T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
O K U R   S Ö Z C Ü S Ü 31 AĞUSTOS 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Yusuf Ziya CÖMERT

YÖK'te kabiliyet var ama yanlış yerde kullanıyor

Meslek liselilerin ve İmam-Hatiplilerin üniversiteye girmemesi için geliştirdiği karmaşık sınav ve tercih sistemlerini gözden geçirince, 'memleketin çocuklarını engellemeye harcadığı enerjiyi bilim için harcasa iş yapar bu YÖK' dedim.

Gerçekten, heyecan verici. Bir arkadaşınızla birlikte ÖSS'ye giriyorsunuz. Arkadaşınızdan daha fazla soru çözüyorsunuz. Diyelim soru şöyle olsun: Güneş sisteminde güneşe en uzak gezegenin adı nedir? Siz biliyorsunuz. Arkadaşınız da biliyor. İkiniz de 'Pluton' diyorsunuz.

Arkadaşınızın işaretlediği 'Pluton'u gören bilgisayar, gülümsüyor ve arkadaşınıza (varsayalım) 1,5 puan veriyor. (Bilgisayar gülümsemez demeyin, YÖK bunu başarıyor. Aynı bilgisayar, sizin işaretlediğiniz 'Pluton'u görünce surat asıyor. Sizin 'Pluton'unuza, 1,5 değil de, (yine varsayalım) 1 puan veriyor. (Sanki sizin Pluton'unuz Çin malı!)

Bu, YÖK'ün puanları hesaplayan bilgisayara işlettiği günahların en masumu. Daha neler neler.

Bilmiyorum öyle yarışma var mıdır ama, YÖK, uyguladığı sistemi yarışmaya soksa, bir uluslararası başarı elde edebilir.

Bütün bunlar, YÖK'ün, istese iyi işler de yapabileceğini gösteriyor. Bu kadar karmaşık formülasyonu üretmeyi başaran bir kurum, enerjisini doğru yönde harcasa, dünya üniversiteleri arasında hiç olmazsa ilk 1000'e girebilir. Ama harcamıyor. Tek bir konuya şartlanmış, başka alanlara konsantre olamıyor.

Geçen hafta gündeme gelen 'Din öğretmenliği' reformu da, benzer bir şartlanmışlığın sonucu. Mantık şu: Din öğretmeni dini ne kadar az bilirse, o kadar iyi. Bir çok okurumuz, bu konulardaki toplumun bilgilendirilmesini istiyor ve yayınlarımız için teşekkür ediyor. Daha önce de eleştirilerine yer verdiğim N. Bağçeci'nin mektubu ise biraz farklı.

Geçen hafta bir fakülte dekanının, internette tanıştığı ve hiç görmediği bir kadına 135 bin YTL vermesi Yeni Şafak'ta manşet olmuştu. N. Bağçeci, bu haberle ilgili olarak şunları yazmış: "ÖSS sonuçlarının açıklandığı, eşi benzeri görülmemiş katsayıdan kaynaklanan engelleme ve adaletsizliğin, her yıl yeni numarlarla kafa karıştırılarak kamufle edilmeye çalışıldığı, din eğitimi bölümlerinin konum ve müfredatında din cahili öğretmenler yetiştirmeyle sonuçlanacak ciddi değişikliklerin yapıldığı bir ortamda, sözü edilen konuları manşete taşımanız gerekirken, internet mağduru profesörü manşete taşımanız hiç de uygun kaçmıyor."

Dekanla ilgili haber, 'hikayesi' olan bir haberdi. Bir 'haber' olarak, bütün unsurları taşıyordu. Sosyal yönü de vardı. Bu ülkenin evlatlarının eğitim alanında ya da başka alanlarda maruz kaldığı mağduriyetleri her zaman dile getiren bir gazete olarak, Yeni Şafak, o gün, öyle bir tercihte bulundu. Dikkat edilirse, YÖK'le ilgili haberler, başka zamanlarda olduğu gibi, geçen hafta da Yeni Şafak'ta geniş bir şekilde verildi. Yani, Bağçeci'nin işaret ettiği konularda bir noksanlık sözkonusu değil. Yeni Şafak'ın pazar günkü manşeti de bunun bir göstergesi.


Kandile kandil demek yanlış mı?

Bilindiği gibi, bugünlerde, 'Kameri' takvime göre 'Receb' ayındayız. İnsanlarımız, Receb'le başlayıp Şaban'la devam eden ve Ramazan'la sona eren ve ilk ikisinin fazileti hakkında bir çok hadis varid olan, sonuncusu ise Kur'an-ı Kerim'de 'Kur'an'ın nazil olduğu ay' olarak anılan bu ayları 'üçaylar' olarak adlandırır. Birçok Müslüman, bu aylarda oruç tutar, ibadetlerine daha çok dikkat eder.

Yine bu aylarda, ilkini geçenlerde idrak ettiğimiz rahmetin, bereketin daha çok umulduğu kutlu geceler vardır. Bu geceleri, bir çok kimse 'kandil' diye adlandırır. Bu, toplumumuzda yerleşmiş bir adlandırmadır. Hiç kimse, 'kandil' lafını, bu geceleri küçümsemek için söylemez.

Erhan Gürsu adlı okurumuz, mektubunda, "Mübarek zamanlardayız. İslami hassasiyetlerimizin dorukta olduğu anlar bunlar" diyor ve ekliyor: "Mübarek geceleri 'kandil' olarak niteleyen gayri İslami anlayış o kadar topluma sinmiş ki, sizler bile normal karşılıyorsunuz."

Düşündüm. Ben bu gecelerden sözederken, "Berat Gecesi", "Mirac Gecesi" diye söz etmeyi tercih ediyorum. Hafızamı yokladım ve farkettim ki "Bugün Regaib Kandili" dediğim de oluyor. Gecenin, kimileri için ürkütücü, kimileri için romantik çağrışımları olabilir. Sonuçta, gece, seviliyorsa da sevilmiyorsa da, karanlık sebebiyledir. Yani gece karanlıktır.

Toplumumuz, geceler içinde bazı güzel gecelerin, ruhu, kalbi aydınlattığını düşünmüş olmalı ki, bu gecelere 'kandil' demeyi uygun görmüş. Bu bakış açısının, Müslümanlıkla çelişen bir tarafı olduğunu zannetmiyorum. İnsanların kandili vesile ederek birbirlerinin hallerini hatırlarını sormasını, birbirlerine 'Kandilin mübarek olsun' demesini de güzel buluyorum. Değerli okurumuz Ehan Gürsu'ya, 'kandil' adlandırmasının gayrı İslamiliği konusunda yeniden düşünmesini tavsiye ediyorum.


Çocuklara 'yerli' şiddet oyunu öneremeyiz

26 Temmuz tarihli Bilişim sayfamızda, arkadaşımız Melih Bayram Dede'nin hazırladığı "Komando yüzbaşı görevde" başlıklı bir haber var. Bilirsiniz, bilgisayarlarda, internette, sayısız savaş oyunları var. Çocukların çok ilgi gösterdiği bu oyunların önemli bir kısmında, 'terörist Müslüman' imajı kullanılıyor. Bu oyunları oynayan çocuklar, 'sanal' ortamda da olsa, 'müslüman terörist' öldürerek puan kazanıyorlar. Melih, bu genel durumdan rahatsız olduğu için, oyunu oynayan çocuğun 'Türk askeri' olarak 'düşman öldürüp' puan kazanabileceği oyunu 'pozitif' bir yaklaşımla sunmuş.

Ankara'dan yazan okurumuz Gülseren Adaklı, Melih Bayram Dede'nin ilk bakışta göremediği bir inceliği yakalamış. "Bugün dünyada ABD ve İsrail'in Filistinliler'e ve Lübnan halkına utanmazca, son derece vahşi yöntemlerle saldırdığı ... bir dönemeçte çocuklara yönelik bir savaş oyuncağının" gazetemizde yer almasını 'ürkütücü' bulduğunu yazıyor. Kendisi de bir iletişimci olan Dr. Gülseren Hanım'ın uyarısını, bu tür haberlerde mutlaka dikkate alınması gereken kaydadeğer bir uyarı olarak görüyorum. Kimi zaman, olayların bir yönüne (buradaki örnekte, oyunda Amerikalı rolüne girip Müslüman öldürme çelişkisine) yoğunlaşan arkadaşlarımız, başka bir inceliği dikkatten kaçırabiliyorlar. Gayretli ve dikkatli bir editör olarak tanıdığım Melih Bayram Dede'nin, bu uyarılardan yararlanacağından kuşkum yok. Gülseren Hanım'a teşekkür ediyorum.


Üç ülke bütün dünyaya karşı

Yusuf Ziya Bey, Cumartesi günü manşette verilen "Ateşkes isteyen ülkeler, istemeyen ülkeler" spotlu haberde yer alan bayraklardaki orantısızlık beni rahatsız etti. Zira, ABD, Britanya ve İsrail bayrakları diğer ülke bayraklarının 12 (ONİKİ) misli büyüklükte verilmişti. Kasıtlı olduğunu sanmıyorum, ama rahatsız oldum. Yani, bu üç ülke 36 ülkeye denk, nerdeyse tüm dünyaya kafa tutabilecek bir etkiye sahip. Öyle mi? Bayrakların bu şekilde yayınlanması bence bu gizli mesajı vermektedir. Halbuki, gazete içinde yer alan İngiliz basınında yer şeklinde bu üç ülke bayrakları diğerleriyle aynı ebatta verilmiş. Haksız mıyım? Saygılarımla.

- Okurlarımızın dikkati, bizi ancak memnun eder. İçerideki resim, çarpıklığı daha güzel anlatıyor. Ancak, 1. sayfada, habere ayrılan alanda görülebilir şekilde verilmesi teknik olarak zor. Bir başka açıdan şöyle de düşünebiliriz: O üç ülke, diğer ülkelere ve bütün dünyaya karşı, Lübnan'a yönelik saldırıların durdurulmasına engel oluyorlar. Dünya sayfamızdaki ve 1. sayfamızdaki resimler, çelişkiyi iki ayrı yönüyle vermiş oluyor.

  • Cemil Saçar


    Mürekkep sorunu

    Güzel bir mektup, Betül Karal'ın mektubu. Yeni Şafak'tan iki şikayeti var ve şikayetlerini hoş bir lisanla ifade etmiş. "Fehmi Koru'yu okumak için gazeteyi sıkıca kavradığında" ellerinde mürekkep izi kaldığını ve gazetenin 'boyutunun' uzun otobüs yolculuklarında sayfaları çevirmeye elverişli olmadığını söylüyor. "Tek çıkar yol sayfaları yırtıp kademeli olarak katlamak ki inanın bu, her gün 'kim yırttı bu gazeteyi?' diyen babamın hiç hoşuna gitmiyor" diye sürdürüyor mektubunu.

    Bu şikayet, daha yaygındı. Matbaalarımızı değiştirdikten sonra azaldı. Tamamen önlenmesi mümkün değil, ama daha iyi olabilir. Baskıda kullanılan boyadan kaynaklanıyor. Baskıda daha kaliteli boya kullanılmasını gündeme getireceğim.

    Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi