T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 6 MART 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Yasin AKTAY

İnce stratejiler, kaba kamusallıklar

Kamusal alan tam da insanların "farklarıyla" var olabilecekleri bir alana dönüşmediği yani insanların farklılıklarından vazgeçmeye zorlanarak girebildikleri bir alan olarak düzenlendiği sürece bir dizi toplumsal sorunun kaynağı olur. İnsanların özel alanlarına zaten kolay kolay bir sınırlama getirilemiyor. Bir sistemin özgürlükçü performansı, ancak ortak alanlarda insanların kendi farklarını sergilemesine ne kadar izin verebildiğiyle ölçülebilir. Türkiye'nin oryantal sürümünü benimsemiş olduğu modern kamusal alan düzenlemesi devletin belirlediği bir kılığın altında farklarını, kimliklerini, özelliklerini gizlemeyi gerektirmiştir. İnsanların kimlik ve kişiliklerini oluşturan özelliklerinin ne için olursa olsun, gizlenmesi gerektiği düşünüldükçe, kendilerinden utanılan veya sergilenmesi halinde zarar görecekleri özellikler olarak görülmüştür. Böylece insanların inançlarından, düşüncelerinden farklı görünmeleri, yani toplumca hep yakındığımız kurumsallaşmış ikiyüzlülük, takiyye, kaypaklık, münafıklık sistemin ürettiği hatta mecbur kıldığı bir davranış modeli haline gelmiştir.

Belki inandıkları gibi yaşamaktan uzaklaştırılmış insanların zamanla yaşadıkları gibi inanacakları umulmuştur. Ama bu uğurda insanların davranışları kodlama bile tutmayacak şekilde dumura uğratılmıştır. Bugün siyaset meydanında hiçbir şekilde inandıklarını söylemeyenlerin, söylediklerine inanmayanların, ilkesizce tutarsızlıkları "dün dündür bugün bugündür" gibi basit bir ironiyle geçiştirebilenlerin hüküm-ferma olmalarında kamusal alanın bu tanziminin bir etkisi yok mu sanılıyor? Aynı siyaset meydanında hiç kimsenin doğru söylüyor olmasını da kimse beklemiyor zaten. Her konuşanın zaten başka bir şey kastetmesi bekleniyor. Herkesten yana bir takiyye, yalan, yolsuzluk beklentisi neredeyse siyasetin normali haline gelmişse bunda da kamusal alan düzeninin herkesin kendi özelliğini bastırmaya dayandırılmasının kuşkusuz büyük etkisi vardır.

Türkiye'de başörtüsü yasağının bu kadar çok önemsemesinde iktidarın kendi kimlik ve varlığını başından itibaren kılık-kıyafet üzerinden kurmuş olmasının çok önemli bir rolü vardır. Başörtüsünün siyasal bir simge olarak görülmesi çok normal, çünkü Türk modernleşmesi başından beri kendini başka her şeyden çok kılık-kıyafet üzerinden tesis etmiştir. Modernleşme toplumsal dinamiklerin belli bir gelişimini değil, belli bir siyasi otoritenin kendisini tesis etme yolunu ifade etmiştir. Bu yol da her nasılsa gardrobtan geçmeyi uygun bulmuştur. Bülent Ecevit'in Kemalizm eleştirileriyle ilgili terminolojiye kazandırdığı meşhur "gardrop devrimciliği" deyimi durumu çok iyi ifade ediyor. Bugün Atatürk devrimciliğinden hâlâ gardrobu değiştirmekten başka bir şey anlayamayanların, başörtüsü yasağına bir takıntı olarak saplanıp kalmış olmalarının sebebi budur. İster öğrencilere, ister çalışanlara uygulanmaya çalışılsın yasağın her biçimi, Türk devriminin bir adım dahi ileri götürülmemiş olduğunu gösteriyor.

Cihan Aktaş'ın Kılık-Kıyafet-İktidar isimli iki ciltlik nefis kitabı, Osmanlı'dan günümüze iktidarın kendini gardrop tanzimi üzerinden kurma yollarının uzunca bir hikayesini veriyor. Kamusal alan tartışmalarının entelektüel birikiminden bir nebze de olsa nasiplenmiş bir Türkiye'de, beklenirdi ki, artık bireysel bedenler ile ulusal bedenler arasındaki bağlar özgürlüklere daha fazla imkan tanısın; bedenimiz bize ait olsun; ilkel iktidar kavgalarının rekabet alanları olmasın.

Çağdaş devletin iktidar stratejileri tabii ki çok incelmiştir, bedenlere nüfuz etme stratejileri bir bireysel özgürlük söylemleri kisvesi altına gizlenmiştir. Bu söylemsel kisve altında hazcılığı ön plana çıkarmış, bunun üzerinden koca bir kapitalizmi beslemeye yönelmiştir. Bu kisveyi görmüyor değiliz. Ancak bugün bu kisvenin bütün kârlılığına rağmen; başörtüsünü de tüketimin ve hazzın konusu haline getirebilen güçlü savunma mekanizmalarına rağmen, kıyafet yasaklarının yaşama imkanı bulabilmesi, sembollerin siyasette ne kadar belirleyici olduğunu gösteriyor. İktidar stratejileri ne kadar incelirse incelsin, düşmanlık ve imha stratejileri bütün yalınlığı ve arkaikliğiyle işlemeye devam edebiliyor.


Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi