|
|
Aliya İzzetbegoviç Bahanesi ne olursa olsun aslında bilinçsizce dine karşı gard alışla karşı karşıyayız. Bu gard alış bazen dünya görüşü olarak birbirine hiç yakın olmayanları da yan yana getirebiliyor. Din ve din adamı deyince sadece ölmüş dindara sığınan bazı siyasi parti mensupları mücadele ettikleri din anlayışıyla neye karşı çıkıyorlar?
9 yıl cezaevinde yattı ve bir TV programında "Sarayevo süreci"nin (genç Müslümanlar teşkilatının kapatılması ve üyelerin yargılanması) sorumluların ve kendisini yargılayanların isimleri sorulduğunda "İnsanlar suçlu değil, suçlu olan temellerinde hükümlerin sürdüğü şifreler ve formüller" dedi. Onu yargılayanlardan asker, polis, istihbarat, yönetim ya da yargıdan bir kişiyi bile görevden almadığı gibi, bazıları terfi bile etmiştir. Aliya İzzetbegoviç'in hayatı beş kavram üzerinde kurulmuştu: din, etik, hürriyet, kültür ve hukuk. İlk defa ondan duydum ve okudum ki ateist toplumlarda ahlaksız insanlar ve ahlaklı bireyler (kahramanlar) vardır, inançlı toplumlarda ise ahlaklı toplum ve ahlaksız bireyler vardır. Hayatı boyunca etiği dinden ayırmadığı gibi, etiği özgürlükten de ayırmazdı: "İnsan özgürlüğü kavramı etik düşünceden ayrılmaz. Etik tarihinde, bu düşünce bütün değişikliklere uğramasına rağmen, özgürlülük tüm reformların ve gelişmelerin değişmeyen kavramıdır." İzzetbegoviç'in viziyonu 1990'da SDA'nın kuruluş kongresinde de belli idi: "Hırvatistan ve Sırbistan etnik ülkelerdir, fakat Bosna Hersek değildir ve sadece onun vatandaşların ülkesi olarak var olabilir." Hukuka gelince, "Sarayevo süreci"ndeki avukatım Rajko Daniloviç bir itirafta bulunmuş, "Hukukun derinliğini ve ruhunu Aliya İzzetbegoviç'ten daha iyi bilene rastlamadım" demişti. Öyle olmasaydı zaten, örneğin Suudi kralın misafiri olarak sarayında kendi ülkesi için yardım dilerken çok eşliliği eleştirip de kralın hiç kızmadığı gibi bir hadise olmazdı. Kadın hakkında, insan olarak eşit fakat erkekten farklı olduğunu, benim neslim İzzetbegoviç'in yazılarından öğrendik: "Kadın erkekle ne eşit ne de eşit değil, o farklı ve aynı haklara sahip". İslam'da kadın neden hakim olamaz eleştirilere de yine kendine has, basit fakat derin bir uslubla cevaplıyor: "Bir kadın sevdiğini veya kendi çocuğunu ne suç işlerse işlesin suçlu bulmaz, yapamaz". "Sarayevo süreci" ile ilgili son sözü du şu olmuştu: "Bu süreci organize edenler bu şehirden öte göremiyorlar. Bir gün gelecek ki hukuk öğrencileri bu davayı "nasıl yargılanmaz örneği olarak okuyacaklar". Hz. Muhammed'i örnek aldı Ne kendisinden ne de arkadaşlarından örnek olarak aldığı bir insan olduğunu duymamıştım. Onun yazılarından ise İslam Peygamberi Muhammed s.a.v. tek örneği olduğu görünüyor: "Yakışıklıydı ama çok değildi, azimliydi ama hırslı değildi, akıllıydı ama felsefeci değildi, azimliydi ama inatçı değildi, zekiydi ama kurnaz değildi. Bütün bu sıfatlar kişiliğinde tam ölçü içinde idi, ve o muhteşem kişiliğindeki çevresini büyüleme gücünün sırrı da oydu. Onu çeşitli durumlarda görebiliyoruz: Hz. Hatice'nin neşeli ve mutlu kocası olarak, Hıra dağındaki düşünceli bir oruçlu olarak, Suriye'ye kervan götüren dürüst bir tüccar olarak, Uhud savaşındaki cesur bir mücahit olarak, Hüdeybiye müzakerelerin başarılı diplomatı olarak, vefat etmiş arkadaşının mezarında gizlice ağlayan sıradan bir adam olarak ve her şeyden üstün, güçlü iman ve geniş vizyonuyla dünyanın dört bir tarafına mesaj yollayan ve misyonun önemine sonsuz inanan bir Peygamber. Ve genelde bir arada bulunmayan bütün bu sıfatlar, güç ve beceri bir insanda buluşmuş ki bu insan Allah'ın Peygamberi Muhammed s.a.v. Eğer İslam, hem bedenen hem de ruhen karşıt güçlerin uyumunu simgeleyen bir din ise, o zaman Peygamber Efendimiz dünyaya getirdiği bu ilmin kusursuz örneğidir." Halkının kaderini paylaştı Bosna Hersek Cumhurbaşkanı iken on sene boyunca, Ankara'dan Tahran'a, Riyad'dan Kahire'ye, İslamabad'dan Londra'ya, Paris'ten Bonn'a ya da Washington'a, bir siyasetçi ve devlet adamı olarak sıcak ve eşit şekilde karşılanan tek insan idi herhalde. Davaları ve cezaları, cezaevinde duruşmaya giderken koridorlarda bize "Selam"ı aleni vermeleri, savaş boyunca dört sene kuşatma altındaki Saraybosna'da kalması, neredeyse hiçbir generalin eşlik edemediği Foynica ziyareti, ve tüm cepheleri, savaş hatlarını ve siperleri gezmesi cesaretini gösteriyordu. Kinci ve intikamcı olmadığı en iyi düşmanları ve karşıtları bilir. Savaşta dört yıl boyunca kendi halkıyla kaderlerini ve yoksulluklarını paylaştı ve askerleriyle aynı kazanda yemek yedi. Kendi isteği üzerine de zaten Kovaçi'deki şehitlerin yanına defnedildi. Ne kadar doğal, sıradan ve sade bir insan olduğuna ben de şahidim. Cezaevinden çıktıktan sonra, iki sene boyunca torunlarını din dersine bana Careva Camii'ne getirirdi ve 2-3 saat boyunca dışarıda beklerdi. Daha cezaevindeyken ziyaret sonrası hücreye döndüğünde gözleri yaşarırdı torunlarından bahsederken. Zaman zaman hapishanenin avlusunda volta atarken "Oğlumun sigarası var mı acaba?" diye endişeli sorardı. O her şey ile bir istisna idi. Bütün hayatı temiz ve açık olduğu gibi hastalığının da gizlenmesini istemedi. Ölümü çağırmazdı ama ondan da korkmazdı. İnsanları o kadar severdi ki hiçbir zaman kimseden nefret etmezdi. Hiçbir zaman birilerinin hakkında konuşmazdı, yanında da konuşturmazdı, hata ve hata düşmanları, karşıtları, yargıçları ya da savcıları dahi olsa. Hiçbir zaman başkasının güçsüzlüğünü kendi gücü olarak görmezdi ya da başkası kötü diye kendini iyi görmezdi. Bu yazıyı bitirirken aklıma bir karikatür aklıma geliyor Tudman, Miloşeviç ve İzetbegoviç üçlüsü diye... Bugün Tudman yaşasıyda Haggta olurdu, Miloşeviç zaten savaş suçlusu olarak yargılanıyor, Aliya İzetbegoviç ise tüm dünya ödülleri ve teşekkürlerinden sonra, huzura kavuşmuş ruhu ile kendi Rabbine döndü. 'Onun değerini korumak borcumuz' İşte böyle bir insandı Aliya İzzetbegoviç. Fakat ne yazık ki, hayatını adadığı ülkesinde bugün Uluslararası Saraybosna Havalimanı'na adı verilmesi konusunda tartışmalar sürüyor. İki sene önce de Saraybosna'nın "Tito"adındaki ana caddesinin isminin Aliya İzzetbegoviç olarak değiştirilmesi istenmişti fakat reddedilmişti. Şimdi de kendisi aramızda artık yok ama bu savaşta faydasından çok zararını gördüğümüz o yabancı "barış" birlikleri ve onların başındaki yüksek temsilciler hâlâ kaderimiz hakkında karar verip bu teklifi reddediyorlar. Ve açıklamaları şu: Bu ülkede sadece Müslümanlar değil Sırplar ve Hırvatlar da yaşıyor. Buraya geldiklerinde kendi vatanındaymış gibi kendilerini hissetmeleri gerekiyormuş. O yüzden Uluslararası Saraybosna Havalimanı'na Aliya İzzetbegoviç'in ismi konması uygun değildir". Ya evlerine hâlâ dönemeyen Boşnak Müslümanlar, ya da Mostar'ın tepesinde tepeden büyük haç dikiliyken, ya da Çaplyina kentindeki köprünün adı Franyo Tudman iken acaba Boşnaklar kendilerini kendi evimdeymiş gibi hissediyorlar mı? Biz hepimiz biliyoruz ki Aliya yaşasaydı bütün bunlar onun için önemsiz olurdu hatta bir yerin onun adını taşıması da çok hoşuna gitmezdi. O hakettiği yeri bulmuştur inşallah. Fakat bizim için ve o vatan için verdiği mücadeleden dolayı bir vatandaş olarak bize emanet bıraktığı o memleketi ve onun değerlerini korumak borcumuzdur, ama onun doğduğu, büyüdüğü ve vefat ettiği şehrin caddeleri veya havalimanın adını taşıması sadece bizim teşekkürümüzdür ve bizden sonra gelecek olan nesiller için adını yaşatmaktır isteğimiz. Ama olsa da olmasa da... SEN GÖNLÜMÜZDE YAŞIYORSUN ALİYA... Mescid-i Nebevi'de başkadır Ramazan Onbir ayın sultanı Ramazan Müslümanların yaşadığı her yerde coşkuyla karşılanır. Dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanlar Ramazan ayında ortak duyguları paylaşsalar da, hepsi oruç tutup teravih namazı kılsa da, her yerin kendine özgü bir Ramazan'ı vardır. Medine-i Münevvere'de ise bir başkadır Ramazan ."Dünyanın dört bir tarafındaki camilerde dolu dolu yaşansa da, Mescid-i Nebevi'de bir başkadır Ramazan" Teravihler bir başkadır burada Şaban ayının 30. gecesi yatsı namazında önceki günlere oranla gözle görülür bir kalabalık olur Mescid-i Nebevi'de. Belki hilalin görüldüğü ve Ramazan'ın girdiği ilan edilir diye insanlar Mescid-i Nebevi'ye akın eder. Onbir ayın sultanını Peygamberler Sultanı'nın mescidinde karşılamak isterler. Yatsı namazı kılınır cemaatle ve heyecanlı bir bekleyiş başlar. Mescid-i Nebevi'nin emektar imamı Ali b. Abdurrahman El-Huzeyfi'nin teravih namazı için safları düzeltmeye çağıran "istevuu.." sesiyle heyecan sevince dönüşür. Beklenen an gelmiş ve mübarek ayın atmosferine girilmiştir. Teravih namazı ikişer ikişer 20 rekat kılınır. Ramazan ayının 29 gün olması ihtimali düşünülerek teravih namazında 29 günde Kur'an hatmedilir. Teravih namazının ardından yine cemaatle üç rekat vitir namazı kılınır. Vitir namazının son rekatında imamın yaptığı kunut duası süresince Mescid-i Nebevi "âmin" sesleri ile inler. İftar sofraları Ramazan'ın ilk gününden son gününe kadar Mescid-i Nebevi dev bir iftar alanına dönüşür. Mescid'in içinde ve avlusunda hayırseverler iftar sofraları kurarlar. İkindi namazından hemen sonra yere uzunlamasına serilen naylon sofraların iki tarafı iftarı bekleyen oruçlu insanlarla dolmaya başlar. Medine Münevvere'nin yerli halkı, yabancı işçiler, öğrenciler, umreye gelenler, her renkten ve birçok ırktan insan iftar sofralarında toplanır. Sofralara oturanlar akşam ezanına kadar ya Kur'an okurlar, ya Allah'ı zikrederler, ya da ellerini açıp sessizce dua ederler. Sofra sahipleri ise sofralardaki eksikleri tamamlamakla meşguldürler. Mescid-i Nebevi'ye gelen herkes mutlaka iftarını açacak bir sofra bulur. Çünkü mescidin içi ve dışı sofralarla doludur. Ezandan hemen önce tüm sesler ve uğultular son bulur ve derin bir sessizlik hakim olur Mescid-i Nebevi'ye. Başlar öne eğilmiş duaların son kelimeleri mırıldanmaktadır. Müezzinin "Allahu ekber" sesiyle oruçlar açılır. Mescid-i Nebevi'nin içinde kurulan sofraların değişmez menüsü ekmek, yoğurt, yoğurda katılan "dukka" isimli baharat karışımı ve hurmadır. Çoğunlukla hurmalar "rutab" denilen yaş hurmadır. İçecek olarak ise zemzem, Arap kahvesi vardır. Mescid-i Nebevi'nin avlusunda kurulan sofraların menüsünde ise daha doyurucu şeyler vardır. Çorba, etli veya tavuklu pilav, meyve; içecek olarak da zemzemin yanında meyve suyu veya ayran verilir. Ezan ile kâmet arasındaki on dakikalık sürede iftar işlemi sona erer ve mescitte çalışan temizlik işçilerinin de yardımıyla sofralar hızla kaldırılır. Mescid-i Nebevi'de itikâfa girmek isteyenler, Ramazan'ın 20. günü öğle veya ikindi namazından sonra çarşafını ve yastığını alıp gelirler ve Ramazan'ın geri kalan günlerini mescitte geçirirler. Mescidi Nebevi'nin kendilerine ayrılan köşelerinde uyurlar. Kur'an okurlar, teravih ve teheccüd namazı kılarlar. İtikâfa girenler için bu yoğun ibadet ortamı Ramazan'ın son iftarına kadar devam eder. Bayram namazı Şaban ayının 30. gecesi gibi Ramazan'ın 30. gecesi de heyecan vardır Mescidi Nebevi'de... Bu kez heyecan bayram heyecanıdır. Şevval hilali görülmüş ise, radyo ve televizyonlardan ertesi günün bayram olduğu ilan edilir. Bayram sevincine Ramazan'a veda etmenin hüznü karışır. Ve bayram sabahı Mescid-i Nebevi, henüz sabah namazı kılınmadan dolmaya başlar. Mescidin içinde yer bulabilmek için gece 03.00 gibi gelmek gerekir. Aileler çocuklarıyla gelirler bu sevinci yaşamaya. Genci, ihtiyarı, kadını ve erkeği ile bu büyük kalabalık cemaat halinde bayram namazını kılar ve insanlar yavaş yavaş evlerinin, otellerinin yolunu tutarlar. Mescid-i Nebevi ise, bütün bu coşkuyu ve manevi atmosferi yeniden yaşamak için bir sonraki Ramazan'ı beklemeye başlar.
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |