T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 28 TEMMUZ 2006 CUMA | ||
Kaleminin ayarının olmamasıyla tanınan birinden, bu hafta "Aydın havası" türünden kısa ve parçalı bir yazı okuyacak olan okurlar belki bir miktar şaşıracaklardır. Ancak, bu defa böyle; bazı konulara açıklık getirmek ve kimi yazılarımın yol açtığı yankılara ilişkin spot bilgiler vermekle yetineceğim. İlk mesajım, "kısa film" sevdasına bulaşan ya da şu sıralarda bulaşmaya niyetlenen okurlarıma... Bu konuda aylardır yürütmekte olduğumuz mücadeleler ilk meyvelerini vermeye başladı ve ülkemizin iki güzide kurumu -ısrarlı teşvik ve kışkırtmalarım karşısında pes ederek- iki ayrı "kısa film yarışması" düzenleme kararı aldılar. Geçen yıl, aralarında bendenizin de bulunduğu bir jüri eşliğinde uluslararası boyutta bir kısa film yarışması gerçekleştiren Mazlumder yetkilileri, genelde kültür-sanat içerikli etkinliklerini yalnızca birer defa düzenlemekle yetinirken, "kısa film"in amaca doğrudan hizmet eden renkli dünyasını sevdiler ve ilk kez bir yarışmayı gelenekselleştirme kararı aldılar. Dernek yönetimi, organizasyon şeması ve ödüllendirme düzeni tarafımdan biçimlendirilen bu yarışmayı önümüzdeki haftadan itibaren basın bültenleriyle bütün Türkiye'ye ve dünyaya duyuracak. Konusu en genel çerçevesiyle "insan hakları" olan bu önemli etkinliğe ilişkin ayrıntılı bilgiyi gelecek hafta sinema sayfamızda ve internet sitemizde bulabilirsiniz. "Kısa film"in ülkemizde yepyeni bir sinemacı kuşağının yetişmesi alanındaki stratejik önemini kavrayan bir diğer kurum da Hilâl TV oldu. Millî ve manevî değerlere saygılı, kaliteli yayıncılığıyla kısa sürede büyük bir ivme kazanan bu kanalın genel müdürü Adnan İnanç iki ay kadar önce arayıp, "Madem ki siz aylardır 'kısa filme sahip çıkmalıyız' şeklinde samimi bir çağrı yapıp duruyorsunuz. O halde bizler de ulusal bir kanal olarak elimizi taşın altına sokup, bu konuda üzerimize düşeni yapmaya hazırız" mesajını vermişti. Aradan geçen zamanda onlar için de benzer türden bir organizasyon şeması ve yarışma yönetmeliği hazırladım. Şu sıralarda Hilâl TV'nin ilgili birimleri de ulusal boyutta katılımlara açık, konu sınırlaması bulunmayan diğer bir yarışmanın duyurusunu kamuoyuna yapmak üzereler... Görüldüğü gibi, çorak bir tarlaya emek vermeden, toprağını sevgiyle sürüp sık sık sulamadan, o tarlada sırf mucizeyle hiç bir ot bitmiyor. Biz de bu işi gönülden benimsedik, köşemizi ardarda bir kaç kez bu konuya tahsis ettik ve sonunda da hasadımızı yapmaya başladık. Bu iki yarışma ilan edildikten ve onlara da yurdun (hattâ dünyanın) dört bir köşesinden düzinelerce kısa filmci başvurduktan sonra, benden daha mutlu bir insan olmayacak bu âlemde... Son olarak, her iki yarışmanın jürisinde de son derece seçkin isimleri biraraya getirdiğimizi özellikle bilmenizi istiyorum. Konuyla ilgili diğer gelişmeleri ise önümüzdeki hafta ve sonrasında sık sık aktarmaya devam edeceğim. Ülkemizin kısa film etkinlikleri takviminde tez zamanda yerini alacak olan bu iki yeni yarışmanın, bir süredir şiddetle özlemini çektiğimiz "Yeni Dalga"yı doğurup Türkiye kıyılarına vurmasını diliyorum.
"Kısa film" alanında kazandığımız bu gibi keyif veren zaferlerin yanısıra, geçen haftaki yazımız da sinema sektöründe ciddi bir dalgalanmaya yol açtı. Öncelikle, kendilerinin telif hakları konusundaki haklı isyanına destek verdiğim için Özen Film'den ve onun değerli basın sözcüsü Nizam Eren'den gazetem adına dostane bir teşekkür mesajı aldım. Nizam Bey, "Yazınız olumlu sonuçlarını şimdiden göstermeye başladı" diyordu mesajında, "İrili ufaklı bir çok belediye, filmlerimizi yasal bir düzlemde oynatabilmek için şirketimize sözleşme teklifleriyle geliyor artık..." Yerel yönetimlerin kültür-sanatla ilgili birimlerindeki dostlarımızı harekete geçiren bu yazı, özellikle "Babam ve Oğlum" adlı son yapımıyla en fazla hak ihlâline maruz kalan şirket konumundaki Avşar Film'de de yankısını buldu. Bu şirketin basın sözcüsü, aynı zamanda da çok değerli bir sinema yazarı olan sevgili Sadi Çilingir ağabeyimiz, Avşar'a ait filmlerin yasal yöntemlerle nasıl kiralanabileceğine dair ayrıntılı bir açıklama gönderdi. Ayrıca bizim yazımızı da daha geniş kitlelerle paylaşabilmek için sinema editörleri camiâsının temel başvuru adreslerinden biri konumundaki www.sadibey.com adlı kişisel sitesinde yayımladı. Bu yazının üçüncü önemli yankısını da Türkiye'de film ithalatı ve gösterimi işinin önde gelen markalarından Warner Bros'tan aldım. Anılan şirketin genel müdürü Haluk Kaplanoğlu, özel gösterim amaçlı film kiralamalarına hangi çerçeve içinde yaklaştıklarını aktaran bir açıklamayla katıldı bu muğlak konuyu aydınlatma kervanına... Sözü ettiğim mesajların tümünü güzelce harmanlayıp gelecek hafta internet sitemizde yerel yönetimler ve bu türden kültürel organizasyonları yürüten aracı şirketler için kılavuz oluşturacak bir yazı yayımlayacağım. Umuyorum, sitemizde sürekli duracak olan bu yazının da yardımlarıyla sektörde en kısa sürede "telif barışı" sağlanır ve bir daha da kimse kimsenin filmini bedelini ödemeden kamuya göstermez.
Geçen haftaki sinema sayfamızda bugün yayınlayacağımızı duyurduğum "İsmail Güneş söyleşisi"ni ne yazık ki vaad ettiğim yayın tarihine yetiştirmeyi başaramadım. Çünkü, karşılıklı görüşme faslı bile iki gün süren, içeriğindeki kimi bölümlerle Türk sinema tarihi içinde özel bir döneme damgasını vuracak nitelikteki bu kapsamlı söyleşiyi lâyıkıyla derleyip toplamak öyle göründüğü kadar kolay olmadı. Metnin deşifre çalışmalarına aralıksız devam edip, Güneş'in ilginç açıklamalarını önümüzdeki günlerde gazetemizin uygun bir sayfasında görüşlerinize sunmaya çalışacağım.
Hem sinema sektöründe hem de siyasî çevrelerde epeyce yoğun tartışmalara (ve sonradan da bazı hayırlara) vesile olan "İktidar Olup Muktedir Olamamak" başlıklı iki bölümlük yazımın 7 Temmuz 2006 tarihinde yayımlanan ikinci bölümünde, hiç istemeden de olsa bir "kul hakkı" ihlâli yaptığımı öğrendim. Bu konuda beni uyaran da gazetemizin saygın yazarlarından Dr. Yusuf Kaplan oldu. Kaplan, ilgili yazıda adı geçen senarist-yönetmen Semih Kaptanoğlu'nun yazımda çerçevesi çizilen "siyasal güruh" ile ne kişilik, ne de bakanlık desteğine aday olan senaryosunun içeriği itibarıyla hiç bir ortak bir yönü bulunmadığını söylediğinde içim ezildi. Çünkü yurtsever insanları bilmeden de olsa haksız yere üzmekten Allah'a sığınırım. Sonradan Kaptanoğlu'nun sinopsisini daha ayrıntılı biçimde incelediğimde gördüm ki Yusuf ağabey haklıymış. O yazılarımdaki eleştirileri sonuna kadar hak eden belli başlı bazı Yeşilçam baron ve baroneslerinin arasına bütünüyle bir kalem yanlışlığı sonucunda giren sevgili Kaptanoğlu, bu maddî hata nedeniyle sakın ola şahsıma alınmasın. Bizler, bu güzel ülkenin kültür-sanat alanında kalkınması için çalışan bütün gönül dostlarımızı ölesiye sever ve sayarız. Velev ki siyasal görüşlerimiz bire bir örtüşmese de! Türkiye'nin aydınlık yarınları için çalışıyorsak hepimiz kardeşiz demektir. Yürekleri örümcek ağı bağlamış olan "karşıdakiler"den en temel farkımız da bu bakış açısı aslında...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |