T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 29 MART 2006 ÇARŞAMBA | ||
|
Doğacaktır, sana vaad ettiği günler Hakk'ın!/ Kimbilir, belki yarın, belki yarından da yakın! Buradaki "Sen!" kimdir? Tek ilâh yerine "üstün ırk" putunu yerleştiren siyonistler'e göre: vaad eden de, vaadin muhatabı olan da aynıdır: "üstün ırk"ın ta kendisi! Oysa "üstün ırk" bâtılına kapılanlar, hangi "ırk" söz konusu olursa olsun, hayal kırıklığı ve husrân ile karşılacaklardır. Bağdad'a petrole giden evindeki bulgurdan da olur. Bizden uyarması! Mehrûm Akif, "Kahraman ırkım" derken, "ırk" terimini Batı'da yüklenen anları kasdederek kullanmış değildir. "vaad edilen günler", Yeryüzü'ne Sevgi, Adalet ve Ahlâk'ın egemen olacağı günlerdir. Yakın mıdır? Kim bilir? Fakat bu vaadin gerçekleşeceği kesindir. Genelkurmay Başkanı'nın 23 Mart tarihli mesajı; Yeryüzü'ne süper devlet terörü ve çifte standardlı "hayasızca akınlar"la hakim olmak isteyen odağa yöneltilmiş önemli bir uyarı idi. Terörizme karşı "tüm ulusların ortak bir cevabı"nın gerektiği halde, çifte standarda başvurulmasının bu yolda en büyük engel olduğu isabetle belirtiliyordu. Şu uyarı da çok anlamlı idi: Terorizmle mücadelenin de egoist bir dış politika aracı olarak kullanılmasının önlenmesi, başarının olmazsa olmaz koşuludur. Yarası olan gocunacak mıdır? Gocunacağını zannediyorum. Kısa bir süre içinde görebiliriz. Şimdiden tetikte olalım. Türk Silahlı Kuvetleri'nin; "hayasızca akınlar"da maşa olarak kullanılamayacağı sözünün arkasında milletçe duralım. Kurumları, kuruluşları ve yetkilileri; güçlerine göre aklama veya karalama; Hukuk Devleti'ne yakışır bir tutum değildir. Emîr-ul-mü'minîn'in buyurduğu gibi, sözler değerlendiriliken, "kimin söylediğine değil, ne söylediğine bakmalıdır". Genelkurmay Başkanı'nın bu beyanı tarihî bir beyandır ve öneminin vurgulanması gerekir. "Medeniyetler Çatışması"na da değinen Özkök Paşa şöyle diyor: "En fazla korkulması gereken gelişme, Medeniyetler Savaşı'nın çıkmasıdır." Sonuçta da medeniyetler Savaşı'nın -ki İblis'in sözlüğü'ndeki asıl adı Armagedon savaşıdır- çıkmasının önlenmesi için insanlık çifte standarddan ve ırk üstünlüğü saplantısından kurtulmaya ve kim olursa olsun, hangi milletden olursa olsun, mazlûmun akan kanını kendi bedeninden akıyor gibi hissetmeye, mazlûma "başkası, öteki" gibi bakmamaya çağrılmaktadır. Halk dilinde "yağcılık" denen davranış tarzından kaçındığımı beni tanıyanlar bilirler. Fakat kim söylerse söylesin, böyle bir beyana hasret çektiğimi belirtmekten kendimi alamıyorum. Ne var ki bu gibi beyanlar "dahilî ve haricî bed-hahlar"ın tepkisine yol açar ve canavar'ın malihulya aşına soğuk su katma olarak anlaşılır. Bunun için de bütün "yöneticilerimiz"i uyarıyorum: Bu doğru sözün arkasında durmalıyız. Küresel emperyalizm hedefini, davarlaştırmak istediği agoyime" (Akvam, uluslar, milletler) "küreselleşme" adı altında dayatmak isteyen Canavar (Dâbbe-t-ul-Arz), bir "manevî kişilik"tir. Niçin "canavar"dır? çünkü çifte standart ahlâksızlığının mucididir. Ahlâkı; kendisine de hitab eden, kendisini de bağlayan bir "kategorik emir" olarak (bestakim kemâ umirte = sana emrolunduğu gibi dosdoğru ol, dürüstlük ilkesine uy!) anlamaz. Akan kan üstün ırkın kanı değilse o'nun için hiç değeri yoktur, buzulları kızıla boyayan fok yavrucağızlarının kanından bile değersizdir! İsrail seçimlerinden sonra canavar biraz ehlîleşecek midir? Zannetmiyorum. Ceyda Karan'ın bu konudaki ve yakından gözlemlere dayanan yazısında ırk üstünlüğü ve çifte standardın "dünyaya nasıl ustaca pazarlandığını düşününce, insanlık adına azıcık umut ışığı uyanmıyor içimde", "bu seçim öncesi yazısını da hep haklı çıkmış olmanın bezginliğiyle yazıyorum" deniyordu. (27 Mart 2006- Radikal) Gerçekçiliğinde haklıdır. Fakat mutlak bir bezginliğe, ümitsizliğe kapılmamalıdır. Canavar insanlığı dalayacaktır, fakat bu dalama böyle sürüp gidecek değildir. 50'li yılların Türkiyesi'nde, gazetelerde, "İstanbullu Yasefler'in, Araplar'a karşı kahramanlıkları'ndan dem vurulur, sinemalarda "Araplar'ın kaçarken bıraktıkları ayakkabılar" belgeselleri gösterilip alkışlanırken, bugün Ceyda Karan gibi gazetecilerimiz olması, başlıbaşına bir ümit ışığı değil midir? Fakat ümidin iyimserliğini korurken, sadece -hangi dil ve dinden olursa olsun- mazlûm insan bedenlerinden akan kanlara değil, Ankara'daki köpekçeğizlere, Kanada'daki fokçağızlara da gözyaşı dökmeliyiz. Kanı ancak Sevgi'nin gözyaşı durdurur. Huseynî meşrelo böyle olur. Selâm ey Mazlûm!
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |