, önemli bir köşe taşı olarak nitelendiriliyordu; ancak bu anlaşmanın 1999 yılında ABD Senatosu tarafından reddedilmesi büyük bir hayal kırıklığına yol açtı. Dolayısıyla nükleer silah yapımında kullanılan malzemelerin üretimini konu alan bütün müzakereler bir anda durma noktasına geldi.

Bu, son birkaç yıldan bu yana, nükleer silahlara sahip ülkelerin hiçbir şekilde silahsızlanma faaliyetleri ya da çabası içinde olmadıkları anlamına gelmiyor. Mesela Fransa ile İngiltere, yaklaşık 10 yıldan bu yana nükleer silah yapımında dikkate değer oranlarda indirime gittiler; her biri şu ân 100 nükleer başlığa sahipler yalnızca. 2002 Moskova Anlaşması ile ABD ve Rusya, 2012 yılı itibariyle nükleer savaş başlıklarının sayısını 1700 ile 2200'e indirmeyi kararlaştırdılar. Nükleer silah taşıyan denizaltıların, bombaların ve balistik füze-savarların sayısında indirime gidildi.

İMZALANAN ANLAŞMALARA UYULMUYOR

Ancak sorun şu: Son nükleer silahsızlanma çabalarının pek çoğunun tahkik edilebilmesi çok zor. Güvenlik konsepti değiştirildiği zaman, bu kez bugüne kadar kullanılmayan ve bilinmeyen silahların devreye girdirildiği gözleniyor. Dolayısıyla, bu durumda, anlaşmalar da pek fazla işe yaramaz hâle geliyor.

Düşünsenize, Soğuk Savaş biteli 15 yıl kadar oldu; ama bugün dünyada 27.000 bilinen nükleer savaş başlığı var! Daha da kaygı verici olan nokta, büyük nükleer güçlerin, nükleer tesislerini, her ân bir savaş için kullanacak şekilde alarm hâlinde tutmaya devam etmeleridir. Bir nükleer saldırı haberi durumunda bu ülkelerin liderleri 30 dakika içinde bu saldırılara karşılık verebilecek sofistike karar mekanizmalarına sahipler. Tüm dünyanın nükleer yıkıma maruz kalma riski, sadece birkaç dakikalık bir mesele hâline gelmiş durumda.

"NÜKLEER CAYDIRICILIK" STRATEJİSİ TERKEDİLMELİ

Öte yandan, hiçbir ülkenin nükleer silahların caydırıcılığı düşüncesinden vazgeçmeye niyetli olmadığı gözleniyor. Nükleer silahlara sahip ülkelerin yöneticileri, yakın bir gelecekte yeni nükleer silahların geliştirilmesine duydukları ihtiyacı, bu silahların modernleştirilmesinin gerektiğini ve hatta bazı durumlarda bu silahları kullanmaktan çekinmeyeceklerini söylemeye devam ediyorlar!

Bazı kişiler, nükleer silahlara sahip ülkelerin nükleer silahların stratejik rolünü ısrarla vurgulamaya devam etmelerinin silahsızlanma taraftarı ülkelerin bu duruma rıza göstermelerinin sonucu olduğunu ileri sürüyorlar. Ben buna katılmıyorum. Gerçek sorun, nükleer silahlara sahip ülkelerin silahsızlanma konusunda ikiyüzlü olmaları ve davranmalarıdır. Ayrıca, zaman zaman dile getirildiği gibi, nükleer rejim, ayırımcı bir rejimdir.

Nükleer silahsızlanma konusunda yapılan küresel toplantılar, artık sonuç vermemeye başladı. Geçen yılın Mayıs ve Eylül aylarında BM tarafından düzenlenen Zirve Toplantıları başarısızlıkla sonuçlandı.

Kanımca, nükleer silahsızlanma rejimini koruyabilmek için, nükleer silahlara yüklenen stratejik rolün acilen terk edilmesi ve nükleer silahlarda büyük oranlarda indirime gidilmesi gerekiyor. Nükleer silahsızlanmayı başarabilmenin tek yolu, nükleer caydırıcılık stratejine alternatif olabilecek kapsamlı bir politikanın üretilmesinden geçiyor.

BM GÜVENLİK KONSEYİ REFORME EDİLMELİ

Nükleer caydırıcılık stratejisine alternatif bir politikanın geliştirilebilmesi için BM Güvenlik Konseyi'nin uluslararası barış ve güvenliğin sağlanabilmesinde birinci derecede sorumlu olması; bunun için de yetkilerinin silbaştan gözden geçirilerek arttırılması zorunludur.

Bugüne kadar, BM Güvenlik Konseyi, pekçok olayda yetersiz ve seçmeci davrandı; iş bittikten sonra olaya el koydu. Örneğin Ruanda, Kongo ve Darfur'da yaşanan son trajedilerde BM tam bir fiyasko yaşadı: 1994'te birkaç ay içinde 800.000 kişinin katledilmesine yol açan iç savaşı BM sadece seyretti. Kongo'daki ikinci büyük iç savaşta 3.8 milyon kişinin katledilmesiyle sonuçlanan trajedinin önlenmesi konusunda da BM hiçbir şey yapamadı. BM'nin son büyük fiyaskosu Darfur'da yaşanan trajedileri önleyememesi, sadece seyretmesidir. Öte yandan, silah kontrolü konusunda da BM Güvenlik Konseyi'nin sistematik ve başarılı hareket ettiğini söyleyemiyoruz ne yazık ki. Birkaç örnek verelim:

Irak'ta 10 yıldan fazla bir süre uygulanan ekonomik ambargo, ülkede hayatı felç etti ve yüzbinlerce masum sivilin hayatını kaybetmesine yol açtı. Konsey, 2003 yılında Irak'taki bu duruma müdahale edilip edilmemesine ve bunun zamanlamasının ne olacağına karar vermeye çalıştı; ama ne yapacağına karar veremedi.

Konsey, 1998 yılında Hindistan ve Pakistan'dan nükleer denemelere ve nükleer silah yapım programlarına son vermelerini amir bir karar aldı; ama bu karar uygulanmadı.

1981 yılında İsrail'den bütün nükleer çalışmalarını UAEA'nın denetimine açması kararı alındı. Ama İsrail, BM'nin bu kararını uygulamadı, türlü gerekçelerle reddetti.

Benzer kararlar Kuzey Kore hakkında da alındı; ama Kuzey Kore, alınan kararlara uymadı. Güvenlik Konseyi, alınan kararlara uymayan ülkeler hakkında Irak hariç hiçbir dişe dokunur yaptırımda bulunmadı.

Oysa BM Şartı'nın 26. Maddesi, bu konuda Güvenlik Konseyi'nin tam yetkili olduğunu âmirdir. Alınan kararlara uyulmamasında ve bu kararların uygulanmamasında, Konsey'in 5 daimi üyesinin nükleer silahlara sahip ülkeler olmasının rolü vardır; ancak bu, Konsey'in saygınlığına gölge düşürmektedir.

Daha âdil, daha eşitlikçi ve daha hukukî bir nükleer rejimin kurulabilmesi için, BM ve Güvenlik Konseyi'nde silbaştan reform yapılması kaçınılmaz hâle gelmiştir.

SONUÇ: ÂDİL VE İNSANÎ BİR MEDENİYETE DOĞRU

Eğer uluslararası barış ve güvenlik sorunlarını köklü olarak çözüme kavuşturacak adımlar atamazsak, dünyanın içine sürüklendiği kaosu, belirsizliği, pekçok alandaki eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri önleyemeyiz. Asimetrik yaklaşım, küresel güvenliğin ve barışın sağlanmasında dominant yaklaşım olarak kabul edilemez ve kalamaz.

Dünya küçülmüş; küreselleşme, çift başlı bir kılıca dönüşmüştür. Dünyanın sadece bir bölgesinin veya belli başlı ülkelerinin değil, bütün ülkelerinin ve bütün bölgelerinin güvenlik sorunlarını aynı hassasiyet ve ciddiyetle dikkate almak ve çözümlemek zorundayız.

Önümüzde iki seçenek var: Nükleer silahlara ve "nükleer caydırıcılık" doktrinine yaslanmak, önümüzdeki dönemde artan sayıda ülkenin güvenlik stratejisi mi olacak? Yoksa, ülkeler, tıpkı tehditleri ve çıkarları ortaklaşa olarak göğüslemeyi esas alan, minimum askerî müdahale seçeneğini öne çıkaran özelde Avrupa Birliği'nde, genelde bütün Avrupa'da olduğu gibi, "karşılıklı bağımlılığa dayalı caydırıcılık" doktrinini benimsemeye mi başlayacak?

21. yüzyılın uluslararası güvenlik manzarasının nasıl bir görünüm alacağının, bu iki seçenekten hangisinin benimseneceğine bağlı olduğunu söylemek abartılı bir yaklaşım olarak görülmemelidir.

Açmazımız şu: Sorunların da, çözümlerin de neler olduğunu biliyoruz; ama hepimizi yok edebilecek bu kaosu ve belirsizliği önleyebilecek ve insanlık ailesinin birliğine, insan hayatının kutsallığına, hepimizin paylaştığı temel değerlere dayalı yeni bir medeniyeti, aynı anda hem insanî, hem de âdil bir medeniyeti inşa edebilecek vizyona ve liderliğe sahip değiliz.

(*) Muhammed Baraday, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) Başkanı. Baraday'ın bu metni, 25 Aralık Cumartesi günü Almanya'da yaptığı, birinci bölümünü dün yayımladığımız önemli konuşmanın ikinci bölümünün çevirisidir.


  • Nükleer silahsızlanma rejimi

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi