Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Terörle mücadele
Kürt meselesi ile terörle mücadeleyi birbirinden ayırmak gerekiyor. Fertlerin veya gurupların davalarını gerçekleştirmek için cebir ve şiddeti, kurunun yanında yaşı da yakan kör terörü kullanmaya asla hakları olamaz. Kendilerinde böyle bir hak görenlerin mutlaka yola getirilmeleri gerekir. Bu yola getirmenin kaç yolu varsa bunların eksiksiz, yerinde ve zamanında devreye sokulması da riayeti gereken bir kuraldır. Eğer bir gurup vatandaşın başörtüsü yasağı, yoksulluk, ihmal edilmişlik duygusu ve/veya vakıası, uğradığı haksızlıklar, haklarının kısıtlanmış olması gibi problemleri varsa bunların üzerine samimi olarak ve yapıcı bir yaklaşımla eğilmek gerekir. Başkalarına göre "böyle bir problemin, meselenin olmadığı, bulunmadığı" hükmü, kanaati ve söylemi meseleyi çözmez, yalnızca o gurupla diğerleri (hakim gurup) arasındaki soğukluğu arttırır, diyalogu koparır, iyi duyguları yok eder ve çözümü daha güç hale getirir. Önemli olan "ateşin düştüğü yerdir, bu ateşten yandım diyenlerdir, yandığı hissi ve kanaatinde olanlardır". Onlarla empati kurmak, onları anlamak, rahatsızlıklarını gidermek için yapılacak (yapılması mümkün ve meşru olan) ne varsa onu yapmaktır. İşte bunlar yapılmadığı zaman teröristlerin de eline fırsat verilmiş, meselesi olduğuna inanan ve bunun da çözümünden ümit kesen kitlelerin onlara meyillerine veya onların (teröristlerin) bunları istismar etmelerine yol açılmış olur. Türkiye'de yaşayan Kürt kökenli vatandaşlar ülkenin belli bir bölgesinde yaşamıyorlar, doğudan batıya ülkenin her köşesinde diğer vatandaşlarla içiçe, dost ve hısım olarak yaşıyorlar. Bu sebeple Kürtler adına konuşanların, bütün Kürtleri temsil etmeleri mümkün değildir. Eğer varsa Kürt meselesi de bu bakımdan bütün Kürtlere ait değildir. Ama böyle de olsa, belli bir bölgede daha yoğun olan Kürt vatandaşların bireyler olarak veya gurup halinde bazı meseleleri varsa (istismarcılar değil, samimi vatandaşlar böyle diyorlar, bu kanaati taşıyorlarsa) bunları yok saymak, mesele yok demek çözüm değildir. Onlarla diyalog kurmak ve bu sayede teröre başvuranlarla onların arasına aşılamaz bir duvar çekmek herhalde aklın ve sağduyunun gereğidir. Meselesi, derdi, ihtiyaçları olan vatandaşların (bunlar bir kesim de olabilir) bir korkuları da "terörle mücadele" adı altında çıkarılacak kanunlar ve yapılacak uygulamaların, terörle ilgileri bulunmayan kitleleri de kapsaması, onların masum hak taleplerinin terör sayılması, düşünce ve ağızların kilitlenmesidir. Son günlerde tartışılan "terörle mücadele kanun tasarısı" bu korkuyu bir daha depreştirmiş, taraflar bilir bilmez, ileri geri konuşup yazmışlar, kafalar karışmış, hatta yürekler ağza gelmiştir. Birkaç gün önce Adalet Bakanımız Cemil Çiçek'in bir tv röportajında yaptığı açıklamalar benim için hem bir vaad hem de rahatlama vesilesi olmuştur. Bakanın söylediklerini şöyle özetlemek mümkündür: Yasadan "cebir ve şiddet" unsuru asla çıkarılacak değildir. Bakan bu tasarıyı kendi başına hazırlamamıştır, tasarı aynı zamanda partinin tasarısıdır. Bu vesile ile yazıp konuşanların büyük bir kısmı doğru ve tam bilgiye dayanmadan konuşup yazmaktadırlar. Tasarıyı bahane ederek bağcıyı dövmek (bakanı yıpratmak) isteyenler vardır. Tedbir olarak yazılanlardan çok kurumlar arası işbirliği önemlidir. Ben de bunlara bir tedbir daha ekleyerek yazıyı noktalamak isterim: Etnik ve dini sebeplere dayalı guruplaşma ve bunların teröre meyletmeleri veya teröristler tarafından istismar edilmeleri tehlikesine karşı önemli bir tedbir de hak ve adalete riayetle kardeşlik bağlarının güçlendirilmesine ağırlık vermektir. İnsanlar aynı kökten geldikleri için "insan kardeşi", aynı dine mensup oldukları için "din kardeşi", aynı soydan geldikleri için "soy/kan kardeşi"dirler. Bu kardeşlik bağları ne kadar güçlü ve fazla olursa yakınlaşma ve birlik de o kadar kolay ve güçlü olur.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv Bilişim | Dizi | |
© ALL RIGHTS RESERVED |