T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
D Ü Ş Ü N C E G Ü N D E M İ | 5 AĞUSTOS 2006 CUMARTESİ | ||
|
Ey dünyanın sivil barışçı halkları, yürüyün İsrail'e doğru silahsız yalınayak. Gücü yeter mi İsrail'in hepimizi öldürmeye? Kudüs! Ey yetim Kudüs! Bekle! Selehaddin, Sultan Baybars, Osmanlı, yoldadır. Nurla, bilgiyle, gelecekler fırtınanın içinden.
Bizi öldürenlerin bunu yapma sebebi Yahudi ya da Hıristiyan olmaları değil, ancak bizim öldürülüyor olma sebebimiz Müslüman olmamızdır. Çünkü yaşıyor olmamızın sebebi Müslüman olmamız değil, yalnızca bir tür canlı olmamızdır. Geçmişle ilgili bilgisi, gelecek için hayali olabilen tek canlı insandır. Bizim geçmişle ilgili bilgimiz belirsizleşmiş, gelecek hayalimiz karışmıştır. Farklı atomik malzemeden oluşmuş, farklı işlevleri icra eden ancak biyolojik bütünlükle organik bir ahenk içinde olan canlılığa organizma dendiğine göre, biyolojik bütünlüğünü kaybetmiş vücutta organik bütünlük devam edemediği gibi, insanın sosyal varlıklarında da organizmada ahengi sağlayan biyolojik bütünlük yerine koyabileceğimiz gerçeklik, geçmişin bilgisi üzerine inşa edilmiş şimdinin bir bütün olarak hissedilmesi ve gelecek ülküsüdür. Ortak ülküleri olmayan toplumların birlikte hareket etmeleri ancak kısa süreli alış verişler düzeyinde olabilir. Ortak ülkülerimiz de en saf haliyle çocuklarımıza anlattığımız masalların içindedir. Çocuklarımızı dinlediğimizde, kim? Ve onları kabuslarındaki kötü adamlardan nur yüzlü amcalar, teyzeler yerine bereli-miğferli deniz piyadeleri kurtarıyormuş. Çünkü önce biz kaybettik tarihimizi, onun içindeki "ben'imiz" olan inançlarımızı. Tereddütler başladı, afalladık. Tabiat boşluk kabul etmediği için doldurdu ana sütümüzün yanında emzirilmesi gereken, sosyal ve siyasal varlığımızın temel gıdası, ninnile-rimizin, masallarımızın yerini, hızlı akan reklam filmleri, çizgi filmler, soysuz şuh cinsellikten ibaret görüntü ve ses kirliliği klipler ve iyi kalpli(!) Amerikalı Amcalar'ın kötülere (!) karşı amansız mücadeleleri. Boylar, kabileler, kavimler düzeyinde ilkel kan bağından başka sosyal varlıklar, ve zordan başka bir yolla siyasal birlik oluşturamazken, İslam atalarımızı bir "millet" haline getirecek ruhu ve ülküyü üfledi. "...siz insanlar içinden seçilmiş bir ümmetsiniz (millet) insanlığa şahit..." , "...fitne kalkıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar baskıcı zalim otoritelerle savaşın..." Bu ülkü farklı birçok klan, kabile ve kavmi bir millet haline getirecek ortak ülküydü. Onlarca farklı dil, yüzlerce lehçe, binlerce ağızda ayrı ayrı söyleniyor ancak aynı şey kastediliyordu. Silm (barış) ve adalet, bu iki olgu öylesine bir aşk yaratmıştı ki atalarımızın gönlünde, hangi dinden olursa olsun mazluma merhamet pınarı, hangi dinden olusa olsun zalime kâbus oldular. Bu yüzdendir ki, Müslümanların yanında başka dinden olan insanlarda savaşacak yüksek gerekçeler bulabiliyor ve Müslümanlarla dinen olmasa bile siyasi birliğe giriyorlardı. Barış ve adalet için birlik ve yer yüzünde barış ve adalet için savaşı temel gaye edinme gibi yüksek bir ülkü için yola çıkan atalarımızın oluşturduğu millet, insanlığın bu güne kadar ulaştığı en yüksek medeniyet seviyesinden, Fransız tekmeleri ile (Mısır, Trablusgarp) seken ayaklarımız, ardından Ruslar'a kaptırdığımız belimiz (Balkanlar) İngiliz yumrukları ile sarsılan beynimizin vücudumuzun kontrolünü kaybetmesiyle ringe burnumuzun üstüne çakıldık. (Oryantalizm ve l. Sömürge Savaşı) Bu yumrukları hep kafadan almaya devam ettiğimiz içinde sersemliğimiz devam ediyor. Gerisin geriye döndük. Bin yıl kadar geriye, klanlarımızı araştırmaya ve kan bağıyla oluşturabileceğimiz en yüksek birlik olan kavim birliklerimizi oluşturma temelinde kendimizi ifade ediyorduk artık. Nutuklar attık, şiirler söyledik. Gak guk, ...sal sel... gönendik utkularımızla, orunlar belitledik. Ne biz bildik ne de başkaları. Sonunda başarmıştık aydınların bile anlayamayacağı bir dil oluşturmayı. Şimdi bilgi teknolojisinde Türkçe'ye (!) çevrilmiş bir kelimenin ne demeye geldiğini anlamak için İngilizce sözlüğe bakıyoruz. Bilim ve ekonomi de öyle. Sokaklarda çocuklarımız. Sesleri üç elif miktarı uzatarak, birazda gevreterek gelcem, vaaalahi, Amerikan ağzı bir Türkçe konuşuyorlar. Bering Boğazı'ndan Amerikaya gidelim derken bir de baktık ki adamlar gemilere doluşmuşlar bizi zahmetten kurtarıp gelmişler. Gelirken de bolca havai fişek atan uçaklar getirmişler. Bizim bahçede gösteri yapıyorlar... Millettik, kavim olduk(ırk), bahçemizdeki yılanın başını ezemeyecek kadar acze düştük. Osmanlı'nın tasfiyesiyle biz dört şey kaybederken ecnebi dört şey kazandı: 1- İslam birliği parçalandı, 2- Doğal kaynaklarımızın en değerlisi olan petrol ellerine geçti. 3- Doğal modernleşme terakkimiz kesildi, cebri modernleşme süreci başladı. 4- Kalbimize en yakın coğrafyamızı kaybettik, İsrail kuruldu. Kalkın ayağa ey vicdan sahipleri; Adaleti, Davud'u düzelten Süleyman gibi, "şafak vakti atlarının nalından kıvılcım saçanlar" gibi, ana kucağının sıcaklığını ya da yarin göz aydınlatan kokusu gibi, bebeğin ilk çığlığına kulak kesilir gibi kalkın. Ey dünyanın en zeki ve vicdanı açık Hacker'leri, çökertin İsrail'in iletişim kanallarını. Ey körfez ülkelerinin dolar mil-yonerleri, çevirin birkaç trilyonluk dolarınızı başka paralara. Ey dünyanın sivil barışçı halkları, yürüyün İsrail'e doğru silahsız yalınayak. Gücü yeter mi İsrail'in hepimizi öldürmeye? Eğer yetiyorsa gücü dünyanın bütün namuslu insanlarını öldürmeye İsrail'in, artık izzet ile çekilme vakti gelmiştir dünyadan.Ey ülkemin yürekli insanları atalarımızın yadigarı, Filistin'i, Lübnan'ı yetim mi bırakacağız. Kudüs! Ey yetim Kudüs! Bekle! Selahaddin, Sultan Baybars, Osmanlı, yoldadır. Nurla, bilgiyle, gelecekler fırtınanın içinden. Ey bölgenin kukla yöneticileri! İplerinizi, kesin. Sizin için Allah'ın affının son vesilesi budur belki de. Osmanlı'nın tasfiyesiyle biz kaybederken Batı dört şey kazandı:
Batı kendi putunu yiyor
Kapitalizmin özünde uzlaşma değil çatışmaya kadar uzanan rekabet vardır. Bu nedenledir ki kapitalizm ile savaş arasında adeta biri diğerini çağrıştıran bir özdeşlik bulunmaktadır. Savaş emperyalist ülkelerin birbirlerine karşı giriştiği bir arenaya dönüşmüşse adına "dünya savaşı" denir. Yok, kendileri ile diğerleri arasında oluyorsa bu durumda savaş başına değer içeren bir takı eklenmek suretiyle ismlendirilir. Dün riyakârca eklenen takı medenileştirme iken bugün işlenen cinayetlere verilen isim demokrasi ve insan hakları adınadır. En moda deyimiyle terörizm ile savaştır. Birinci Dünya Savaşı'nın sebebi emperyalistler arasındaki dünya kaynaklarını paylaşım mücadelesiydi. Savaşla eninde sonunda ulaşılmak istenen hedefse Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkmaktı. Zira o topraklar altında yatan petrol uğruna pek çok şeyi göze alacak kadar hayatiydi batı için. Bu nedenledir ki Osmanlı yıkılmalı, İslam coğrafyası parçalanmalı, çizilecek sınırlarla kurulan devletler vasıtasıyla rakip bir medeniyet kontrol altına alınmalıydı. Böylece Batı Müslümanların elinden petrollerini aldı ve karşılığında onlara değerlerini verdi. Sanki o toplumlar yüzyıllar boyunca insanlığa mesaj iletecek değerlerden yoksun yaşamış gibi. Cetvelle çizilen sınırların korunması için ehemmiyetine dair efsaneler uyduruldu. Sınırların iki yakasında yaşayan Müslümanlar için güvenlik sorunu o ülkelerin oligarşileri kanalıyla toplumlara empoze edildi. Böylece Batı, halkı Müslüman olan ülkeleri birbirlerinden kuşkulanır hale getirdi. Onlara hep silah sattı. Peki ya Batı dışı bir ülke Batı'yı tehdit edebilecek silah üretme imkanına sahip olma yolunda cehd gösterecek olursa olacak olan neydi? Terörist ilan edilmek. Tıpkı İran'ın başına geldiği gibi. Müslümanların uzunca bir süre çalınan sadece maddi zenginlikleri değildi. Daha önemlisi kendilerine olan güvenleri de çalınmıştı. Tarihine, medeniyetine dolayısıyla kendilerine olan inançlarını yitiren topluluklar, mamul malları tükettikleri gibi Batı'nın değerlerini de tüketiyorlardı. Üstelik büyük bir taklit iştihası içerisinde Ama artık kabul etmek gerekir ki durum değişti. Emperyalizm bu coğrafyada dünkü çizdiği sınırların artık köhnediği kanısında. Bunu da hiç saklama ihtiyacı hissetmeden açıkça deklare ediyor. Büyük Ortadoğu Projesi... Bir Amerikan askeri dergisinde Türkiye'nin de parçalandığı yeni bir İslam Coğrafyası haritası yayınlanırken, Amerikan Dışişleri Bakanı Rice Kudüs'te İsrail Başbakanı Olmert ile görüşmesinden kısa bir süre önce dünyaya şu mesajı vermekte hiçbir beis görmedi: "Yeni bir Ortadoğu zamanı geldi. Yeni bir Ortadoğu istemeyenlere bunun üstesinden geleceğimizi söylemenin zamanı gelmiştir" Üst perdeden söylenen bu cümleler göstermektedir ki bölgemizde artık hiçbir sınırın ve hiçbir devletin güvencesi kalmamıştır. En azından Batı için anlamını ve geçerliliğini çoktan yitirmiştir. DEMOKRASİ VE ÇIKAR ÖRTÜŞMESİ
Batı Osmanlı sonrası dün çizdiği sınırları bugün değiştirmek isterken coğrafyayı daha da parçalamayı ve toplumlar arasında kavim ve mezhep temelli kalıcı düşmanlıklar oluşturmayı kendi geleceği açısından elzem görmektedir. İsrail'in Filistin ve Lübnan'da giriştiği katliamların başka bir izahı yoktur. Batı sadece dünkü sınırlarla değil,bize dayattığı değerlerle de sorunludur. Halkın oyları ile gelen iktidarların Batı'nın çıkarlarına uygun düşmemesi halinde içeride ki işbirlikçi güçlerle, olmuyorsa dışarıdan müdahaleler yolu denenmek suretiyle devrilmeye çalışıldığı artık kaziye-i muhkeme haline gelmiş olan bir husustur. Batı demokrasi ile çıkarları örtüştüğü oranda barışıktır. Kimyasal silah kullanan İsrail'e dur denmemesi, Amerikan'ın oluşturduğu hapishanelerde uygulanan sistemli işkencelerin hiçbir ciddi tepki almaması ,insan hakları söyleminin de ideolojik bir kılıftan öteye gitmediğini göstermektedir. Artık 11 eylül atmosferinde teneffüs edilen havada insanlık özgürlüğü hiçte ciğerlerine çekememektedir. KAPİTALİZMİN YAPISAL KRİZİ
Gelişmeler Wallerstein'e sorulacak olsa sanırım o dikkatlerimizi yine kapitalist dünya sistemin yaşadığı yapısal krize çekecektir. Zira düşünüre göre kapitalist sistem iç çelişkileri nedeniyle çökmekte ve yerini yeni bir tarihsel sisteme bırakmaktadır. Ancak bu sistem bugünkünden daha mı iyi olacak yoksa daha mı kötü olacak belli değildir. Bunu gelecek için verilecek mücadeleler belirleyecektir. Bugün bir geçiş dönemidir ve O'na göre kimsenin bir kenarda oturma lüksü yoktur. Ben düşünürün söylediklerinden kendi adıma şöyle pay çıkarıyorum. Varsın Batı kendi putlarını kemali afiyetle yesin. Bizlere düşen takati kalmamış ideolojik temelleri tamamen çökmüş mevcuda hapsolmak değil geleceğin inşasında tekrar özne olabilmenin yollarını aramak olmalıdır.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Kültür |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |