T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
S İ N E M A | 16 HAZİRAN 2006 CUMA | ||
|
Çiçeği burnunda yönetmen Duncan Tucker'ın "Transamerica"sı, cinsiyet değiştirme operasyonları geçiren ya da geçirmek isteyen insanların yaşadıkları bireysel ve toplumsal trajedileri bir an bile "banalleşmeden" anlatmayı başaran yetkin bir yapıt...
Hayatını kadınlara telefonla ürün pazarlamacılığı yaparak kazanan Bree Osbourne, ruhen çoktan kadınlaşmış ve bu radikal dönüşümü artık bir "cinsiyet değiştirme ameliyatı"yla tamamlamak için sabırsızlanan bir transeksüeldir. Giyim kuşamı ve davranışlarıyla ilk anda biraz "katana" bir hanımdan hiç de farkı olmayan kahramanımız, kendisine New York Emniyet Müdürlüğü'nden gelen bir telefonla, yıllar öncesinde -henüz ortalıkta erkek görünümünde dolaşırken- yaşadığı kısa bir gönül macerasından 17 yaşında bir oğlu olduğunu öğrenir. Üniversitede öğrenciyken, hayatının "erkek" olarak yaşadığı tek cinsel deneyiminde ondan gebe kalan kız arkadaşı, kendisinin haberi bile olmaksızın çocuğunu doğurmuş, büyütmüş, sonra da onu aşağılık bir üvey babanın eline bırakarak intihar etmiştir. "Öteki"ne dürüst ve içten bir bakış
Bree, yeni öğrendiği bu gerçek karşısında allak bullak olur. Öte yandan, o güne kadar, yaşayan hiç bir akrabası olmadığını söylediği terapisti de bu yeni gelişme karşısında cinsiyet değiştirme ameliyatına onay verecek olan imzayı atmayı ertelemiştir. Terapist, Bree'nin New York'a gidip çocuğu bulmasını ve bir ebeveyn olarak onunla duygusal bir ilişki kurmasını istemektedir. Ameliyat olup olmaması, ansızın ortaya çıkan bu akrabasının tepkilerine bağlıdır. Ve cinsiyetini değiştirmeyi sıkıntılarla dolu hayatının en güçlü tutkusu haline getiren Bree, sürdürdüğü ahlâkdışı yaşantı nedeniyle polis tarafından gözaltına alınan oğlunu kodesten kurtarıp onu yakından tanımak üzere yollara koyulur. Bu garip ikili, New York'taki tanışmalarının ardından ABD'nin derinliklerine doğru çıktıkları uzun yolculukta, sık sık kişilik çatışmasına girmelerinin yanısıra, çoktandır yitirdikleri bazı insanî duyguları da yeniden keşfedeceklerdir. Kariyerinin başlarındaki genç yönetmen Duncan Tucker'dan, oldukça düşük bir bütçeyle çekilmiş, ama içine kocaman bir yürek katılmış, dokunaklı, düşündürücü ve de tek kelimeyle "değerli" bir yapıt... Eşcinsellik temalı filmlerle arası pek de iyi olmayan biri olarak, bu filmi başlangıçta tahmin etmediğim kadar çok sevdim. Bunda da hiç kuşkusuz senaryonun ve yönetmenin banalliğe zerrece prim vermeyen o içten tavrı rol oynadı. Film, bizi -"transeksüellerin dünyanın en iyi insanları olduğu" da dahil- bu tartışmalı alana dair hiç bir konuda ikna etmeye ya da tavlamaya çalışmıyor, yalnızca pek çoğumuza oldukça yabancı olan bu sıradışı dünyayı takdire şayan bir gerçekçilik duygusuyla gözlerimizin önüne sermekle yetiniyor. Bu açıdan, tam bir sinsilik ve bezirgânlık örneği olan, küresel ölçekte garantili bir ilgi (ve de gişe başarısı) için birbirinden kaba-saba iki-üç eşcinsel aktivite sahnesinin ardına sığınan "Brokeback Dağı"ndan fersah fersah ötelerde bir çalışma bu...
Huffman'ın Oscar'da hakkı yenmiş performansı
Sinemaseverlerin daha çok televizyon dizilerindeki performanslarıyla, özellikle de son dönemde -hayatını bol bol sıkılıp bunalımdan bunalıma sürüklenerek geçiren tatminsiz kadınlara- pek bir iyi gelen "Umutsuz Ev Kadınları"ndan tanıdıkları Felicity Huffman, ayakta alkışlanacak bir yetkinlikle canlandırdığı "Bree Osbourne" karakteriyle hiç kuşkusuz ki filmin en büyük kozu. Huffman'ın böylesine zor bir rolün üstesinden gelişi, onun sade suya tirit televizyon dizilerinde resmen yazık edildiğinin de bir kanıtı aslında. Bu rolüyle, geçen aylarda düzenlenen son Oscar kapışmasında aday olduğu -ancak "Walk the Line"daki Reese Whitherspoon'a kaptırdığı- "en iyi kadın oyuncu" ödülünü kesin olarak alması gerektiğini, görkemli oyunculuğunu izledikten sonra bir kez daha anladım. Âdeta gerçek bir transeksüel edasıyla konuşması, yürümesi, hele de hastane odasında terapistiyle arasında geçen konuşmalar ve bunun sonucundaki duygusal patlaması öyle kolay kolay unutulacak gibi değil... Huffman'ın dışında, "Rocky"nin kayınçosu olarak belleklerimize kazınan Burt Young, Hollywood filmlerindeki bilge kızılderili karakterlerin vazgeçilmez temsilcisi Graham Greene ve yine sayısız yardımcı rolden gözlerimizin âşina olduğu Elizabeth Peña'nın kısa kısa, ama hoş performansları filme küçük lezzetler katmış. İsmet Özel'ün ünlü şiiri, "İnsanlar / hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır" diye başlar. Transeksüellik, yani cinsiyetinden -cinsiyet değiştirme ameliyatı olmayı göze alacak kadar- soğumuş kişiler, belki gündelik hayatta özel ilgi alanımıza hiç girmiyor. Dahası, onları antipatik buluyoruz. Ama bu dünyada böyle de bir gerçek de var ve hepimiz bu gerçek üzerine fazlasıyla yüzeysel ya da fazlasıyla pornografik bir bilgi akışına maruz bırakılıyoruz. Oysa ki karşımızda hem tıbben hem de dinen akılcı cevaplar verilmesi gereken çok ciddi bir insanlık sorunu durmakta. Bunu halının altına doğru süpürdükçe de hiç bir yere varamıyoruz. İşte, yönetmen Tucker tam bunun aksini yapıyor. Terapist muayenehanelerinde, ameliyat masalarında kendisini arayıp duran bir garip âdemoğlunun öyküsünü halının altına süpürmeyip cesaretle gözümüzün önüne getiriyor. Bağırmadan, kendisi gibi düşünmeyenlere karşı saldırganlaşmadan ve de gerçeği -eşcinsellik lehine- deforme etmeden...
Çocuklar ve gençler için uygun değil, ama...
"Transamerica", öyle aileyle, çoluk çocukla ya da en kısasından bir çıplaklık/cinsellik sahnesinden bile rahatsız olan, bu konulara (haklı olarak) duyarlı eş ve dostlarla hafta sonu eğlenceliği niyetine izlenebilecek türden bir film değil. Ancak, öyle bir çırpıda çöpe atılacak türden değersiz bir film de değil. Çünkü 103 dakikalık öykü boyunca bu tür sahnelerin toplam süresi bir buçuk dakikayı geçmiyor bile. Ayrıca, Felicity Huffman'ın "Transeksüel Bree" rolündeki olağanüstü oyunculuğunu es geçmek de rafine sinemaseverler için gerçek bir kayıp olur. İşte, böylesi durumlarda "gerici bir sinema yazarı" olarak her seferinde ister istemez köşeye sıkışıyorum. Ama, şartlar ne denli zor olursa olsun, ne inancımdan ne de sinemaseverliğimden vazgeçmeye asla niyetim yok. Zaten bu sayfada da son altı aydan beri ikisinin arasında sağlam bir köprü kurmaya çalışmıyor muyuz? O hâlde tavsiyem, cinsiyet değiştirme operasyonları geçiren ya da geçirmek isteyen insanların yaşadıkları bireysel ve toplumsal trajediler, eşcinselliğin karmaşık doğası, batılı toplumlarda yozlaşan dinsel inanç, çöken aile bağları ve insanı -ruhu ne kadar kirlenirse kirlensin- asla terketmeyen kimi fıtrî güzellikleri anlatması açısından böylesine zarif ve anlamlı bir filmi ya bu konulara karşı daha esnek sinema partnerleriyle ya da -en iyisi- yalnız başınıza izlemeniz... Eh, tek başınıza olunca, bu tür sahneler geldiğinde gözünüzü kaparsınız, olur biter!
Başlangıçta, bu yeni düzende işler gayet yolunda gider. Ta ki uluslararası bir konferansa katılmak üzere yola çıkan ABD Başkanı'nın "Air Force One" uçağı, New York semâlarında bir kadın terorist tarafından ele geçirilip kentin tam orta yerine düşene kadar... Gökdelenlere çarpıp parçalanan uçağın gövdesinde, Başkan'ı bu tür kaza ya da saldırılara karşı koruyan tek kişilik bir kapsül vardır. O da çarpmadan hemen önce bu kapsülün içine girerek kentteki bir yerlere zorunlu "düşüş" yaşar. Kısa süre sonra da New York'un tekinsiz sakinleri tarafından tutsak edilir. Yönetim, ulusal güvenlik açısından son derece kötü sonuçlar doğurabilecek olan bu rehin alma olayı karşısında tamamen çaresiz kalmıştır. Üstelik Başkan'ın yanında devlet sırlarını içeren bir de "bant" bulunmaktadır. Ki bunun suçlularca ele geçirilmesi, Başkan'ın hayatından bile daha önemli görülmektedir. Hararetli tartışmaların ardından, cezaevinde bulunan azılı bir suçluya, "Yılan" lâkaplı Plissken'e başvurulur. Eski bir asker olan kahramanımız, aynı zamanda suç dünyası üzerine de oldukça deneyimli biri olarak New York sınırlarından içeri sızıp Başkan'ı ve kayıp bandı bulacak, onu sağ salim geri getirmeyi başardığı takdirde ise kendisine armağan olarak "özgürlüğü" verilecektir. Ancak bu kritik süreçte oyunbozanlık yapıp kaçmasını engellemek için de vücuduna küçük ama güçlü bir patlayıcı kapsül yerleştirilir. Verilen 48 saatlik sürede geri dönmediği takdirde, bu patlayıcı, operasyonu yöneten merkezden gönderilen bir sinyalle onu havaya uçuracaktır. Böylelikle "Yılan" New York cangılına dalarak, kısıtlı süresi içinde hem Başkan'ı hem de kendi hayatını kurtarmaya çalışacağı ölümcül bir mücadeleye girişir. 1980'li yılların en iyi fütüristik bilim-kurgularından biri olan bu filmin orijinal adı nedir? Sizlerden ayrıca filmin yönetmenini, en az üç başrol oyuncusunu ve de kurgucusunu bilmenizi isteyeceğiz. Toplam altı addan oluşan doğru cevapları (adları ve açık adresleriyle birlikte) 21 Haziran 2006 Çarşamba günü saat 23.00'e kadar sinebulmaca@yahoo.com elektronik posta adresine ileten okurlarımız arasından bilgisayarda rasgele tercihle seçilecek olan beş talihli, yönetmen Fred Zinnemann'ın 1973 yapımı klasik serüven filmi "Çakal"ın (The Day of the Jackal) birer DVD'sini kazanacaklardır. Hepinize iyi şanslar...
- Filmin Orijinal Adı: The Italian Job (1969)
Yarışmamıza bu hafta yurt çapında toplam 115 katılım gerçekleşti. Bunlardan 98 tanesi sorulan soruların cevaplarını eksiksiz olarak içermekteydi. Bu arada, her zaman olduğu gibi., yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılarımıza rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık.
- MUAMMER KAYA / BURSA
Talihlilerimizin armağan DVD'leri ("Münich" / Münih / 2005 / Yönetmen: Steven Spielberg) adreslerine taahhütlü postayla adreslerine gönderilmiştir. Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "sinema tarihini araştırmak ve öğrenmek!"
SİNEMASEVER OKURLARIMIZA ÖNEMLİ NOT: Warner Bros-Türkiye A.Ş. yetkilileri, gazetemizin sinema editörünü medya mensupları için düzenledikleri hiç bir ön gösterime davet etmediklerinden dolayı, sayfamızda, ithalatı ve ülke içi dağıtımı bu şirket tarafından gerçekleştirilen yeni filmlerin ayrıntılı değerlendirmesi yapılmamakta, söz konusu şirkete ait filmler yalnızca aşağıdaki sütunlarda "genel yıldızlama tablosu" içinde yer almaktadırlar. İthalatı başka şirketlerce yapılıp yalnızca ülke içi dağıtımı Warner Bros-Türkiye tarafından üstlenilen filmler ise bu kapsamın dışındadır. Bu konuda özenli davranarak, tarafımıza düzenli biçimde ön gösterim davetiyeleri gönderen bütün ithalatçı ve dağıtıcı şirketlere teşekkür ederiz.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |