Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Bir 'yasa'ya ya da atılmış bir adıma hakkını vermek
TESEV geçen hafta, tamamladığı yeni bir araştırmanın sonuçlarını basına ulaştırmak için bir toplantı düzenledi. Çalışmanın dağıtılan ilk hali "Türkiye'de Ülke İçinde Yerinden Edilme Sorunu: Tespitler ve Çözüm Önerileri" başlığını taşıyordu. Psikiyatri, siyaset bilim, hukuk, nüfusbilim ve sosyoloji alanlarından birer uzmanın hazırladığı çalışma hakkında özet bilgiler verilip sorular cevaplandırıldı. Can Paker'in sunuş konuşmasında söylediği gibi, çalışmanın konusunu oluşturan "Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi" ve 2004 yılında çıkarılan 5233 sayılı "Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Tazmini Hakkında Kanun"un bugüne kadar olduğundan çok daha fazla üzerinde düşünülmeye, tartışılmaya ve tanıtılmaya ihtiyacı vardı. Bu proje ve özellikle yasanın -hangi nedenlerle düzenlenmiş ve yürürlüğe konulmuş olursa olsun- hakkını vermek gerekiyordu. Bu yönde bir istek zaten hangi yasa söz konusu olursa olsun yerinde bir istek değil midir? "Yasa" olarak adlandırdığımız metinler madem ki bir toplumda devlet ve vatandaşlar ya da sadece vatandaşlar arasında ortaya çıkmış yeni bir ilişkinin düzenlenmesine ve sorunun-sorunların çözümüne çare olsun diye vardırlar, o halde -hele de cumhuriyet idaresi altında- bunların olabildiğince tartışılıp, eksikliklerinin giderilerek "ereğine" uygun bir hale getirilmesi gerekmez mi? Dolayısıyla, Eski Yunan'dan beri söylene geldiği gibi,"ereğine" hizmet etmeyen bir "yasa"nın bu sıfatı taşıyıp taşımadığı tartışmalıdır. Ali Bayramoğlu geçen günkü (28 Ekim) yazısında TESEV toplantısında açıklanan araştırma sonuçlarına ilişkin genel bilgileri verdiği için ben bu faslına girmeyeceğim. Ben sadece, TESEV toplantısında dinlediğimiz sunuşlardan ve dağıtılan özet metinden hareketle işin (5233 sayılı yasa çerçevesinde) siyasal-hukuksal yönüne değineceğim: Bir kere, TESEV çalışması da 5233 sayılı yasanın varlığını "olumlu bir ilk adım" olarak değerlendiriyor. Ancak, biraz önce "erek" meselesi bağlamında söylediğim gibi, söz konusu yasayı sanki bir "isteksizlik-gönülsüzlük" sarmıştır. Ön raporda yer alan şu önemli tespit dikkatimi çekti: "Yasa, devletin kusurlu sorumluluğuna değil 'objektif sorumluluğuna dayalı sosyal rist ilkesi'ne dayanıyor. Oysa adaletin sağlanması, toplumun gerçek ile yüzleşmesi, devletin mağdurların haklarını yeniden tesis ederek onlarla 'barışması', ancak hak ihlâllerinin sorumlularının tespiti ve yargılanması ile mümkün olabilir." Nitekim, yine ön raporda yer alan bilgilerden öğreniyoruz ki, Batman'da özellikle yakınları faili meçhul şekilde öldürülen ve gözaltında kaybolan bazı aileler tazminatı yeterli görmeyip, faillerin bulunması için yargıya gitmekten yana olduklarını belirtmişlerdir. Yani bu psikolojiyi paylaşan mağdurlar hâlâ AİHM'ye gitmekten yanadırlar. Herkes gibi ben de biliyorum ki, "sorumluların cezalandırılması" meselesi olayların üzerinden uzun zaman geçtiği için mümkün olmayabilir. Ön raporun bu "gecikme"nin telafisi yönünde yaptığı tespit de önemli: "Ancak, hiz değilse, hukukun askıya alındığı bir dönemin resmi kayıtlara geçmesine ve gerçeklerin ortaya çıkmasına olanak tanınmalı." Bu son fasıl gerçekten çok önemli. Çünkü sayıları 350 binden (resmi) başlayıp kimi sivil toplum kuruluşlarınca 3-4 milyona kadar çıkarılan, ama gerçekçi tahminlere göre 700 bin civarında olan bu "tehcir" mağdurlarının insanlık ve de vatandaşlık onurlarının iade edilebilmesi için kendilerine yapılan ayni ve maddi yardımcıklar kafi değildir. 5233 sayılı yasa mutlaka benim bazı yazılarımda altını çizmeye çalıştığım "tanınma-kabul edilme" (reconnaissance) meselesini bir biçimde barındırmalıdır. Ön raporun yasanın "manevi tazminat" öngörmemesine yönelttiği eleştiri de -yine bu çerçevede- haklıdır.: "Yaşanan travmaların devlet nezdinde kabul edilmesi anlamına gelen manevi tazminat, mağdurların adalete olan inançlarının ve toplumsal barışın sağlanması için büyük önem taşıyor." Evet aynen böyle, başka türlüsü mümkün mü zaten? Bir "Yasa"nın (hele de cumhuriyet idaresinde) hakiki işlevi vatandaşlarının "adalete inançlarını"nı sağlamak değil mi zaten? TESEV'in ön raporunda yasanın öngördüğü tazminat taleplerini kabul edip belirlemekle görevli olan "komisyonlar"a yönelik tespit ve öneriler de bulunuyor. Verilen bilgilerden anlıyoruz ki, "komisyonlar"ın daha "sivil" bir hale getirilmesi de bir zorunluluktur. Çalışmayı yürüten araştırmacıların "komisyonlar" arasında yaptığı karşılaştırma da dikkat çekici. Komisyonlar kimi yerde (Diyarbakır ve Batman) hiç de fena olmayan bir biçimde çalışırken, kemi yerlerde (Bingöl ve Van) işler fevkalade ağırdan alınmakta.. Tahmin ettiğiniz gibi bu işte "yasa"nın bir suçu yok; buradaki meselese tamamen "insan faktörü" olsa gerek" Sonuç olarak TESEV yine hayırlı bir iş başarmış. Yürürlükte olan bir "yasa"yı daha iyi anlamamızı, tartışmamızı ve bu çerçevede eksiklerini gidermemizi öne-riyor. Ellerine sağlık...
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |