T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 26 HAZİRAN 2006 PAZARTESİ | ||
|
Haydi, samimi dindar kesimin tepkisi 'duygusal' bir tepki ve bunu makul karşılayalım; peki neredeyse 6 oka 'çılgıncılık' adı altında yedinci ok ilave eden Kemalistlerin sırf hükümete vurmak için misyonerlik olgusunu diline dolamasının vicdani, akli ve ahlaki tarafı nedir? Misyonerlik konusunda, önce tespit yapalım: 1) Hıristiyanlık propagandası, özellikle bedava İncil dağıtılması suretiyle yaygınlaşmıştır. 2) Geçenlerde TSK'nin yaptığı araştırmanın da teyit ettiği üzere bu propagandadan etkilenip din değiştirenler artmıştır. 3) Bu memlekette ateistlerin sayısında da artış gözlenmektedir. 4) Bu memlekette, İslam'a inananlar 'sayısal' olarak artmakla birlikte, 'oransal' olarak azalmaktadır ama 'bilinçli' Müslümanların sayısı hem oransal hem sayısal açıdan artmaktadır. 5) Ben, İslam'ın son din olduğuna inanan, üstelik bununla kalmayıp bu son dine inanan biri olmak yanında İncil ve Tevrat'ın tahrif edildiğine de inanıyorum. İncil ve Tevrat'ın tahrif edilmediğine inanan insanların bu 'inanç'ına da saygı duyuyorum. Şimdi 'i' lerin noktasını koymaya çalışalım ve soralım: Misyonerler, silah zoruyla mı İncil dağıtmaktadır veya şiddet kullanarak mı insanlar Hıristiyan yapılmaktadır? Kişilerin hem eğitim hem temel bireysel haklarının dayatmaya maruz kalması neticesinde türban, imam-hatip, Kur'an kursu gibi çok haklı talepleri dile getirirken, kalkıp "insanlar inanmakta serbesttir, fikirlerini serbestçe söyleyebilmelidir" diye söylemiyor muyduk? Bu bir çelişki değilse nedir? Hz. İsa ve Hz. Musa'yı peygamber olarak görmek, tebliğ ettikleri dine inanmak anlamına mı gelir? Gerçek bir laiklik anlayışının tezahürü 'tüm dinler' konusunda devletin tarafsız kalması değil midir? Hatta bugün batıda, devletin tarafsız kalması hususu bile tartışmaya açılıp, inananların, inandıkları dine daha kolay ulaşabilmesi ve inançlarını tatbik edebilmesi için onlara teknik ve yasal altyapının hazırlanması gerektiği de tartışılmıyor mu? Milyonlarca Müslüman insan, başka dinlere inanan insanlara 'tebliğ'de bulunma noktasında tembellik gösteriyorsa, bu, Hıristiyanların 'tebliğ'de bulunmasına engel çıkarmanın mazereti mi olmalıdır? Eğer, bir dinin 'misyon'una inanan biri şiddet kullanmadan insanları kendi dinine mensup kılmaya 'davet ediyorsa', bazı insanlar da bunu 'tebellüğ' edip başka bir dine geçiyorsa, buna yasal olarak ya da fiilen engel çıkarmak laikliğin tersten okunması demek değil midir? 'İhtida' eden bir kişi yani bir 'mühtedi', İslam'ı bilmiş olsaydı, yine Hıristiyan olur muydu? Bir kişi kendi iradesiyle din değiştiriyorsa, dolayısıyla din değiştirecek kadar İslam'a uzaksa, makul olan, onu engellemek mi yoksa ona İslam'ı anlatmak mıdır? Diyelim ki; devlet, aile, okul tarafından o kişiye İslam'ı anlatma zemini bulundu ve anlatıldı, buna rağmen o kişi Müslümanlıktan vazgeçip din değiştiriyorsa, bundan İslamiyet mi zarar görür? Misyonerliğin yaygınlaşmasının ana nedenlerinden biri, devletin 'içini doldurmadığı' bir laiklik ilkesini 'din' haline getirmesi değil midir? İncil dağıtan bir gruba dayak atıp, dağıttıkları İncil'i yere savurmak, onu tekmelemek -doğru ya da yanlış- 'inanan' bir insanın en temel hakkına tecavüz değilse nedir? Sorulara devam edelim.. Meyve yere düşüyorsa, kabahat ağaçta mıdır; kabahat, meyveyi toplamayanda değil midir; daha doğrusu meyveyi 'zamanında' toplamayanda değil midir? Meyve 'çürümeye' yüz tutmuşsa, toplamakla toplamamak arasında ne fark vardır? Üstelik çürük meyve, insanın içine bir 'kurt' düşürmez mi? Ve 'kurtlu' meyve 'bünye'ye zarar vermez mi? Abdurrahim Karakoç ne diyordu: Beyaz camda kara baykuş
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Kültür |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |