Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Yokluğu istemek
Ebûlabbas Şekânî nerede, ne zaman yaşadığı bilinmeyen velilerden… "Bir yokluk isterim ki, ondan geriye dönmek mümkün olmasın…" dediği aktarılır. Üstat Necip Fazıl, onun şu sözünü bildiriyor bize: "Her insanın muhal cinsinden bir dileği vardır. Benim de böyle bir dileğim var; evet, gerçekleşmesi muhal bir dilek: Allah beni öyle bir yokluğa eriştirsin ki, ona varlık gölge etmesin… Zira makamlardan ve kerametlerden her derece, bir büyük hicap ve beladır. Ve kendi hicabına aşık olan bir insan için o hicapta karar kılmaktansa, onda yok olmak güzeldir. Allah o mevcuttur ki, kendisine yokluğun dokunması muhal… Eğer ben yok olursam ve bana varlık dokunmayacak olursa, ne ziyan eder ki o?" (Veliler Ordusundan 333 -Halkadan Pırıltılar-, s.201, bd Y. İst. 1977). Öteki çoğu Allah dostu gibi Ahmet Şekânî'nin bu sözleri de çifte anlamlıdır. Bir kere muhal (yersiz, imkânsız, olmayacak) bir dilekte bulunmak, bir veli için muhal sayılacak bir edimdir. Ancak, büyük idrak sahibi zat, dileğini, isteyenin istediği gibi anlamasının yolunu açık tutmak için, söz konusu "muhal" nitelemesini en başta bir çekince olarak öngörüyor. Ve, bu çekincesini bildirdikten sonra, kendi varlığından vazgeçmeyi, kendi varlığının yok olmasını diliyor. Çünkü kendi varlığı yok olmadıkça, mutlak varlığa ulaşamayacağını biliyor. Kendisi var olarak kaldıkça, mutlak varlıkla temas noktasını yitireceğinin şiddetle bilincinde… Ulaştığı her makamda, izhar ettiği her keramette, mutlak varlıkla temasını engelleyen bir hicap (örtü) ile karşılaşmakta olduğunu tecrübe ediyor. Böyle olunca ona ancak: "Allah beni öyle bir yokluğa eriştirsin ki, ona varlık gölge etmesin…" yakarışına sığınmak kalıyor. Bu yakarışta geçen "varlık" kelimesi, onun kendi vücududur. Kendi vücudu, onun, Allah'ta yok olmasına engel oluşturuyor. Aynı yakarıştaki aynı "varlık" kelimesi, aynı zamanda, ona makamının ve kerametinin telkin ettiği böbürlenmeyi işaret ediyor. Ve bundan da kurtulmayı diliyor. Çünkü asıl tehlikeli olan bu tür varlıktır. Kendini bir şey oldu sanma hususundaki yanılgının telkin ettiği varlık… Böbürlenmeyle düşülen varlık, insan için her zaman bir hicaptır. Yani Allah'la onun arasına giren, onu Allah'tan uzak düşüren perde… Ancak bu cümlede kullanılan hicap kelimesi aynı zamanda ar, utanma, mahcubiyet anlamında da düşünülebilir. Bizi böyle düşünmeye götüren nokta "kendi hicabına aşık olan insan" ibaresidir. Niye? Çünkü kendi hicabına aşık olmak, kendi varlığına, ona örtü, perde olan varlığına aşık olmayı tazammun ettiği gibi; kendi utanma halini de ima ediyor: insanın, kendinde beğenilecek bir yan gördüğü yolunda bir gerçekliğin iması söz konusu… Ancak bu hal üzere kalmak, son tahlilde, gene Allah'tan uzak düşmeyi sonuçlayacaktır, sonuçluyor. Öyleyse o hal üzerinde çakılıp kalmak istenen bir şey olamaz. Onu aşmak gerekiyor. O hicap nasıl aşılır? O hicap, ona aşık olarak değil, fakat ancak onda yok olmakla, hangi anlamda kullanılmış olursa olsun, o hicap varlığından geçerek, onda yok olarak, bu demektir ki, onu yok ederek aşılır. Ve o hicap yok edilebildiği takdirde, ve ancak o şartla yeniden var olma katına ulaşmanın yolunu açabilmenin anahtarını elde etme imkânına ulaşılabilir. İşte böyle bir "varlık" katmanı, aynı zamanda mutlak varlığın zatıyla temas etme imkânını da sağlar. Allah, tanımı icabı kendisine yokluğun dokunması muhal olan mutlak zattır. O (Allah) kendi yokluğuna gömülmüş olan Şekânî'ye dokunmaz. Fakat Allah'ta yok olmuş Şekânî, zaten onun tarafından kuşatılmış hale gelir. Son söz: zahiren, yokluğa erişme gibi muhal bir yakarışta bulunuyormuş gibi görünen veli, aslında şiddetle Allah'ı talep etmektedir. Tıpkı Yunus Emre'nin: "İsteyene ver sen onu/Bana seni gerek seni" derken, cennete müstağni duruyormuş gibi bir görüntü verirken, aslında cemalullahı talep ederek cennetin tam da kalbine talip olduğunu ihsas etmesi gibi…
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |