Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Bir sürü doğru, bir tek doğru etmiyor!
Ne güzel tatlı tatlı tartışıyorduk oysa... Mustafa Alp Dağıstanlı dostumuz, tabiri amiyane ile, yan çizdi... Daha doğrusu, "Niçin editoryal meseleleri köşe yazarları üzerinden tartışıyoruz ki?" sorusuna cevap vermeyerek, vermemeyi tercih ederek, bence verimli olabilecek bir tartışmanın önünü kesti. Hemen hatırlatayım; Dağıstanlı medyatava.net'te yazıyor. Bunu hatırlatmayı görev biliyorum, çünkü siteci arkadaşlar alınganlık gösteriyor. Dağıstanlı'nın, ilk tartışmamıza mihver teşkil eden en önemli saptaması şuydu: "Köşe yazarları keyiflerine göre takılıyor." Sonra da, "haberden kaçış"ın sorumluluğunu köşe yazarlarına, gazetelerdeki köşe yazarı bolluğuna yükleyen bir sürü mutfak bilgisi sıralıyordu. Bana göre, haberden kaçışın nedeni, gazetecilerin "otorite"yle kurdukları ilişkide gizliydi ve her iki yazımda da bunu belirtmiş, başka önemli bir tartışmanın konusu olabilecek bu meseleyi tafsilatlandırmamıştım. Dağıstanlı, bana cevap olarak tasarladığını düşünmediğim son yazısında bu konuyu tartışıyor, kendi deneyimlerini ve gözlemlerini aktararak önemli tespitlerde bulunuyor. Bir sürü "doğru" sıralıyor yine. Bu bir sürü doğrunun bir tek doğru olarak işimize yaraması için, belki de "otorite"den ne anlamamız gerektiğini açması gerekirdi. Kimdir otorite? Siyasal iktidardan mı sözediyoruz? Bürokratik baskı gruplarından mı? Kısaca "derin devlet" tabir edilen o namütenahi iradeden mi? Askeri otorite mi bu? Karizmatik otorite mi? Mesela, "genel otorite-medya ilişkisini besleyen küçük, yaygın, kişisel ilişkiler" nelerdir? Ne tür bir ilişkidir bu? İşin bir de teorik/epistemolojik boyutu var tabii... Tartışmamızın konusu değil ama, aktarayım yine de: Teorik olarak otorite, aynı zamanda "kabul edilmiş", "biat edilmiş", daha doğrusu "meşru" karşılıklarını içeriyor. Kabul edilmiş iktidar, sınanmış iktidar anlamında. Bkz. Weber'in muhtelif metinleri... Dağıstanlı, herhalde, "genel otorite"den YÖK Başkanı Erdoğan Teziç'in "devlet iktidarı" diye tavsif ettiği bürokratik-oligarşik yapılanmayı (yani bürokratik-askeri otoriteyi), genel olmayan otoriteden de (küçük, yaygın ilişkilerin odağındaki otorite bu) yine Teziç'in tavsifiyle "parlamento iktidarı"nı anlamamızı istiyor. Böyle mi? Bir yerde "her türlü iktidar" nitelemesini kullanıyor. Bu, işimizi bir parça kolaylaştıracak bir tanımlama. Mahiyeti ne olursa olsun, gazeteci, her türlü iktidara karşı özerkliğini korumalı, "kişiliksizleştirilmesine" izin vermemeli. Dağıstanlı'nın özetle söylediği bu. Bunları söylerken de, bir ahlâkçı, anarşist bir aziz gibi konuşuyor ve meseleyi, asıl meseleyi ortada bırakıyor. Hele, bir yerde, sistemin (sistem de nereden çıktı?) herkesi aleladeleştirmek istediğini, bizleri birbirinin taklidi tüketiciler durumuna düşürdüğünü, kısacası insanı "tüketim nesnesi" haline getirdiğini ve insanların "kendisinde olmayanlar teklif edilerek satın alındığını" söylüyor ki, yine bir başka önemli tartışmanın konusu olabilecek bu konunun bizim konumuzla ne alakası var? Sadece "dolaylı" bir alaka kurulabilir! Hakkını yemeyelim yine de; gazeteci-otorite ilişkisini anlamamıza yetmese de, Dağıstanlı'nın "ahlâkçı önermeleri" son derece isabetli ve doğru. "Bataklığı kurutamıyorsak ne yapacağız? Bütün suçu bataklığa, medya-iktidar ilişkilerine yükleyerek kurtulabilir miyiz? Aspirinin işe yarayıp yaramayacağını doktorlara bırakalım, ama sivrisinek olmamayı seçebiliriz..." Ne kadar doğru. Bir önceki yazımda, "Bu medya-otorite ilişkisi içinde hepimiz eşit oranlarda sorumluyuz" demiştim; Dağıstanlı "Tabii ki hiçbirimiz evliya değiliz, ama hayır, hepimiz eşit oranlarda sorumlu da değiliz" diyor. Bu cümleyi, kendisini birşeylerden sorumlu tuttuğumu zanneden Dağıstanlı'yı üzmemek, daha doğrusu onu "sistem"den ayrı tutmak için kurmuştum. Bu satırların yazarı da sorumlu değildir. Üstelik, birçok konuda Dağıstanlı gibi düşünmektedir.
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |